ONUR ÖNCÜ
@oencueonur
61 yıllık Baas, 53 yıllık Esad rejimi 13 yıl süren iç savaşın sonunda 12 günde son buldu. 2015’ten beri İdlip’te yer alan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) Halep, Hama ve Humus’un ardından Şam’ı aldı. Esad’ın Şam’ı terk edip, Rusya’ya iltica etmesi sonucu devleti alan HTŞ, İdlip’deki geçici hükümeti Şam’a taşıdı.
HTŞ Şam’ı alıp, “İstikrara kavuşacağız” dese de Suriye genelinde bir belirsizlik hakim.
Erdoğan’ın son bir haftaki açıklamaları yanıtı belirsiz sorular içeriyor. Örneğin, “Türkiye, Türkiye’den büyüktür” ve “Sınırlarımız 782 bin kilometrekare ile sınırlı tutamayız” açıklamaları… Erdoğan ne demek istedi? Türkiye, Suriye’nin iç politikasında yine aktif mi olacak? Kobane’ye olacak olası askeri harekatın sonuçları ne olur? Ya da Kobine’ye askeri harekat olur mu? Özyeğin Üniversitesi’nden Doç. Dr. Behlül Özkan ile konuştuk.
Sorular ve yanıtlar şöyle…
‘Davutoğlu ne yapmaya çalıştıysa, Erdoğan da onu yapmaya çalıştı‘
SMO, Suriye’nin ‘terörden’ temizlenmesi için mücadeleye devam edeceklerini belirtti. SMO’nun SDG’ye yönelik saldırılarının devam edeceğinin sinyalini verdi. Öncelikle kuzeyden başlayalım. Bu imalı açıklamaları nasıl yorumlamak lazım?
2011 yılından itibaren Suriye muhalefeti Türkiye üzerinden silahlandırıldığında, ki bu Türkiye’nin tek başına yaptığı bir operasyon değildi, 2017’ye kadar CIA’in içinde bulunduğu ve CIA tarihinde 1 milyar dolar bütçeli ‘örtülü’ operasyondu. 2017 yılında Amerikalılar devreden çıktılar. Bu Türkiye’nin tek başına karar verip uyguladığı bir operasyon değildi. Esad’ın devrilmesi operasyonunda Türkiye ile ABD, Suudi Arabistan ve Katar vardı. İngiltere ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri de zaman zaman var ama başat güçler; ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar. Ağustos 2011’de Ahmet Davutoğlu, Türkiye ve Batı adına Şam’a gitti, Esad’la saatlerce görüştü, “İkna edemedik” dedi. Ve oradan sonra muhalefet silahlandırıldı. Bunun benzerini Erdoğan’ın Esad’ın devrilmesinden bir yıl önceki politikasında da görüyoruz. Yani Esad’la uzlaşarak Suriye’de Baas’ın tasfiyesi politikası… Davutoğlu 2011’de ne yapmaya çalıştıysa Erdoğan da 2024’te bunu yapmaya çalıştı. Davutoğlu’nun kafasında 1989’da Doğu Avrupa rejimlerinin tasfiyesine benzer bir model vardı Suriye’ye yönelik.
Türkiye’nin birincil önceliği 2011’de de 2024’te de Suriye’de Esad’ı silahlı ayaklanmayla -bu o zaman Suriye muhalefetiydi şimdi HTŞ- devirmek değildi. Esad’ı Suriye’deki merkezi hükümeti silahlı bir ayaklanmayla devirme stratejisi ABD ve İsrail’in öncelikli hedefi! İç savaşın bölünme ve merkezi hükümeti zayıflatacağı gerçeğini ABD ve İsrail tercih etti. Tıpkı Irak’taki gibi. Türkiye’nin hedefi, Esad ile uzlaşmayla Baas’ın kansız tasfiyesiydi. Baas out, Müslüman Kardeşler in.
Türkiye neden ‘uzlaşı’ yoluyla Baas rejiminin tasfiyesini istiyor?
