İşin en vahim yanı, Tayyip Erdoğan’ın olayın üzerinden birkaç saat bile geçmeden ‘fail’i tespit etmiş olması ve bundan ötürü ‘paralel yapı’ adını verdiği Fethullah Gülen ve Cemaat’i işaret etmiş olması.
… Bu, son derece ciddiyetsiz bir durum. Türkiye devletini olduğundan da daha büyük zaaf içinde tüm dünyaya göstermeye yarayan bir davranış. Çünkü, devletin en üst düzey yetkililerinin Dışişleri Bakanı’nın makam odasında yaptıkları ‘mahrem içerikli’ bir toplantının dinlenilmiş olması gibi ilk planda hangi teknoloji ve elektronik usullerle bunun yapılabildiğinin çok ciddi bir araştırma sonucu ortaya çıkarılması ve bunun için ciddi bir süreye ihtiyaç gerekirken olayın tümüyle ‘Cemaat’ üzerine yüklenmesi yani ‘fail’in sözde belli olması, soruşturmaya ihtiyaç bırakmıyor. Zira, ne de olsa, bu yaklaşıma, bu zihniyete göre bu ‘casusluk olayı’nın ve ‘vatana ihanet’in faili belli olmuş bulunuyor.
Böyle bir ciddiyetsizliği ‘muz cumhuriyetleri’nden bile bekleyemezsiniz. Maalesef, Türkiye’de bu da söz konusu oldu. Bundan da önemlisi, devlet için çok büyük bir güvenlik zaafının, Tayyip Erdoğan ve bir kliğin, ‘siyasi hasım’ bildikleri için ‘cadı avı’ başlatmak için ‘araçsallaştırılması’dır. Yapılmak istenen budur.
Bunun işaretleri verilmiştir bile. 30 Mart sonrasında, 1800-2000 kişiyi kapsayacak ‘iddianameler’ hazırlanacağı ve ‘Suriye konulu ses kaydı’ konusunun bu amaçla kullanılacağı iddiaları ortada dolaşıyor veya dolaştırılıyor. Türkiye’de rejimin demokrasiden giderek uzaklaştığı ortada. Söz konusu ses kaydının, ‘anti-demokratik gidişat’tan bir yukarı evreye geçiş, yani ‘Mc Carthyist’ ve ‘faşizan’ bir ‘take-off’ olarak değerlendirilmeye çalışılması ihtimali belirmiştir.
Türkiye öyle bir ‘geçiş’e uygun bir ülke mi? Türkiye halkı öyle bir rejime ‘geçit’ verecek bir durumda mı?