
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Şu cümle neden böyle kuruluyor:
“Bir etnik grup olarak Lazlara bakıldığında otokton olarak var oldukları coğrafyanın iki ulus-devletin sınırları içinde olduğu görülmektedir.”
… da şöyle kurulmuyor:
“Lazların anayurdu iki ulus-devlet arasında bölünmüştür.”
Ya da şöyle:
“Lazların anayurdu iki ulus-devletin topraklarına yayılır.”
Dört ‘olmak‘lı cümlede anlatılan basit gerçek bundan başka bir şey değil ki.
Bir örnek daha:
“Lazona adlandırılması Lazistan’a göre çok daha yenidir. Dilin canlanmasına, yok olmamasına dair hamleler yapılmaya başlandığında, Laz kimliğine dair ilk uyanışların filizlendiği 1990’larda yerel adlandırmalar noktasında Lazistan’ın karşısında Lazona terim olarak ortaya çıkarılmıştır.”
İlk cümledeki ‘adlandırılması‘ yanlış, ‘adlandırması‘ olmalı. Gelelim ikinci cümleye. İki ‘olmak‘ var, Tayyip’in kulaklarını çınlatan ‘noktasında‘ var, iki de ‘dair‘ var. Uyanış filizlenir mi? İkinci uyanış da mı var? Çöp dolu bu cümle. Neden şu basit gerçek şu sadelikte söylenmemiş:
“Lazona adlandırması Lazistan’a göre çok daha yenidir. Laz kimliğinde uyanışların, Lazcayı canlandırma hamlelerinin başladığı 1990’larda Lazistan yerine Lazona terimi ortaya atıldı.”
Bu cümleler neden böyle? Bilime böyle cümlelerin yakıştığı düşünülüyor da ondan. Böyle cümleler, yazarın ele aldığı konuyu enine boyuna, derin derin düşündüğünü, entelektüel olduğunu gösteriyor sanılıyor da ondan. Bu cümleleri Özlem Şendeniz’in ‘Kimdir Bu Lazlar? – Laz Kimliği ve Sanal Mekânda Lazca‘ kitabından aldım. Bu çalışma, aslında, Şendeniz’in tezi (herhalde doktora tezi, ama emin değilim, söylemiyor çünkü). İletişim Yayınları bu tezi kitap diye basmış.
Benzer cümlelere başka akademik metinlerde ya da akademisyenlerin makalelerinde daha önce de epey rastladım, keşke bir kenarda biriktirseymişim, daha bol kaynaktan örnekler verebilirdim o zaman size. Şendeniz’in kitabı bu örneklerle dolu.
Bir yanlış anlama var sanki yazma ve bilim yapma konusunda. Bilimsellik öncelikle araştırma yöntemiyle, yaklaşımla ilgilidir, düşünmekle olur yani, üslupla, edayla, yazma canbazlıklarıyla değil. Evet, bilimsel yazı hangi bilginin, hangi yorumun, hangi kavramın neye, kime, nereye dayandığını vermek zorundadır, bu da başka metinlerde elzem olmayan bir disiplin gerektirir, ama işte o kadar. Mesele, vardığınız sonuçları mümkün olan en anlaşılır, güzel bir dille aktarmaktır.
Bazan bu dil o kadar da basit olmayabilir, gündelik hayatta kullanmadığımız, hatta daha önce duymadığımız kavramlar barındırabilir, bu kavramlarla daha önce duymadığımız, bilmediğimiz düşünceler anlatılıyor olabilir. Donanımımız yeterli değilse anlamayabiliriz bu metinleri, zorlanabiliriz, ama o metin yine de sade olmak zorundadır – basit değil ama sade.
Matematiksel bir ifadeyi de anlamayabiliriz, ama emin olun o ifade sadedir, basit değildir, karmaşıktır ama karışık değildir, sadedir. Matematik diline, o ifadenin diline gereksiz laflar (terimler, rakamlar, işaretler) sokarsanız bir matematikçiye de hiçbir şey anlatamazsınız. Daha doğrusu, bir matematikçi o ifadenin yanlış olduğunu anlar, eksik ya da fazla herhangi bir işaret ifadeyi yanlış kılar. Sadelik esastır.
