
MURAT SEVİNÇ
Üçüncü yazı…
İlk yazıda parlamenter hükümet biçiminin temel özelliklerini, ikinci yazıda İYİ Parti’nin sistem önerisini özetlemeye çalıştım. Üçüncü yazı DEVA Partisi’nin hükümet şekli ve siyasal sistem önerisi üzerine.
DEVA Partisi, İYİ Parti’den daha kısa ve büyük ölçüde ana-ara başlıklardan oluşan, ayrıntıya girmeyen bir metin yayınladı. ‘Demokrasiye Geçiş Eylem Planı’ başlığını taşıyan metnin açıklayıcı başlıklarından biri, yine ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ hakkında. DEVA için de parlamenter sistem önerisi salt bir hükümet şekli olmaktan öte, bütüncül bir demokrasi arayışını ifade ediyor; bu nedenle güçlendirilmiş parlamenter sistemin, ‘özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi’ için bir yol/yordam olduğu vurgulanmış.
Metnin dibacesinde, genel başkan Ali Babacan’ın günümüzü tanımlarken “2018 yılından itibaren ise demokrasimiz Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin saldırısı altında” deyişi dikkate değer. Halihâzırdaki hükümet şeklinin demokrasiye bir ‘saldırı’ olduğu tespiti. Partinin hukukçu vekili Mustafa Yeneroğlu ise ayrı bir giriş yazısı kaleme almış ve doğru biçimde, hedefledikleri hükümet şeklinin, kapsamlı bir demokrasiye geçiş bakımından önemini vurgulamış: “…özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin bütün kural ve kurumlarını içeren, siyasi iktidarın yapılanması ve işleyişinde denge ve denetleme mekanizmalarına yer veren, hükümet istikrarı yanında demokratik ve ekonomik istikrarı sağlamayı da ilke edinen Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilmesini öneriyoruz.” Yinelemekte yarar var, DEVA da İYİ Parti gibi, kavramın ‘güçlendirilmiş’ kısmını öne çıkararak, asıl sorunun ne olduğunu sergilemeye çalışmış.
DEVA önerisi, anayasanın sistematiğine de uyarak, ‘temel hak ve özgürlükler’ konusundaki vaatlerle başlıyor. Bir önceki yazıda hatırlatmıştım, her anayasa tartışması kaçınılmaz biçimde önceki döneme tepki niteliğindedir ve adını koyarak ya da koymadan, öneriler, geçmiş dönemin sorunlarına çözüm içerir. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi misali, önümüzdeki metnin her satırı da, hepimizi nefessiz bırakan bu dönemin ‘özgül’ dertlerine deva olma iddiasında. Yasa önünde eşitlik, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin güvence altına alınması, sosyal hakların güçlendirmesi, basının serbestçe çalışması, RTÜK bağımsızlığı ve medya tekellerinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması, sivil toplum kuruluşlarının önündeki engellerin kaldırılması, kadın ve gençlerin katılımlarının artırılması vs. Tüm bu konularda, ana başlıklar halinde sunulan öneriler/vaatler, şu an her ne yaşıyorsak bir kez daha yaşanmamasını sağlamak üzere kâğıda dökülmüş.
DEVA, TBMM’nin durumunu anlatırken ‘yasaların,’ TBMM’de oylansalar da aslında Külliye’de hazırlandığını, dolayısıyla yasa yapımında asıl yetkili-etkili makamın ‘yürütme’ organı haline geldiğini lafı eğip bükmeden, açıklıkla belirtmiş. Bu satırları okurken, insan “Güzel de dört yıl önce, iktidar partisi bünyesinde bu acayipliği desteklerken ne umuyordunuz acep?” sorusunu sormadan edemiyor! Bu kapsamda en hayırlı vaatlerden biri ‘torba kanun’ saçmalığına son verileceğinin belirtilmesi. Hani şu, ‘filanca kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin falanca kanunda değişiklik yapan feşmekan kanun,’ anormalliği. Metin, her önerisini ‘müzakereci, katılımcı ve şeffaf’ sıfatlarıyla zenginleştirmiş. Güzel, ancak şunca yıl, muhalefette olup da bu sıfatları anmayan bir parti bulunmadığını bir kez daha hatırlatmakta da yarar var.
TBMM ve cumhurbaşkanı arasındaki ilişki, klasik parlamenter sistemin gerekleriyle kuruluyor. İki başlı yürütmenin bir başı, sembolik yetkilerle donatılmış saygın bir devlet başkanlığı makamı ve diğer baş, meclise karşı sorumlu bakanlar kurulu. Bu da, daha güçlü bir meclis demek. Fakat DEVA, güçlendirmenin sözde kalmaması için TBMM’nin hükümeti denetleme yollarına işlerlik kazandırılacağını vaat ediyor. Meclis soruşturması, araştırması, soru vs. Bu konu parlamenter sistemlerin en ciddi açmazı hakikaten ve yalnızca hukuksal düzenlemelerle çözülmesi mümkün değil. Bir partinin mecliste çoğunluğu elde etmesi, yasama ve yürütmenin birleşmesi sonucunu veriyor. Bu halde asıl bağımsız olması gereken organ, yargı. Bir de tabii, söz konusu yasama-yürütme birlikteliğinin meclisi tümüyle işlevsiz hale getirmemesi için bazı denge-denetleme mekanizmalarının kurulmuş olması gerekli. Bunun için de demokratik teamüllerin gelişmiş olması. Ezcümle, Türkiye’de olmayanın! Burada hem kurumlar, hem gelenekler rol oynuyor.