Çok basit bir sebebi var. “Komşunuzda iç savaş çıkartırsanız bunun size sıçramama ihtimali yok.” İlk sorduğunuz soruya şimdi geliyorum. PYD, PKK’nın Suriye kolu. Bu ikisinin birbirinden ayıramayız. PKK Türkiye’deki ilk silahlı eylemini 1984’te yapıyor. 1984’ten bu yana PKK’nın toprak üzerinde bayrak çekip, egemenlik kurduğu bir alan yok. PKK, teritoryal bir örgüt değil. Bir kara parçasını yönetip, bayrak çekip, merkezi hükümet kurup, belediye başkanı atama vs vs. yok. 2011 sonrasında Suriyeli muhaliflerin silahlandırılıp ülkenin kuzeyinden içeri sokulduğunda, Esad’ın ordusu da güneye çekildi. Bu oluşan güç boşluğunu iki tane aktör doldurdu. Biri YPG, öbürü de IŞİD. Davutoğlu’nun stratejisi ve Erdoğan’ın 2024’teki önceliği Suriye’de iç savaş çıkartmadan, silahlı çatışma olmadan barışçıl bir şekilde iktidarın devrilmesiydi. Hayaller Tunus’tan Suriye’ye uzanacak İhvan kuşağının liderliğini AKP’nin yapmasıydı. Ancak Şam’da buna Esad’ı hem 2011’de hem de 2024’te ikna edemediler. O zaman dediler ki, “Biz Amerika’nın direksiyonunda olan arabaya biniyoruz ve silahlı mücadeleyle Esad’ı devireceğiz.” Burada da beklenti Romanya’da veya en kötüsü Libya’daki gibi haftalar içinde Baası rejimini devirmekti. Yanlış hesap Şam’dan döndü. Türkiye bunun sonuçlarını 2011’den sonra yaşamaya başladı. Birincisi PYD’nin ortaya çıkışı ve Suriye’nin IŞİD’le mücadelesi ve orada ABD’nin PYD’ye silahlı yardımı…
YPG, batı medyasında ve siyaset anlayışında fenomen örgüt haline geldi…
Hatta “Amerika’nın Marksist müttefiği” denildi… Bu arada sadece Amerika değil, Rusya da PYD’yle iletişim halindeydi. Şimdi IŞİD de ortaya çıkınca, Suriye’de sahada IŞİD’le mücadelenin başat aktörlerinden birisi PYD oldu.
Bunun sebebi neydi?
Bunun sebebi şu; silahlı bir organizasyonu terör örgütü olarak tanımlayınca sanki onu anlamaya çalışmak beyhude gibi geliyor! Sürekli terör, terör denilince bu aktörler sanki tamamen akıl dışı ve bir strateji kullanmadan şiddet üretiyor gibi anlaşılıyor. IŞİD’in çok güçlü bir ideolojisi var. Cihadi selefilikten kaynaklı.
Tabii, gözleri kapalı ölüme gidiyorlar…
Tabii ki… Sadece Suriye’de değil, bütün dünyadan da militan devşirdiler. Dolayısıyla iç savaşın olduğu, binlerce kişinin öldüğü ve insanların bir umut veya bir çıkış yolu olarak, bu dünyada olmasa bile öbür dünyada en azından kurtuluşu aradıkları bir ortamda IŞİD çok çekici geldi insanlara. Şimdi bunun karşısına o denli kuvvetli bir ideolojiyle çıkarsanız kazanabilirsiniz. İşte Marksist/Leninst kökenli PYD’nin IŞİD karşısında tutunabilmesi tesadüf değil. Öyle oksimoron bir durum ki, batının ve Amerika’nın yardımıyla bunu yapabildi. Bugün gelinen noktada Suriye’nin yüzde 25’ini kontrol ediyor, Suriye’nin en önemli petrol merkezlerini kontrol ediyor… Dahası Fırat havzasının önemli bir bölümü ve Tabka Barajı şu anda PYD’nin kontrolünde.
‘Şam rehin kalır‘
Bunun önemi nedir?
