MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Nasreddin Hoca hindisini papağan diye satılığa çıkarmış pazarda. Taliplerden biri işkillenmiş:
“Bu hiç konuşmuyor Hoca?!”
“Konuşmak da bir şey mi, bu düşünüyor” demiş Hoca Nasreddin.
Gazetecilerimiz de papağan olmadan önce biraz hindi olmalı, çünkü iyi yazmanın yolu, yazmadan önce düşünmektir, ezbere kelime dökmek değil. Klişelerden kurtulmanın yolu da aynıdır.
Geçen gün Işın Eliçin’i kızdıran ‘Gazze bataklığı‘ klişesini ele alalım. CNN Türk ekranda haber başlığı olarak şunu yazmış: ‘İsrail’i Gazze bataklığında ne bekliyor?‘
Işın, X platformundaki paylaşımında şunu diyordu:
“kj’ye bak ‘İsrail’i Gazze bataklığında ne bekliyor?‘ 2 milyon 300 bin kişinin yaşadığı, 2milyon 300 bin kişinin yurdu yuvası olan bir yeri bataklık olarak nitelemenin İsrail’in sivil katliamlarını meşrulaştırıcı yönünü göremiyor musunuz?“
Bu bataklık klişesinde birden fazla sorun var. Birincisi, bataklık, son derece verimli bir sulak alandır, özen gösterilmesi gereken bir yaşam ortamı, bir ekosistemdir. Sulak alanların korunmasını gözeten Ramsar Sözleşmesi bataklıkları da kapsar ve koruma listesinde bazı bataklıklar da var. Bataklığın kötü anlamda kullanılması doğabilimcileri öfkelendiriyor olmalı.
Gazze’nin bataklıkla hiç ilgisi yok. Gazze büyük bir toplama kampıdır. Bu toplama kampını İsrail şimdi bir kere daha, öncekilerle kıyaslanmayacak şiddetle vuruyor. Yetmiyormuş gibi bütün yaşamsal ihtiyaçlarını da kesti Gazze’nin. Suyunu da. Yani bataklığa, sulak bir ortama hiç benzemeyen bir yerden bahsediyoruz.
Bataklıktan kasıt, girdin mi çıkması zor yer, belalı durum kastediliyorsa da bu benzetme, klişe gerçeği saklıyor, yükü mazlumun sırtına veriyor. ‘İsrail’i Gazze bataklığında ne bekliyor?‘ deyip soykırıma yönelmiş bu saldırgan, işgalci güce bir masumiyet kisvesi kuşandırmış oluyorsunuz. Oysa 2 milyon 300 bin insanın yaşadığı Gazze’yi toplama kampı haline İsrail getirdi.
Bu klişe, bataklığı içinde iğrenç canlıların yaşadığı sevimsiz, tehlikeli bir yer sayar aynı zamanda, işte o zaman da Gazze’de yaşayanları nasıl tanımlamış, nereye koymuş olursunuz bir düşünün. İsrail böyle görüyor zaten Gazze’yi, içinde yaşayanları da (İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “İnsan hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre davranacağız” demişti), bizim de öyle görmemizi istiyorlar. “Gazze bataklığı” diyerek ne yaptığınızı bir düşünün.
“Klişeler çok zararlı” diye uyarıyordu Işın, muhatapları duyar umuduyla. Gerçekten de zararlı işte. Klişeler gerçeğin düşmanıdır, bilginin düşmanıdır, sahici duygunun düşmanıdır. Klişeler zalimin işine yarar, istediğiniz kadar mazlumun yanında olduğunuzu söyleyin ya da mazlumun hikayesini anlattığınızı sanın. Klişeler iktidarın dilidir, sahici duygular, sahici düşünceler yerine kalıplar koyup bunu pompalayarak toplumu da insanı da şekillendirmeye çalışan iktidarın. Biraz düşünmek bu tuzaklardan kurtarabilirdi CNN Türk’teki gastecileri.
Kurtarabilir miydi gerçekten? Türkiye’de iktidar güdümünde gastecilik yapan, iktidarın istediği kalıplarla, klişelerle iş tutan, bunları hakim kılmaya çalışan gastecilerin klişelerden kurtulabilmesi mümkün mü? Gazeteci, klişelere savaş açmış kişiye denir, iktidarın söylevini sözünü denetlemek, foyasını ortaya çıkarmaktır işi.