Bütçe konusuna ve Sayıştay denetime yapılan vurgular ayrıca anılmalı. Seçim barajının düşürülmesi, siyasi partiler hukukunun demokratikleştirilmesi, ‘siyasi etik kanunu’nun çıkarılacak oluşu, siyasette ve yönetimde demokratikleşmeyi sağlamaya yönelik tedbirler olarak düşünülmüş. Güzel, ancak ‘etik’ ile ‘yasa’ arasında kurulan ilişki, sorunlara salt ‘norm’ ile çözüm üretilebileceği yanılgısından mustarip.
Yukarıda söylediğim gibi, DEVA’nın önerisi klasik parlamenter sistem. Yedi yıllığına seçilecek ve partisiyle ilişiği kesilecek sembolik bir cumhurbaşkanı. Ezcümle, 1961 Anayasası’ndan 60 yıl sonra, oradaki doğru formülün kabulü söz konusu. Allah sevdiği kuluna, eşeğini önce kaybettirip sonra buldururmuş ya, Türkiye sağı da ‘zorla kaybettirdiği’ eşeği on yıllar sonra buluyor, neyse ki!
Parlamenter sistemin sağlıklı işleyebilmesi için gerekli olan diğer düzenlemeler/ilkeler de anılıyor; örneğin hükümeti kurmanın kolay, düşürmenin zor olması, hükümetin düşürülebilmesinin yeni başbakanın belirlenmesi şartına bağlanması (yapıcı güvensizlik) vb. ‘Yapıcı güvensizlik’ Almanya’da var ve şimdilerde muhalefet partilerinin önerilerinde yer almaya başladı; ancak biraz büyütülüyor. Almanya’da demokratik sistem, ‘yapıcı güvensizlik’ mekanizması nedeniyle demokratik değil, başka koşullar nedeniyle demokratik olduğu için böyle bir mekanizma anlamlı hale gelebiliyor. Bunlar, bir sonraki yazıda.
Türkiye’nin geleceği bakımından çok önemli olan ‘yerel yönetim’ konusunda şunları söylemiş DEVA: “Yerel ihtiyaçlar, nüfus artışı, çevresel sorunlar ve vatandaşların talep ve beklentilerindeki çeşitlilik ve kamu hizmetlerindeki verimliliği dikkate alarak yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarını yeniden belirleyeceğiz. Yerinden yönetim ilkesine uygun olarak yerel demokrasiyi güçlendirecek, merkez ve yerel arasında millet iradesine saygı çerçevesinde bir denge kuracağız. Merkezî idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisinin kullanımını hukuka uygunluk denetimi ile sınırlandıracağız.” (s.32)
Yargı bağımsızlığına ilişkin, yıllardır önerilen makul ‘hukuksal’ çözüm önerilerini yineliyor DEVA metni. Tabii yine tümü ‘hukuksal’ çözümler. İtiraz edilecek pek bir şey yok doğrusu ve beni daha çok ilgilendiren her kuruldaki kadın üye sayısının artırılmasına, İYİ Parti gibi, DEVA’nın da özel vurgu yapıyor olması. AYM konusundaki öneriler de, yargı bağımsızlığını daha ziyade ‘üye profilinde çoğulculuğu’ sağlayarak gerçekleştirme yönünde. Bunlar tartışmalı konular. TBMM tarafından üye seçilmesinin yargı bağımsızlığına katkı sunacağını varsaymak (ki üye seçim yöntemleri yargı bağımsızlığının sağlanması açısından kuşkusuz çok önemli), Türkiye tarihini özellikle vesayet ilişkileri üzerinden okumayı tercih eden hukukçular arasında hayli yaygın bir kanaat. Buna mukabil, tartışmalı tercihler bir yana burada asıl önemli olanın, AYM’yi güçlendirme hedefi olduğu kanısındayım. YSK ve Sayıştay gibi başlıklarda da aynı biçimde, ‘bağımsızlık’, ‘açıklık’ ve ‘güvenilirlik’ vaatleri belirleyici durumda.
DEVA’nın hükümet biçimi ve siyasal sistem konusundaki önerisi, konuların ayrıntısına girmeyen, genel hatlarıyla ‘demokratik kamuoyunun’ taleplerine kulak veren, tartışmaya açık saptamalar barındıran, yaşadığımız deneyimin niteliğinin farkında, derli toplu bir metin. Diyeceğim, metni hazırlayanların daha düne dek AKP içinde yer aldığını hatırlayıp da sinirlenmezseniz, sorun yok, hatta umut verici olduğu dahi söylenebilir.
Bir sonraki yazı, İYİP ve DEVA önerilerinin ‘genel’ eleştirisi üzerine olacak.
İklim krizi notu: Murat Türkeş ile yapılmış bu iklim krizi söyleşisini (soundcloud) buraya bırakıyorum.