BEHZAT ŞAHİN
@behzatsahin7
Aksaray Meydanı’nın Gurabahüseyinağa Mahallesi tarafı tam bir yemek merkezi. Çoğu ciğerci, kebapçı. Rastgele de girseniz vasat yemek bulamazsınız, vasat zaten buralarda ayakta kalamaz. Ancak tamamı içkisiz. Halbuki meydanın diğer kısmına, deniz tarafına geçince içkili mekânlar, hatta bar ve gece kulüpleri gırla. En meşhuru da Bacardi.
Vatan Caddesi başındaki metro istasyonu etrafında, her türlü kebabın nefis kokuları arasında takılalım dedik o akşam, lakin anason kokusu da eşlik etsin istiyorduk yemeğimize.
Belli bir yaştan sonra kolay dost edinemiyor insan. Ahbaplıklar kuruyorsun da hani öyle ortak geçmişin ve anıların olmadan, derinlemesine dostluk biraz zor. Ama Günay’la (Çalışal, 63) neredeyse ikinci buluşmadan başlayarak içten bir dostluk kuruldu aramızda.
Efendim Günay, inşaat mühendisi. Tanışmamız da komşuluk hukukundan. Bizim dükkân malum, Cibali’de. Günay da Balat’ta, Bulgar Kilisesi Vakfı’na ait tarihi eser vasfındaki yıkık dört katlı bir binanın müteahhitliğini yaparak ayağa kaldıran kişi. Ama ne bina. Ortak bir tanıdığımız aracılığıyla bir konuyu danışmak için uğramıştım. Yaptığı işe hayran kaldım. Çabuk kaynaştık.
O akşam üstü inşaata uğrayıp ayarttım kendisini.
Kerahet vakti bile olmadan girdik Az İç’in kapısından. Öyle yazıyor tabelada, ‘Az İç Birahanesi’. Paçacı Hasan’ın yanı başında. Daracık cephesi yanındaki dükkânların arasına sıkışmış gibi.
Dar koridorun sağında tek sıra halinde dört kişilik masalar, soldaki bar tezgâhı ve meze dolabından sonra iki sıra masa daha var.
Görür görmez isme vurulduk ama zaten alternatifler de sınırlı, hepi topu iki içkili mekân var burada. Diğeri, az ilerideki Aksaray Pub Restaurant.
Mekân ismiyle müesemma, öyle tersine pazarlama yöntemi filan değil, içerken kararını aşana servisi kesiyorlar. Daha da tuhafı, şimdiki sahibi, 40 yıllık ömründe ağzına bir damla alkollü içki koymamış.
Girişteki ilk masaya oturduk. Ben sırtımı sokağa verdim, salonun büyük bölümüne hakimim. Birer bira, az fıstıkla soluklandık. Çünkü koku yaptığı için patates kızartmıyorlar. Bizim dışımızda yalnız oturan birkaç kişi var, birinin önünde 35’lik viski şişesi ve çerez, diğerlerinde bira…
Eh, artık rakıya geçelim. Tabelayı dikkate alıp abartmadık ve bir 50’lik sipariş ettik. Hele mezeyle de donattık mı masayı…
Donatamadık. Dolapta biri hazır mayonez ve garnitür konservesi karışımıyla yapılmış Amerikan salatası, (evet, özellikle Amerikan salatası diyorum. Çünkü bu, Belçika asıllı Rus şef Lucien Olivier’nin icat ettiği, bizde Ekim Devrimi’nden kaçan Beyaz Rusların restoranlarında servis edildiği için Rus salatası adını alan salata olamaz), bir de onların haydari dediği ama en fazla dere otlu cacık diyebileceğimiz iki meze var. Yine de iyimseriz, yanına söğüş möğüş, ana yemeğe kadar idare ederiz artık, n’olacak?
Ama gelin görün ki ana yemek de yok! Zaten garson ve aşçı da yok. Tek kişiyle muhatabız. Zeki Demir (40), abisine yardım ediyor, o henüz gelmemiş. Pek candan.
“Eskiden çok daha kalabalık olurdu burası. Daha çok Arap müşterilerimiz olurdu, şimdi Mısır’a kaydı onlar.”
Şimdi genellikle Beyazıt esnafı iş çıkışı uğrayarak bir-iki bira içip devam ediyormuş.
İmkânlar dâhilinde donattık masayı. Söğüş, meze, ne varsa. Rakının asıl eşlikçisi muhabbet ise Günay’da bol. Bu mühendis zekâsı başka bir şey. Havaalanları konusunda uzmanmış aslında ama restorasyon işini zevkle yapıyor. İzliyorum, gerekirse eline malayı alıp sıvasını çekiyor ya da seramiklerini döşüyor. Benimle gevezeliğe de zaman ayırıyor bir yandan.
