• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, sahipsizdir! (1)

03/01/2020 20:28

MURAT SEVİNÇ

Birkaç yazı devam edecek ve konuyla fazlaca haşır neşir olmamış okurun ilgisini hedefleyen bu kısa dizide, CHS’nin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) anayasa tarihimiz içindeki yerini ve buradan hareketle anlamını, muhtemel geleceğini anlatamaya, tartışmaya çalışacağım.

Temel iddiam, söz konusu sistemin anayasa tarihimize yabancı biçimde, bir ‘sahibi’ olmadığı. Evet, bana kalırsa ilk kez ‘sahipsiz’ bir sistemle yönetiliyoruz.


Kabul edildiği aşamada fazla gürültü vardı, belki şimdi biraz daha sakin düşünmek mümkün olabilir. Yazacaklarım içinde bilmediğiniz yok muhtemelen, yalnızca bir ‘toparlama,’ hepsi bu. 

İktidar gemisinden atılanlar bir günde doğru yolu buluverdi ve “O gün içimiz kan ağlayarak evet oyu verdik,” demeye başladı bile. Diğerleri de bulacaktır, kuşkunuz olmasın! İlk gün yazdığımı yinelemek isterim: Bu acayip sistem, iktidarın yalnızca memlekete değil, kendi kendine attığı büyük bir kazıktır.

Yeryüzündeki herhangi bir demokraside eşi benzeri olmayan ve bir ‘sistem’ sıfatıyla tanımlamanın dahi doğrusu cesaret istediği CHS’nin ‘dökümü’ hakkında kapsamlı bir değerlendirmeyi Prof. Kemal Gözler yaptı. Gözler’in ‘sabırla’ kaleme aldığı ve daha sonra değineceğim (bir buçuk yılın muhasebesi) makalesini, buradan okuyabilirsiniz.

Okuyacağınız yazıların derdi ise kesinlikle ‘hukuksal’ bir kâr-zarar hesabı değil. Eğer halihazırda ders veren, öğrenciye ‘yürürlükteki’ anayasal sistemi anlatmakla yükümlü bir öğretim üyesi olsaydım, o zaman kendimi buna mecbur hissedebilirdim. Ne mutlu ki, değilim! 

Eğer hukuk fakültelerinde, CHS sanki olağan bir sürecin sonunda, üzerine kafa yormaya değer bir yapı kurmuş gibi anlatılıyorsa, çok yazık. Az sayıda fakülte ve öğretim üyesi haricinde, ne yazık ki böyle anlatıldığını tahmin ediyorum! Daha da acıklısı, Türkiye üniversitelerinin geldiği yerde, ‘sistemin başkanlık sistemiyle bir ilgisi yok’ ifadesinin dersliklerde soğuk rüzgârlar estirdiğini, öğrencinin şu cümleyi işittiğinde dahi ‘tedirginlik’ yaşadığını duyuyorum. Öğrencilerin birbirinden, çoğu muhalif hocanın muhbir öğrencilerden çekindiği dersliklerde. 

(Yeri gelmişken, değerli meslektaşları, Anglosakson literatürden aktarmayı sevdikleri ve son derece hijyenik anlatım imkânı sağlayan şu, ‘seçimli otoriterlik’ kavramı üzerinde ‘artık’ bir kez daha düşünmeye davet etsem, çok mu yadırgatıcı olur?!)

Bir kez daha Mümtaz Soysal’ı anarak, sonda söyleyeceğimi başa alayım: Anayasaları yaşatan içlerindeki sözcükler değil, dışarılarındaki hayattır. 

Türkiye’de anayasa tartışmasının hiç sona ermemesinin başlıca nedeni anayasa metinleri değil; sınıf ve sınıfları bölen çeşitli kimlikler arasındaki mücadelenin sonucu olan siyasal çatışmaların ve uzlaşmazlıkların, kolaycılığa kaçılarak ‘hukuk metinlerine’ havale edilmesidir. Metinler genellikle zannedildiği kadar günahkâr değil.

Peşrevi daha fazla uzatmadan; Türkiye tarihinde kabul edilen anayasaların en temel niteliklerini, devlet başkanının konumunu ve yaşanan bazı siyasal sorunları bir iki satırla özetlemek istiyorum. Tarihsel süreç göz önünde bulundurulmadan güncel siyasal açmazların anlaşılabilmesi pek mümkün değil.