Suriye’nin büyük şehirleri Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye… Hepsi batıda. Şimdi önemli tarım havzaları Fırat’ın etrafında. Şam o tarım havzasını kontrol edemezse, şehirlerdeki popülasyonu besleyemez. Rehin kalır. 2011’de Esad’a karşı olan isyanın temel dinamiklerinden biri kuraklık ve tarımda yaşanan krizdi.
2011’de Türkiye kendi önceliği olmayan bir iç savaş stratejisinin piyonu olmadıysa bile vezir ve şahı değildi, fil veya kalesiydi diyelim. Türkiye önemli bir oyuncuydu ama lider değildi. 2024’te son üç haftada yaşadığımız gelişmelerde de Türkiye’nin birinci önceliği Esad’ın HTŞ tarafından iki haftada devrilmesi değildi. Çünkü HTŞ, Türkiye’nin tamamen kontrolünde olan bir örgüt değil. Türkiye’nin tamamen kontrolünde olan örgüt, Suriye Milli Ordusu. HTŞ Şam’a ilerlerken, SMO’nun aldığı topraklar belli. Halep düştükten sonra bile Hakan Fidan ve MGK muhalefetle Esad’ın müzakere ve anlaşmasına yönelik çağrı yaptılar. Şam düşmeden birkaç gün öncesine kadar Ankara’nın beklentisi farklıydı.
Türkiye tarafından Kobani’ye bir kara harekâtı olur mu?
PYD’nin elinde olan Rakka ve diğer Arap şehirleri var. PYD’nin Haseke, Kamışlo ve Kobani bölgeleri dışında Arapların yoğun olduğu Rakka ve Deyrizor’un kuzeyini kontrol etmeye devam edebilmesi kolay görünmüyor. Türkiye’nin de o bölgedeki Arap aşiretleriyle yakın ilişkiler içinde olduğu anlaşılıyor. Benim öngörüm Türkiye’nin birinci önceliği Rakka ve Deyrizor’un kuzeyinin, Arapların yoğun yaşadığı bölgenin kontrolünü PYD’nin elinden çıkarmak. Bunu yapamazsa, orada silahlı bir müdahale olur mu? Olabilir. Çünkü Suriye’de şu an legal bir entite yok. Aslında tam bir kaos var. Sahadaki aktörlerin çoğu terör örgütü olarak tanımlanıyor. SMO’nun Türkiye tarafından destekli olduğu aşikarken, Suriye’deki toplumun SMO’ya ‘milli ordumuz’ gözüyle baktığını düşünmüyorum. SMO, Türkiye’nin ‘milli’ ordusu. Suriye’deki Araplar için milli ordu olarak görüldüğünün hiç sanmam. Üstelik tam da Osmanlı dönemini hatırlatır şekilde, kör gözüm parmağına gibi, SMO’nun içindeki birliklere Osmanlı Sultanlarının ismi verilmiş. Eminim bu Araplar nezdinde müthiş bir albeni yaratmıştır! SMO’nun Türkiye’de abartıldığı gibi bir toplumsal karşılığı yok Suriye’de. Burada sürekli Türkmenlere vurgu yapılıyor. Baas rejiminin 2012’ye kadar ordusunun ve savunma bakanlığının başında bir Halepli Türkmen vardı; Hasan Türkmani. 2012’de muhalifler suikastle öldürdü. Düşünün komşunuzun en önemli devlet adamlarından biri Türkmendi. Baas artık yok. Bakalım HTŞ iktidarında Türkmenlerden savunma bakanı olacak mı? Suriye’de bugün doğa kanunları geçerli. Orası kapanın elinde kaldığı bir yer. Şu anda kapanın elinde kaldığı bir ortamda hızlı bir gelişmeyle Rakka, Deyrizor’un kuzeyi ve başka bölgelere Türkiye’nin desteğiyle SMO girebilir. Üstelik de ABD’de tam da başkanlık değişiminden dolayı bir belirsizlik varken.
Kobane için olur mu?