E işte, yazı da aslında böyledir; evet daha çok laf kaldırır bir metin, ama bunun da bir ölçüsü, bir istiab haddi vardır, aşarsanız kimse bir şey anlamaz. Şendeniz’in kitabı böyle. Neredeyse hiç sade cümlesi yok, bir okunuşta şıp diye anlaşılan. Yetmezmiş gibi, bir de uzun cümlelerle yazmaya düşkün. Kitabın başında, Teşekkür bölümünün son cümlesi ilk işareti vermişti bana:
“Tezimi Lazca dilini anadil olarak öğrenen, kendini Lazca hızlı ifade eden ve fakat Türkçeyi daha yavaş ve temkinli kullanan, ben bu satırları yazarken kanser tedavisi gören anneannem Huri Hindistan’a ve Lazca ile evlendikten sonra karşılaşan -çocukluğumda Lazca ile ilk karşılaştığı ‘o’ ânı anlatarak Lazca’nın başka bir dil olduğu bilgisini ötekinin gözünden aktaran- babaannem Ulviye Şendeniz’e ithaf ediyorum.”
Tabii ‘anadil‘ değil, ‘anadili‘ olacak, aksi takdirde, mesela bir ülkedeki en yaygın dil anlamına gelir (lingua franca karşılığı), bunu anlatmak istemiyoruz halbuki, değil mi? ‘Lazcanın‘ derken de apostrofla ayırmaya gerek yok, zaten Şendeniz de ‘Türkçeyi‘ derken ayırmamış. Bu dediklerim işin kolay tarafı. Çirkin, ahenksiz bir cümle bu, yine de gramer olarak doğrudur belki (siz bir bakın), ama doğru olmasının ne önemi var?
Yazma konusunda İngilizce için klasik sayılan bir kitap var: The Elements of Style, William Strunk Jr., E.B. White. Bu incecik kitabın koyduğu ilkelerden biri şudur:
“Bir cümleyi sen yazarken zorlanıyorsan okur da okurken zorlanacak. O zaman, bırak onu, yeniden yaz. Net ol.”
Şendeniz’in o teşekkür cümlesi öyle kolayca yazılamaz; anlamak için yazandan daha büyük çaba sarfetmek gerekir. Yazarlar okurdan çaba bekleyebilir, birçok durumda da beklemelidir, ama bunun gibi cümleleri çözmek için değil. ‘Kimdir Bu Lazlar?‘ kitabı bu cümlelerden geçilmiyor.
Girişten bir örnek:
“Bütün çaba dil, kimlik ve bellek arasındaki kurulan anlığın mekânsal farklılıklar ve sınırlılıklar ile belirlenen doğasının ve devletin hemen bucağında filizlenen varlığının konumlanışının ilk elden tasviri ile birlikte ortaya çıkan yeni mekân ve performansların araştırılmasıdır.”
Bu kadar -nın cümleyi berbat eder zaten.
Giriş’in beş altı sayfasını okudum, mim koymadığım cümle neredeyse yok gibi. Anlayamıyorum, anlamak için cümleleri defalarca okumak zorunda kalıyorum… Yıldım. İkinci bölüme geçtim, aşina olduğum bir konu: Lazların etnik sınırları ve bu sınırların değişimleri. Bu bölüm de anlaşılmaz, kötü, bazan da düpedüz bozuk cümlelerle dolu. Daha çok örnek vermek manasız.
Kitapta (okuduğum kadarında) çok fazla tekrar da var, bunlar bazan birkaç sayfa arayla, bazan da ardarda:
“Doğu Karadeniz’de ekonomi ve eğitim nedenli göçlerin Türkiye örneğinde en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir.
Doğu Karadeniz içinde yöre olarak işaretlediğimiz Lazların ağırlıklı olarak yaşadığı mekân, yöre Türkiye’nin en çok göç veren bölgelerinden biridir.”
Cümleler çok kötü zaten, yanlış.
İlk cümlede ‘Doğu Karadeniz‘ olacak, ‘de atılacak. ‘Türkiye örneğinde‘ demeye hiç gerek yok. Ama Şendeniz bu fazlalıklara çok gerek duyuyor, bütün metinden anladığım bu. Daha bir oturaklı, tumturaklı, dolu buluyor olmalı böyle söylemeyi. Birkaç örnek vereyim:
‘yükselen aktivizm hareketinin‘: ‘Aktivizm hareketi‘ saçma zaten, ‘yükselen aktivizmin‘ demek neyi eksik bırakıyor?
