HÜRREM SÖNMEZ
Çok kar yağmış, hatta uçaklar iptal olmuş. İç güvenlik yasasıyla ilgili Barolar Birliği Ankara’da bir yürüyüş tertip etmiş, binlerce avukat Sıhhıye’den Meclis’e yürümüşüz. ‘Faşizme karşı omuz omuza’ diye haykırmış herkes, durakta bekleyen yaşlı teyzeler alkışlamış, pencereden çocuklar el sallamış, sevinmişiz içten içe.
O gece daha da çok kar yağmış, uçaklar hâlâ kalkmıyor. Sabah İstanbul trenini beklerken bir çay içmeye girmişim gardaki lokantaya.
Elimdeki dergiye bakarken genç bir kadın yaklaşıyor yanıma, muhtemelen öğrenci. “Okuduğunuz dergi dikkatimi çekti, selam vermek istedim size, çünkü o kadar azız ki” diyor gülümseyerek. Ben de gülümsüyorum, iki satır sohbet ediyoruz, gidiyor sonra.
Okumaya devam ederken, gar lokantasında televizyon açık haberleri veriyor. Ses biraz kısık ama kulağıma sözcükler takılıyor o anda, “Gazeteci… Kadıköy… kartopu oynarken…” diyor, “Öldürüldü” diyor… Donmuş bir şekilde ekrana bakıyorum sadece, fotoğraftaki yüz tanıdık, olay anıyla ilgili konuşan yüzler tanıdık, mahallem dediğim yer Kadıköy, anlamaya çalışıyorum olan biteni….
Bir insan nasıl kartopu oynarken öldürülür
Trendeyim, kar altında yollardan, kasabalardan, köylerden geçiyoruz, bakıyorum ve düşünüyorum bir türlü aklım almıyor, bir insan nasıl kartopu oynarken öldürülür? Hani çocukluğumuzdan bu yana zihnimize yerleşmiş bir kare, pencereden kar tutsun diye beklemek, sokağa fırlamak genç yaşlı gülüşerek bağırış çağırış oynamak, o kadar masum bir şey işte kartopu dediğin.
Zorlu bir yolculukla hava kararırken varabiliyorum Kadıköy’e; yollar kar, çamur. Yeldeğirmeni karanlık, konuşmadan aynı yöne doğru yürüyen insanlar var, garip bir sessizlik çökmüş semte, dükkanlardaki konuşmaların hepsi önceki geceye dair.
Sonra yakın arkadaşlarımla buluşuyorum, konuşmadan kucaklaşıyoruz, sokak soğuk, karanlık mumlarla yürünüyor, çok ağır bir umutsuzluk çöküyor içime ve keder.
Sabahki genç kadın geliyor aklıma “Evet o kadar azız ki” diyorum kendi kendime, mahallem bildiğim Kadıköy’den cenaze kaldırırken.
‘Biz işinde gücünde insanlarız sayın savcım’
Nuh Köklü cinayeti davasının duruşmasını sanığın verdiği ifadeyi sosyal medyadan takip etmeye çalıştım dün. “Evinden işine, işinden evine giden bir insanım, çocuklarım var”, önemsiz bir cümle gibi görünse de, sosyopolitik alt okuması vardır o cümlenin. Yargı makamı ve adli kolluk karşısında ‘iyi hal‘ karinesidir.
Yargımızın kodlarını iyi bilen tecrübeli sanıkların ağzından çok sık duyarız bu yüzden “Vallahi ben ekmeğimin peşindeyim hakim bey…”, “Biz işinde gücünde insanlarız sayın savcım…”, “Biz vatanını milletini seven insanlarız memur bey…”
‘Yeni Türkiye‘nin getirisi bunlara dini vurgular eklenmesi oldu, “Elhamdülillah müslümanım” da deniyor artık savunmalarda.
‘Tek gayesi para kazanmak olan, evlenmiş çoluk çocuğa karışmış, askerliğini komando olarak yapmış, dinine bağlı, Türklüğü ile övünen, iyi vatandaşlar’ın ülkesidir burası. Dolayısıyla bir tür masumiyet nişanesi olarak sanığın lehine işler bütün bunlar.
Maktül ise ‘düşman saflarından bir hain’
Ölen ise sosyalisttir, solcudur, ne idüğü belirsizdir, ne din bilir ne iman, Türklüğün de düşmanıdır. Nitekim bu gerçeklerden haberdar olsun diye, sanığın abisi tarafından Cumhurbaşkanı’na yazılan mektup da dava dosyasına girmiş. “Vefat eden kişi AKP’ye karşı ve Gezi olayının öncülerinden” diyor.
Mektup dosyaya havale edilmiş ki sanık ve yakınlarının devlete ve cumhurbaşkanına sadık, tarikatını da izah edecek kadar iyi Müslümanlar, maktülün ise ‘düşman saflarından bir hain‘ olduğu tescil edilmiş olsun. Yargılamayı yapan mahkeme bu ‘önemli‘ bilgilere vakıf şekilde versin kararını.
Arkadaşım bu mektup üstüne çok doğru bir cümle kurmuş bugün ; “Bir mektup, bir rejimi, diktatörlüğü, faşizmi, kin ve nefreti, adaletsizliği, hukuksuzluğu bu kadar net anlatabilir mi? Tek bir mektup…” demiş. Evet tek bir mektupla nasıl bir pisliğin içine gömüldüğümüz bir kez daha önümüze koyuldu bugün.
Mektup Türkiye’nin özetidir
Bu mektup Türkiye’nin bugün geldiği noktanın özetidir. Halkın adaletten neyi umduğunun özetidir. Padişahından adalet ve merhamet ihsan etmesini isteyen günahkar kulların, şefaat talep eden cemaatin ‘asıl şeytanın ölen olduğunu‘ işaret edip selamün aleyküm diyerek yargıya ve topluma gönderdiği selamıdır.
Faşizm neşenin düşmanıdır; içki içenlerin, kızlı erkekli kar toplu oynayanların, devlete karşı gelenlerin, ağaç için eylem yapanların düşmanıdır. Ve faşist olan devlet değildir sadece, o devletin hepsi işinde gücünde iyi Müslümanlar olan ‘makbul vatandaşları’ da rejimi hainlere karşı canla başla savunmaya hazırdır.
Nuh Köklü cinayeti de politiktir
Kadın cinayetleri politiktir, ‘namus‘ dediğinde, ‘Gzüm döndü‘ dediğinde, himaye edileceğini bilir katil ‘erkek.’
İş cinayetleri politiktir, ‘Ne yapayım kaza mukadderat‘ dediğinde belâdan sıyıracağını bilir aç gözlü patron.
Ali İsmail’in, Nuh Köklü’nün öldürülmesi politiktir, ‘Haindi, rejim düşmanıydı, muhalifti’ dediğinde ‘kendisine bir güzellik yapılacağını‘ bilir katil esnaf.
Mazimiz devlet tarafından sırtı sıvazlanan katillerle doludur. Bütün bu ‘işinde gücünde aile babası Türk ve Müslüman iyi vatandaşlar’, çalıp çırpsalar da, tecavüz edip öldürseler de devlet babaları tarafından hoş görüleceklerini bilirler. Çünkü bu hâkim kötülük, iktidarını onlara borçludur, ihtiyaçları olduğunda da elbet şefaatini esirgemeyecektir.