Kobane biraz da sembolleşti. Şimdi oraya Türkiye destekli SMO girer ve büyük çatışmalar yaşanırsa ve bu dünya basınına yansırsa, küresel medyanın odağı, Şam ve İsrail’in Golan’daki işgalinden bir anda Türkiye’ye kayar, Türkiye merceğe alınır. Bu Türkiye için ne kadar tercih edilebilir bir strateji olabilir? Benim orada kendimce ciddi soru işaretlerim var.
‘Bahçeli’nin Öcalan çıkışı Suriye’deki gelişmelerle ilgili‘
O zaman Türkiye’nin Suriye’nin kuzendeki silahlı yapı için bir imha politikası olacak. O halde bunun Türkiye iç politikasına etkisi olur mu? Şu açıdan soruyorum. Sonuçta adı konulmamış bir süreç var. Bu bağlamda değerlendirir misiniz?
Burada hükümetin politikası havuç sopa ilişkisi. Biraz sopa, işte Menbiç’in alınması, bir havuç da “Öcalan’la bu iş yürütülsün” söylemi… Devlet Bahçeli’nin açıklamasının ben de dahil kimse Suriye’deki gelişmelerle ilgili olacağını öngörmemişti. Bugünden geriye retrospektif baktığımızda, o çıkışın tamamen Suriye’yle ilgili olduğu net olarak anlaşılıyor.
Neden?
Çünkü HTŞ’nin yaptığı bu askerî harekât üç günde planlanmaz. Bu tip operasyonlar aylar öncesinden planlanır.
Türkiye’nin bilgisi var mıydı?
Olmaz olur mu…
O zaman Trump’ın, “Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin arkasında Türkiye var” söylemi doğru. Dışişleri bakanı Hakan Fidan, Trump’ı yalanladı.
Trump’ın söylediği “Türkiye liderliğinde Esad rejimi devrildi” söyleminin doğru olduğunu düşünmüyorum. ABD’nin Suriye’nin güney doğusunda kontrol ettiği Tanaf bölgesi var. Oradaki Amerikan Üssü’nde ABD’nin eğitip donattığı Arap militanlar var. ‘Suriye Özgür Ordusu’ diye geçer. Bizdeki Suriye Milli Ordusu’yla karıştırmamak lazım. Mesela bu militanlara haftalar öncesinden ABD’nin, “Suriye’de önemli şeyler olacak, siz de hazırlanın” dediği batı medyasında çıktı. Trump’ın dediğinin tersine bu son yaşanan gelişmelerin tamamen Türkiye’nin kontrolünde olduğunu düşünmüyorum. Trump işi şuraya getiriyor; “Esad düştü. Siz de bu işin liderliğini yapıyorsunuz. Biz zaten petrol bölgesini kontrol ediyoruz, Rusya da limanları alır, siz de El Kaide’nin devamı olan HTŞ ile Suriye’yi yönetin, hayrını görün.”Türkiye’nin de bunu kabul edeceğini zannetmiyorum. Zaten Türkiye’nin baştan planı da bu değildi.
‘Bütün bu yıkımın bir tarafı Türkiye‘
Türkiye’nin en baştaki planı neydi?
Esad’la görüşelim, Suriye’de bir çatışma çıkmadan barışçıl şekilde merkezi otoriteyi kuralım. Türkiye’nin 2016’dan sonra birinci önceliği Esad’ın gitmesi değildi. Türkiye’nin önceliği, PYD’nin sınırlandırılmasıydı. PYD’yi nasıl sınırlandıracaksınız? Şam’da güçlü bir merkezi otorite kurmanız lazım. Türkiye iki haftadır, “Güçlü Suriye, merkezi otorite, güçlü Suriyelilik” diyor. Türkiye 13 yıldır Suriye’deki iç savaşın taraflarından biri. Bütün bu yıkımın bir tarafı Türkiye. Şimdi bu saatten sonra kurun bakalım güçlü merkezi bir otorite. Nasıl kuracaksınız? Türkiye’nin Suriye’deki temel sorunu bu.