“Karadeniz Ansiklopedik Sözlük‘te Laz maddesinin içeriğinde ‘Türkiye’de ve Türkçe’de Lazi halkına verilen isim’ bilgisi yer almış…”
Bu cümle de sakat, fakat ‘maddesinin içeriğinde‘ demeye ne gerek var? Var çünkü, ‘içerik‘ söyleyişe derinlik katan kelimelerden sayılıyor, sanılıyor. Bu cümle şöyle olmalıydı:
“Karadeniz Ansiklopedik Sözlük, Laz kelimesini ‘Türkiye’de ve Türkçe’de Lazi halkına verilen isim’ olarak tanımlıyor.”
“… güncel durumu betimlemekle birlikte aynı zamanda…”: Tuhaf bir tekrar; “betimlemenin yanısıra” demek varken.
“… tarihi tam kesin olmamakla birlikte”: kesin o kadar keskin, o kadar tam bir kelimedir ki bir destek tam’ına ihtiyacı yoktur.
“mekanlar arasındaki seyahat”: seyahat zaten bir mekandan öbürüne olur.
“yazılı döküman”: doküman zaten yazılı nesnedir; belge, vesika karşılığı.
“… göç pratiği ile birlikte hafızanın, hatırlama ve unutma mekanizmalarının da yapısı değişmiştir.”: Sadece ‘göç‘ yeter, zaten ‘pratiği‘ de yanlış burada, ama bayılıyor birçok kimse bu pratiğe.
Başka yanlış kullanımlar da var, mesela ‘nüans‘. Şöyle yazıyor:
“Üstelik bu kilit taşının taşıdığı yükün önemli nüansını, dili anadil olarak öğrenenler ile iki dili bir arada öğrenenler ve tek dili öğrenerek büyüyenlerin aynı zaman diliminde ve etkileşim ağı içerisinde var olmaları oluşturmaktadır.”
Cümlenin bezdiriciliğini bir yana bırakalım, nüans buna denmez; ince, kolay görülmeyen fark demektir nüans.
“Sanal mekân ise web 0.2 ile gündelik hayatlara iyice içkin bir biçimde dahil olan interaktif iletişime…”: içkin biçimde dahil olunmaz, içkin zaten içinde olan, yapısal olarak içinde olan demektir. Bir şey içkin hale gelebilir belki zamanla.
Kitabın ancak 40 sayfasını okuyabildim, gördüğüm biçimsizliklerin, yanlışların tamamını döküp açıklamaya kalksam 40 sayfa tutar.
Şendeniz’in sevdiği kelimeler var, bazan yersiz olsa da onları kullanmış, hatta belki onları kullanmak üzere kurmuş cümlelerini: göç pratiği gibi, nüans gibi, içkin gibi, otokton gibi… Bunlar ‘plastik kelimeler’dir, gerçek değil, gerçekmiş gibidirler, bilimsellik havası verirler, bilimsel değildirler. (Uwe Pörksen’in Plastik Kelimeler kitabını yazı yazan herkes okumalı, Türkçeye çevrilmiş.)
Şendeniz’in bu sınıftaki kelimelerinden biri ‘dair‘. O kadar çok kullanıyor ki usanıyorsunuz. Şu arabaşlıktaki deyiş durumu anlatmaya yeter:
“Lazların vatandaşlık performanslarına dair kısa bir bakış”
‘Dair‘ demezse tezin bilimselliği suya düşecek, önemi azalacak sanki, benzer öbür plastik kelimeler gibi.
Özlem Şendeniz her cümlede önemli, derin bir şey söyleme, basit gerçekleri bile karmaşık bir meseleyi açıklar gibi anlatma, en basit olguyu bile sanki teorik bir formülasyon halinde ifade ettiğini gösterme, her cümleyi sofistike bir kisveye bürüme aşkıyla yazmış tezini. Böyle yazınca söyleyeceğiniz asıl şey gömülür gider, zaten anlaşılmaz cümlelerle boğuşarak boğulan okur tezinizden tez usanır, okumayı bırakır. Bir sadelikle söylemelisiniz sözünüzü; katkınız, fikriniz, ortaya koyduğunuz cevher parlasın diye.
Üstelik Şendeniz tezinin önemi ve değeriyle ilgili iddialı şeyler söylüyor. Kitaba şu cümleyle giriyor mesela:
“Bu çalışma iki izlek -mekân ve performans- üzerinden, günümüz toplumlarında bellek, aidiyet ve kimlik ilişkisinin nasıl kurgulandığını Lazca ve Lazlar örneği ile sorgulamaya açmıştır.”