Her ne kadar Osmanlı-Türk anayasal gelişmeleri 19. yüzyılın başından, 1808 tarihli ‘Sened-i İttifak’tan (Osmanlı’nın ‘Magna Carta Libertatum’u) başlatılsa da, ilk Osmanlı-Türk anayasasının tarihi 1876’dır. Batı demokrasileriyle karşılaştırıldığında çok geç olmayan bir tarih bu. 1876’da Osmanlı İmparatorluğu meşruti monarşiye geçmiş, sultanın yetkileri ilk kez sınırlanmıştır. O tarihten itibaren 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları kabul edilmiş, anayasal sorun olarak adlandırılan sorunların tartışılması ve neden olduğu siyasal-toplumsal ayrışmalar sona ermemiştir. 

İlk anayasa 1876 tarihli ‘Kanun-u Esasi’. Herhalde söylemeye gerek yok, bir monarşi olduğuna göre, devlet başkanı ‘sultan’. Kanun-u Esasi’nin dördüncü maddesine göre “Zat-ı haziret-i padişahi hasbel hilâfe din-i İslâmın hamisi ve bilcümle tebai Osmaniye’nin hükümdar ve padişahıdır.” Tahmin edilebileceği gibi sultan dokunulmaz ve sorumsuz. 

Bu Anayasa’da 1909 yılında yapılan değişikliklerle, tek tek saymaya gerek yok, ‘sultanın’ yetkileri ‘sınırlandırılıp’ meclisin gücü artırılmıştır. Bir burjuva hareketinin başlangıcı olarak da değerlendirilen 1908’teki II. Meşrutiyet’in ilanı ardından gerçekleştirilen 1909 ‘tadilatının’ çok önemli bir yönü, yaklaşık 100 yıl devam edecek olan ‘parlamenter’ geleneğin temellerini atmış olmasıydı. Parlamenter sistemin ana ilkesi olan, ‘bakanların meclise karşı tek başlarına ve toplu sorumlulukları’ ilkesi, söz konusu değişiklikle kabul edildi.

1909’dan 2017 yılının nisan ayına dek toprağımızda, darbe dönemi kesintilerini saymazsak, ‘meclis üstünlüğü’ ilkesi ve ‘parlamenter sistemin’ temel ilkesi kabul edilmişti. Türkiye seçmeninin yarısı, yüz yıllık bir geleneği güle oynaya çöpe attı, yaklaşık üç yıl önce. 

İkinci anayasamız, 1921, ‘Teşkilat-ı Esasiye’. 

Bu çok özel bir metin. Osmanlı İmparatorluğu ve 1876 Anayasası ‘hukuken’ varlıklarını sürdürürken, Anadolu’da kurulmakta olan yeni devletin anayasası, 23 Nisan 1920’de açılan birinci meclis tarafından kabul edilmiş ve 1924’e dek aynı toprakta iki anayasalı ilginç bir dönem yaşanmıştır. 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı esnasında kabul edilmiş bir devrim/savaş anayasası niteliğinde. Bu bağlamda Fransızlar’ın 1792 Anayasası’na benzetilebilir. 

Nitekim, bir savaş esnasında son derece kullanışlı olabilecek ve 1789 Fransız Devrimi sonrası yürürlüğe giren anayasanın da kabul ettiği, ‘meclis hükümeti’ yani ‘konvansiyonel’ sistem benimseniyor. Yasama ve yürütme yetkileri tek elde, ‘mecliste’ toplanıyor. Anlayacağınız bugün bildiğimiz anlamda bir ‘devlet başkanı’ yok ve bu sistemde olamazdı da. Meclis başkanı genel kurul tarafından bir dönem için seçiliyor. İcra Vekilleri (yürütme organı) heyetinin de bir ‘reisi’ var ama Büyük Millet Meclisi reisi, yürütmenin de ‘doğal’ başkanı (reis-i tabii).

Meclis’in demokratik-katılımcı yöntemlerle hazırladığı ve yalnızca ‘23 madde ve bir ek maddeden’ oluşan bu kısa anayasa, ‘yerel özerklikler’ sistemini kabul etmesi açısından da çok özel. Türkiye anayasacılığında yerel özerklikler sistemi 1924 Anayasası ile terk edildi.

Hal böyleyken, günümüz siyasal koşularında 1921 Anayasası’nın zaman zaman yeniden gündeme gelmesi son derece anlaşılır bir durum ve örneğin 1921’in benimsediği yerel özerkliklerin, bugün daha çok HDP’nin savunduğu ‘özyönetimden’ daha ileri olduğunun altını çizmekte yarar var.