MİT Müsteşarı İbrahim Kalın, Colani şoförlüğünde Şam’ı gezdi. MİT Başkanı neden böyle bir fotoğraf verdi? Kalın’a göre Bakan Fidan biraz daha ittihatla davranıyor…
Bu Erdoğan’ın hükümeti. MİT Müsteşarı İbrahim Kalın da Hakan Fidan da seçilmiş siyasetçiler değiller. Bu isimler Erdoğan’ın ‘tensipleriyle’ oraya uygun gördüğü insanlar.
Yani o görüntü Erdoğan’ın bilgisi dahilinde değil mi?
Erdoğan’ın bilgisi, kontrolü dışında bir inisiyatif aldıklarını zannetmiyorum. Dolayısıyla bu sistem içinde ‘bu isim farklı, bildiğiniz AKP’lilerden değil’ gibi olabileceğini hiç düşünmüyorum.
‘O fotoğrafta Erdoğan’ın onayı vardı‘
O zaman şöyle sorayım; Erdoğan neden MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’la HTŞ lideri Colani’nin bu fotoğrafı vermesini istedi?
Bir yanıyla iç politika için. Çünkü 13 yıldır Suriye meselesinde muhalefet hep “Siz Emevi Caminde namaz kılacaktınız, Suriye’de başarısız oldunuz” dedi. İbrahim Kalın’ın bu denli kritik ve dünya basınına çıkacak bu fotoğrafının, Erdoğan’ın bilgisi ve onayı dahilinde olmadığını iddia etmek, Türkiye siyasetini hiç bilmemektir.
13 yılın sonunda AKP iktidarı bunu başardı ve Emevi caminde namazı kıldı görüntüsü verilmek istendi. Gerçek anlamda bunu bir başarı ve zafer olarak mı görelim? Objektif bir şekilde değerlendirirsek, bunun başarı ve zafer olduğu görüşünde değilim. Çünkü 2011 yılında Emevi caminde namazı haftalar ya da aylar içine kılınacağı öngörüsüyle bu yola çıkıldı. Ve Davutoğlu’nun söylemiyle 100 bin mülteci kırmızı çizgimiz olarak baştan konuldu. 100 bin olan kırmızı çizgi 4 milyonun üzerine çıktı, haftalar içinde gidecek olan Esad 13 yıl daha iktidarda kaldı, yanmış yıkılmış bir ülke, terör örgütleri kontrolünde geniş toprakların yönetildiği bir komşu ve 13 yılda Suriye merkezli terör örgütlerinin Türkiye’de düzenlediği ve yüzlerce insanımızın hayatını kaybettiği saldırlar… Suruç ve Ankara katliamı, İnönü stadı patlaması, Hava Kuvvetleri saldırısı, havalimanı saldırısı ve son olarak TUSAŞ’a yönelik saldırı… Dolayısıyla bu resmi ortaya koyup, 2011’e doğru sararsak filmi, Erdoğan ve Davutoğlu bunu kabul eder miydi? Çok ciddi şüphem var. Erdoğan, kendi muhasebesini yaptığında bunu zafer olarak gördüğünü sanmıyorum. Ama bu iç politikada bir algı olarak kullanılacak. Ne kadarını toplum satın alır bilmiyorum. Dışarıya da “Şam’a ilk biz geldik” mesajı verildi.
‘2011’den hiç ders çıkartılmamış‘
Erdoğan’dan devam edelim o zaman. “Türkiye, Türkiye’den büyüktür. Biz 782 kilometrekare ile sınırlı kalmamalıyız” dedi. Erdoğan bunu diyorsa sizin söylediklerinizin aksine demek ki Suriye politikasından bir ders çıkaramamış…
2011 yılında Suriye’de muhalefeti silahlandırarak komşu ülkede iç savaşla iktidar değişimine girişmek, Türkiye tarihinin en cüretkâr dış politika adımıydı. Ankara tarihinde bunu hiç yapmamıştı. Suriye meselesi Türkiye’nin en büyük dış politika ve güvenlik krizi sorununa dönüştü. 2011 yılında zafer kazanılacağı düşünülüyordu, Davutoğlu’nun deyişiyle biz Ortadoğu’nun lideri, hizmetkarı ve sahibi olacaktık. Ancak bugüne bakıldığında hiç öyle bir manzara yok. Davutoğlu yine heyecanlanıyor bugün. Onun heyecanı gördükçe, bende büyük endişe doğuyor… Demek ki 2011’den hiç ders çıkartılmamış. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Davutoğlu söylemleriyle bunu yadsısa da Türkiye sorunlarına rağmen Ortadoğu’da örneği olmayan bir ulus devlettir.