Bu mesele daha önce hiç sorgulanmamış mıdır bilmem, konunun ehli kişilere bırakalım işin bu yanını. Ama bu iddiadaki bir tezin, bir kitabın böyle anlaşılmaz, okunamaz yazılmaması gerekirdi. Şendeniz kendi büyük emeğine yazık etmiş.
Gelgelelim, mesele Şendeniz’in kötü yazmasıyla sınırlı değil. Bu teze birileri onay verdi. Okumadan mı verdiler? Bazı örneklerini verdiğim cümlelerle yazılmış bu tezden ancak meseleyi zaten bilenler bir şey anlamış gibi yapabilir. Başkaları tarafından okunacağını hiç mi düşünmediler? Türkçenin bu kadar kötü kullanıldığı bir çalışma profesörlerin onayından nasıl geçebilir?
Peki, geçti, Türkiye’de olmayacak da nerede olacak böyle bir şey, ya İletişim Yayınları’na ne demeli? Yayına hazırlayan biri var bu kitabı, hiç mi görmedi düpedüz bozuk cümleleri? Benim asla anlamadığım, anlama çabasıyla birkaç kere okuduğum cümleleri hemen anladı mı editör, okurların da hemen anlayabileceğini mi düşündü?
Editörler editörlükten sessizce çekilmesini bilmelidir abiler.
VAR MI CEVABI OLAN?
Okurların sorup okurların cevaplayacağı bu bölüme sorularınızı bekleriz.
Cevaplar için adres (herşeyim herkese açıktır, her isteyen mesaj atabilir):
Üstünde ile üzerinde arasında bir fark var mı, varsa nedir?
Yazınızdaki ‘içinde‘ – ‘içerisinde‘ kullanımları için aktardığınız kullanım karmaşasının benzerinin ‘üstünde‘- ‘üzerinde‘ kelimeleri için yaşandığını farketmiştim ve daha geçen hafta arkadaşlarıma doğrusunun ne olabileceğine dair sorular sormuştum.
“Merkez Bankası politika faizini %40’ın üstüne çıkardı” diyen de var, ‘üzerine‘ diyen de. Aradaki farkın ne olduğuna dair tartışmaya tutuştuk. Sonuçta ‘üzeri‘nin daha somut, ‘üstünde‘nin ise daha soyut olabileceğine dair bir karara vardık. Ancak tilkiler zihnimizi rahat bırakmadı. Merve Yıldız Güler
DİLE GELENLER
Boğaza takılan kılçıklar
Yazınızda kullandığınız kılçıklı dil ifadesini okuyunca yazmak istedim. Bu tanımınız bazı yazıları okurken ya da bazı konuşmaları dinlerken hissettiğim şeyi çok iyi ifade ediyor. Dili çok iyi kullanan, kurallarına hakim birisi olmadığım halde bazen okuduğum şeyi yarım bırakıyorum boğazıma takılan kılçık sebebiyle.
Dili kötü kullanmaktan daha kötü olan bunun farkında olmamak ya da alışmak bence. (…) dil konusunda hassas yazarlar arttıkça belki dilimizdeki kılçıkları da yavaş yavaş temizleriz. Öznur Karakoç
Oldu olacak
Bir furyadır gidiyor: Yapıyor olacağım, bakıyor olacağız, geliyor olacaklar… Katkı sağlıyor olacağım, bile duydum. Bakacağız, yapacağım, gelecekler yazsalar keşke. Behiye H. Malkoç
DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN!
Ben Berlin’de yıllardır Heinrich Heine yapıtları ile Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nden Türkiye ile ilgili belgeleri çevirip Türkçe okura iletme çabasında bir emekliyim. Ekte size 100. Yıl’da yayımladığım ‘Alman Lawrence’ ile ‘Müslüman’ başlıklı çalışmamı ve Heinrich Heine’den son çevirilerimi pdf olarak gönderiyorum. Türkiye’de (‘içerisinde‘ falan demediğimden mi ne?) dokuz köyün dokuzuna da sokulmayan çalışmalarım belki ilginizi çeker.
‘Lawrence‘ çalışmamın 4. cildini gelecek yıl yayımlayabileceğimi düşünüyorum. Serdar Dinçer
MAD: Belki sizin de ilginizi çeker, Serdar Dinçer’in muazzam bir çabanın ürünü kitapları Favori Yayınları’ndan çıkmış.