Biri bizim tepemizde, biri salonun sonunda bulunan televizyon ekranlarında İbrahim Tatlıses TV açık. Fatih Erkoç’tan ‘Gitme‘ kulaklarımıza çalınırken, ardından İbrahim beyin kendisi ‘Devamke‘yi söylüyor, ondan bayrağı Edis&Baran Mengüç devralıyor, sıradaki parçamız Ege’den geliyor: ‘Aşktan Söz Et.’
Cuma Demir (42), Zeki’nin abisi ve buranın asıl işletmecisi. Diyarbakırlılar. 1970 yılına uzanıyor mekânın mazisi; 54 yıl. 10 yıldır Cuma işletiyor. Çoğunlukla bira içiliyor, mezeleri yakındaki Yedi Kardeşler’den alıyorlar.
“Müşterilerin çoğu eski. Mekânın ilk sahibi Hüseyin Amca vardı. Bizi tanıyordu, bizden başkasına da vermezdi. Rahmetli oldu. İsmini Hüseyin Amca koymuş. İsme çok gelen oluyor.”
Tam o sırada ezan okunmaya başlayınca müziği kapattı Cuma. Ezandan sonra tekrar yanımıza geldi.
“Çok içeni engelliyorum. Bakıyorum ayakta duramıyor, vermiyorum. Ben hayatımda içmedim. İçenleri görüp tiksindim. Ama kokusu çok güzel. Viskide acıbadem kokusu var. Rakının da güzel.”
Ciğer söyledik. Nereden geldi bilmiyoruz ama güzel, bu çevreden bekleneceği üzere. Tam Diyarbakır işi. Kuzu.
Bizden sonra gelip bira içen ikinci masadaki beyefendinin hesaba itirazı çalındı o sırada kulaklarımıza:
“Böyle hesap mı olur, nasıl para kazanacaksınız?”
Yanlış duymadık, değil mi? Biri hesaba yüksek değil, düşük olduğu için itiraz ediyor!
Bizzat itiraz sahibine sordum, yanılmamışız.
Gökan Kaya (Gökhan değil, 51), fotoğrafçı. Stüdyosu Çemberlitaş’ta. Eve giderken neredeyse her akşam uğrarmış. Davetimizi kırmadı, masamızda alıkoyduk. 2005’te sıfırdan başladığı işinde şimdi kardeşleri de çalışıyormuş. @mediaartphoto’dan gördüğüm kadarıyla işinde çok iyi. Hemen kaynaştık. Üstelik Ayvansaray’daki tarihi eser sınıfındaki binasını yaptırıyormuş o da. Günay’da da tecrübe bol. Ayrılırken 40 yıllık dost gibiydik.
Patlıcanlı kebapta sıra. Bunu da bilmiyoruz, hangi komşudan? Biz yiyoruz, gerisine karışmıyoruz.
Ramazan (Demir, 52), biz geldiğimizde dört-beş masa ilerimizde önünde birasıyla tek başına oturuyordu. Dikkatini çekmişiz, merak etmiş. Buyur ettik. Cuma ve Zeki’nin abisiymiş. Beş yıldır Buenos Aires’te yaşıyormuş, Bolivya’da da evi varmış. Bu hikâyenin geçiştirilmesine izin veremezdik.
“Dur yahu, tane tane anlat.”
Mercan’da aksesuvar işindeyken Latin Amerika’ya gitmeye karar vermiş ve hemen harekete geçmiş.
“Bir anda karar verdim. Önce Sao Paola’da kaldım, ardından Paraguay’a, oradan Arjantin’e, sonra Şili’ye geçtim. Bolivya’da arkadaşım bir doğum günü partisine götürdü, eşimle tanıştım. Şimdi Buenos Aires’te Türk kahvesi işi yapıyoruz.”
Benim için son derece heyecan verici hikâyesini o pek mühim değilmiş gibi anlatıyor.
Burçlara inanmasam da benim gibi yay olduğunu düşünüp (Zaten sadece yay burcuna atfedilen özellikleri biliyorum) doğum tarihini sordum. Cevap: “01.01. Bütün Kürtler gibi.”
Az İç’i pek sevdim. Lokasyonu muhteşem, kendi halinde bir yer. Rakı masası müdavimliğine uygun olmasa da ara ara uğramalık. Üst kattaki dar tuvaleti ise şart değilse uğramamalık.
Sabah 09:00’da açılıyor, gece mesaisini bitirenler burada bira içip evlerine öyle dağılıyorlarmış. Gece 02:00’ye kadar hizmet veriyorlar. Ramazan ve kandillerde kapalı.
Hesabımız 2 bin 370 lira. Bira 100, 35’lik rakı 700, mezeler (varsa) 100, tavuk kanat-şiş 200, ciğer ve kebaplar 400 lira civarı.