Bu ülke 1923’te kurulurken Arap dünyasıyla arasına net bir çizgi çekti. Ümmetçi ve pan-İslamcı ideoloji reddedildi. Erdoğan’ın bu söylemi bu ulus devlet gerçekliğini görmezden geliyor. Burada temel iki sorun var. Bir, Türkiye toplumunun çoğunluğunda bu durumun kaygı yarattığını düşünüyorum.
Erdoğan sözleri için değil mi?
Tabii… Çıkın çarşıya pazara sokağa. Arap dünyasında bizim ne işimiz var diye bakıyor toplumun çoğunluğu. Suriye meselesi Türkiye toplumu açısından bir milli dava olmadı. Kıbrıs gibi bir hassasiyet yok Suriye’ye dair.
İki, Arap dünyası ve Suriye’nin buraya bakışı. Orası da “Bu ülkenin ismi Suriye Arap Cumhuriyeti” diyor. Oradan buraya baktıkları zaman “Osmanlı mirasçısı, bizi 500 yıl yönetti ve dolayısıyla biz bunlardan bağımsızlığımızı aldık, bunlar tekrar bizi mi yönetmeye geliyorlar” kaygısı var.
Ama Türkiye’nin niyeti biraz oraya kayıyor…
Bunun ne Türkiye’de ne de Arap dünyasında alıcısı var. Ortadoğu’da bunun gerçekleşebileceği bir zemin yok.
İsrail haritada büyüdü. Golan tepelerini aldı, Şam’a da yaklaştı. Başka bir yandan mümkün oluyor…
Suriye’nin parçalanması zaten İsrail’in çok tercih ettiği bir şey. Bu operasyonun ve Şam’ın düşmesini biz Ekim 2023’te Hamas’ın başlattığı ve arkasından İsrail’in insanlık dışı askeri operasyonu ve Hizbullah’la çatışması ve bunun İran’la bölgesel çatışmaya dönmesinden bağımsız düşünmeyiz. İsrail, İran’ı Suriye’den çıkartmak istiyordu. Hizbullah’la İran arasındaki kara bağlantısını ortadan kaldırmak için. Hem bunu başardı hem Suriye’deki merkezi idareyi yok ederek ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirdi. İran’dan İsrail kadar nefret eden ikinci bir aktör de HTŞ’nin temsil ettiği selefi siyasi ideoloji. Colani gelir gelmez, “İran buradan çıkacak” dedi. Bu bağlamıyla Suriye’den İran’ın çıkması, Suriye’de merkezi otoritenin hiçbir zaman güçlenerek İsrail için tehdit olmaması, İsrail’in birinci önceliği. Ama Türkiye’nin önceliği bu değil. Türkiye’nin önceliği en başından beri güçlü bir merkezi otorite. Ama Türkiye tıpkı İbrahim Kalın’ın bindiği yolcu koltuğu gibi 2011’de de 2024’de de yolcu koltuğunda oturuyordu. Erdoğan’ın iki üç haftadır Esad’a “Gel oturalım” demesini ben samimi buluyorum.
Şimdi Suriye’de merkezi bir otorite kurulacak. Bunun ordusu nerede? Hava Kuvvetleri nerede? İsrail yok etti. Donanması var mı? Yok. Nasıl merkezi otorite kuracak? Devlet bir toprak parçasında silahlı şiddetli meşru olarak kullanma hakkına sahip tek örgüttür. Merkezi otorite bu silahlı gücü nereden alacak? Hava Kuvvetleri gitti, donanması gitti, bütün askeri tesisleri bombalandı… Şam’da güçlü bir merkezi hükümet kurulacaksa PYD üzerinde nasıl hakimiyet sağlayacak? Gerçekte olan Netenyahu’nun 2 bin 800 metre yükseklikteki dağın tepesine diktiği İsrail bayrağı. O zaten Suriye’yi bölmek istiyor. O tercihine uygun bir stratejiyle gidiyor. Bizim stratejimiz orada PYD olsun, HTŞ olsun, SMO olsun vs vs değildi.
