Maraş katliamı bir yalanla başladı:
Yalanın bilançosu:
7 gün süren katliamda 150’ye yakın insan öldü.
Sivas katliamı bir kışkırtmayla başladı:
Kışkırtmanın bilançosu:
7 saat sonunda 35 insan katledildi.
Malatya katliamı bir palavrayla başladı:
Palavranın bilançosu:
Malatya Zirve Yayınevi’nde çalışan biri Alman, ikisi Türk üç Hıristiyan, boğazları kesilerek öldürüldü.
Böyle kanlı tarih sicili olan bir ülkede, hem de Gezi eylemi sırasında, polisin direniş karşısında parktan çekilmek zorunda kaldığı aşamada, “elleri deri eldivenli, üstleri çıplak, başı badanalı 70-100 kişilik bir grubun, yanında 6 aylık bebeği olan başörtülü bir kadını taciz ettiği, saldırdığı, yerlerde sürüklediği” yalanını üretirseniz, bunun adı “katliam davetiyesi”dir.
Bu yalanı üreten akla, “iftiracı” denir.
Bu yalanı kullanan Başbakan, “halkı kin ve düşmanlığa sevk” etmiş demektir.
Bu yalana ortak olanlar da “işbirlikçilikle, tahrikçilikle” itham edilir.
Vebali, tarihte yazılıdır; büyüktür.
“Camilerimize birayla girdiler. Yolda kızımıza saldırdılar” diye kürsülerden ısrarla yalanlar haykıran, sonra dün iki yalanı birbirine karıştırıp, “bira şişesiyle kızımıza saldırdılar” yalanını uyduran ve inananları kışkırtan sesin, tarihte benzer seslerin yaktığı aydınlara, kestiği kafalara, sıktığı kurşunlara bakıp “Bir katliamı da ben tetiklemiş olmayayım” diyerek öfkesini yatıştırması ve özür dileyip susması gerekir.
“Kızcağızın eli uf olmuş, psikolojisi bozulmuş, ne çok gözyaşı dökmüş” diye ağıt yakanların da o günlerde vahşice dövülerek öldürülen, arabalar altında ezilen, gaz fişeğiyle katledilen, kör edilen, sakat bırakılan gençleri ve hâlâ mahkeme kapılarında hak arayan ailelerini hatırlayıp biraz utanması gerekir.