Bu anayasa döneminde ‘devlet başkanlığı’ konumu, 29 Ekim 1923 tarihli (kanun no.364) anayasa değişiklikleriyle yaratıldı. Değişikliğin ilk maddesi ‘cumhuriyet’ ilan ederken, dördüncü değişiklik (metinde ‘madde 10’ olarak geçiyor) ‘Türkiye Reisicumhuru’nun nasıl seçileceğini hükme bağlıyordu. 

Gerek 1876 Anayasası, gerek o anayasada 1909 yılında yapılan değişiklikler ve 1921 (savaş!) Anayasası’nın ‘sahipleri’ ile ilgili metinlerin anayasa geleneğimiz içindeki yerleri bellidir. Tarihsel koşullarla ve o koşullara yön verenlerin talepleriyle, yönetici zümrenin çıkarlarıyla uyumludur. 1924 Anayasası gibi.

Devam edeceğim…

Kategori:Agora

Tüm yazılar: Murat Sevinç

SON HABERLER

Mourinho: Türkiye liginin nasıl bir yer olduğunu dünyaya gösterme anlamında başarılıyım

Fenerbahçe’nin hocası Jose Mourinho “Türkiye liginin nasıl bir yer olduğunu bütün dünyaya gösterme anlamında başarılıyım” dedi.

Joe Biden'a prostat kanseri teşhisi konuldu

Eski ABD başkanı Joe Biden’a, kemiklerine kadar metastaza neden olan türde prostat kanseri teşhisi konuldu.

Tanrıkulu: Komisyon mutlaka yasayla kurulmalı

CHP Diyarbakır Millletvekili Sezgin Tanrıkulu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu’ kurulması teklifine karşılık kendilerinin geçmişte sundukları yasa teklifini hatırlatarak eksiklerinin tamamlanıp değerlendirilebileceğini belirtti.

Süper Lig'de küme düşen üçüncü takım Sivasspor

Süper Lig’de küme düşmesi kesinleşen üçüncü takım Net Global Sivasspor oldu.

Uzaktan çalışanlar daha yalnız, üzgün ve öfkeli hissediyor

Anket sonuçları uzaktan çalışanların kendilerini daha yalnız, üzgün ve öfkeli hissettiklerini gösterdi.

Benim kahramanım Süleymani değil Bakhtiyari
Trump, İran'ın 'vezir'ini aldı: Savaş kapımızda

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 757 gündür hapiste

YAZARLAR

Elinden çıkanı kulağın duysun

Mustafa Dağıstanlı

Ali Özgentürk için: Böyle mi olmalıydı!

Ayhan Tinin

Çocuk, sınırsızlıkta değil, sınırda büyür

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

Murat Sevinç

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

Yeşil zeytini neden yemedin Sait?

Ayhan Tinin

GÜNÜN 11’İ

Pınar Yıldız Yüksel: Türkiye yaşlı nüfus hızında Japonya'nın izinden gidiyor

Savaşkan İskefli: Otomobil almak yüksek vergiler nedeniyle toplumun büyük kesimi için neredeyse imkânsız

Ümit Akçay: 19 Mart operasyonunun ekonomik etkileri, iktidarı girdiği yoldan çevirecek bir etki yapmadı

Esfender Korkmaz: Dezenflasyonist politika aracı olarak yatırımların durdurulması çok yanlış

Sedat Bozkurt: İktidarın 'terörsüz Türkiye' diyerek önüne koyduğu amacı o gün bu akademisyenler devletten talep ettiler

Nevşin Mengü: Ekrem İmamoğlu dosyasından belli ki 'ahtapot' çıkacak

Fehmi Koru: Körfez ülkelerinde krallar gibi karşılandı Trump…

Gözde Bedeloğlu: Geleceğin mimarları, sanatçıları, bilim insanları üstleri başları parçalanarak gözaltına alındı, tutuklandı

Şükran Pakkan: İnsanları onurlu kılan; ispiyoncu olması değil, özgürlüğe, hakka ve adalete inanmasıdır

Zeynep Aktaş: Yatırımcı yeniden borsaya yönelirken altın geriliyor

İlber Ortaylı: Medeniyet Kulübü'nden bir öğrenci, protestocu grubun içine dalıp kavga çıkarmış

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×