‘Suriye savaş yorgunu‘
Merkezi bir otorite yok ama ortada bir örgüt var ve o örgütün elinde öyle ya da böyle silahlı bir güç var. Bu merkezi otoritenin olmaması yeni bir iç savaşa yol açar mı?
Yeni bir iç savaşı öngörmek çok zor. Suriye aynı zamanda bir savaş yorgunu. 13 yıldır burası savaşıyor. Baas rejiminin otoriter olduğu aşikâr. Ciddi baskıcı bir rejimdi. Ama Suriye’ye yönelik şu söyleniyor: Suriye zayıf bir devlet. Yani etnik ve mezhepsel olarak parçalı bir yapısı var. Bu rejim 13 yıldır ülkenin temel büyükşehirlerini elinde tuttu. Aynı zamanda silahlandırılan binlerce cihatçıya karşı bunu yapabildi. Suriye’deki çöken devlet mekanizmasının suriyelilik kimliğinin hiç de öyle zayıf olduğunu düşünmüyorum.
Ama Rusya’nın rejime çok ciddi desteği vardı. Hatta rejim tam düştü düşecek dendiği zaman Rusya 2015’te müdahale etti…
Şöyle örnek vereyim. Bugün Almanya’ya 15-20 bin cihatçı sokun bir ayaklanma çıkartın, Almanya devleti değil 13 yıl, 13 ay dayanamaz. Suriye’nin dayanabilmesinin sebeplerinden biri genetiğinde, daha kurulurken istikrarsızlığa bağışıklığı olması. Esad’ın önünde Kasım 2024’e kadar olan bütün sorunlar şimdi Türkiye’nin desteğiyle de kurulmaya çalışılacak Şam’daki merkezi otoritenin önünde de duruyor. Güçlü merkezi bir otorite nasıl kurulacak, dahası Esad’ın ordusu vardı o da yok şimdi burada.
Merkezi otorite meselesiyle ilgili SDG Komutanı Mazlum Abdi ve PYD Başkanlar Kurulu Üyesi Salih Müslim HTŞ’ye ılımlı baktıklarını söyledi. Hatta Salim Müslim, HTŞ’lilerin kendilerine “Halep’te sizinle çatışmak istemiyoruz” dediklerini ve bu söz üzerine SDG güçlerinin Halep’ten çekildiğini söyledi. Merkezi bir hükümet kurulana kadar HTŞ ve SDG’nin ortak hareket etmesi mümkün mü?
Aklıma Devlet Bahçeli’nin Öcalan çıkışları geliyor. Orası için Türkiye’nin önceliklerini ve birtakım endişelerinin giderilecek şekilde bir çözüm bulunması lazım. Bu harekatın olacağını Bahçeli de Erdoğan da biliyordu. Bunun öncesinde bir açılım yapılmak istenmiş. Türkiye’nin önceliği Şam’da kurulacak merkez otoriteyle Kürtlerin yaşadığı bölgenin bir şekilde uzlaşması olur. Ama ABD ve İsrail böyle bir çözümü ne kadar destekleyecek ne kadarına taş koyacak?
Suriye’deki Kürtlerin Irak’taki gibi demografik bir gücü yok. Irak’takine benzer bir yapının Suriye’de ortaya çıkartılması daha zor. Dahası Barzani ve Türkiye arasında, Barzani ailesinin muhafazakâr ve dindar yapıya sahip olması, Irak Kürdistanı’nın Nakşibendi bağlantıları vs Barzani, Türkiye için daha kabul edilebilir bir ‘Kürt’. Şimdi Suriye’nin Kuzeyinde daha seküler bir yapı var ve PYD, PKK’nın kolu. Ve İslami Kürtler Irak’takinin aksine daha zayıf.