Görüntü klişeleri de var tabii, ekranda sunum klişeleri de. Televizyonda özellikle haber seyretmeye katlanamadığım için ancak üç beş saniye gözüme ilişen bir iki örnekten biliyorum, TRT’de mesela sunucu kadın büyük bir keder rolü sahneleyerek, tabii bunun en adisini becererek sunuyordu Gazze haberlerini.
Burada masa veya ekran başında ya da saha’nın kenarında (tabii Gazze’de değil, İsrail kontrolündeki güvenli alanlarda) gazetecilik yapan kimseler, asıl haberleri Filistinli gazetecilerin ter, gözyaşı ve kanla yazdığını, aktardığını bilmeli ve akıllarından hiç çıkarmamalılar. Geçenlerde Diken’de yazısını yayınladığımız Tareq S. Hajjaj’ın şu cümlesini de:
“Ne zaman sahada çalışmaya gitsem, dosdoğru kendi mezarıma yürüdüğüm duygusuna kapılırım.”
Hajjaj’ın yazısı 15 Ekim’de yayınlanmıştı, Gazze’ye saldırının başlamasından bir hafta sonra. 4 Kasım itibarıyla 31 Filistinli, 4 İsrailli, 1 Lübnanlı gazeteci öldürüldü. Üç gazeteci kayıp, 8 gazeteci yaralandı, 8 gazeteciyi de İsrail tutukladı. Birçok gazetecinin de kuşak kuşak ailesini öldürdü İsrail. Yetmedi, Filistinli gazeteciler ölüm tehditleri alıyor telefonla… 9 bin 448 insanın (3 bin 900’ü çocuk) bombardımanlarla öldürüldüğü bir ortamda çalışıyor Filistinli gazeteciler, Filistinlilerin hikayelerini anlatmak için. Hajjaj son yazısında da İsrail’in öldürdüğü iki gazeteci arkadaşını anlattı.
10 gün önce gazeteci Dan Cohen x’te “İsrail anlatının kontrolünü tamamen kaybettiğinden anlatıcıları öldürüyor” demişti. Hajjaj da o yazısında, sadece hikayeler anlatan biri olduğunu, ama işgalci bir güç için bir savaşçıdan daha büyük bir tehlike oluşturabileceğini söylüyordu. Dünya medyasının büyük çoğunluğunun uyguladığı sansüre, çarpıtmaya, baskıya meydan okuyarak hem de.
İşgalci için, zalim için, iktidar için tehlike oluşturabilmenin yolu hikayeni güzel anlatmaktır. Hajjaj da bunu yapıyor, yazılarına bir bakın. Biz de hikayelerimizi güzel anlatmalı, başkalarının anlattığı hikayeleri iyi aktarmalıyız.
Diken’de yayınladığımız yazısında dikkatimizi çekmesi gereken bir şey de şu:
“Yazamadığım, sadece telefonda anlatabildiğimde bile Mondoweiss‘daki meslektaşlarım düşüncelerimi hikayeleştiriyor. Sesimin duyulmasını sağlayanlar onlardır.”
Son yazısını da telefonda anlatmış Hajjaj. Editörlerimiz de bundan bir ders çıkarmalı. Gelen haberi iyileştirmesi, güzelleştirmesi gereken editör bunu yap(a)mayıp bir de klişeler düzüyorsa… CNN Türk’te o ekran yazısını, o klişeyi masadaki editörler yazmıştır. (Gazeteciliğimizde gerçek anlamda editörlük yapan kaç kişi kaldı acaba?)
Kıdemli bir haber sunucusu arkadaşım, ‘insanlık dramı‘ sözcüğünden bıktığını söyledi klişelere, süslü laflara örnek verirken. “Her görüntü böyle anlatılmaz ki, üç beş kalıpla tarif edilmez ki herşey. Sadece kafa karışıklığı, üzüntü ve hamasetin tonlarını görüyorum ekranda” dedi.
Sadece iktidar medyası kullanmıyor klişeleri, öteki medyanın dilinden düşmez süslü laflar, plastik kelimeler, kalıplar. Böyle metinler, sunumlar insanları, seyircilerini, okurlarını bayağı küçümsüyor aslında, onların duygulanamayacaklarını, düşünemeyeceklerini düşünüyor olmalılar ki duyguları harekete geçirici olduğunu sandıkları kalıpları, düşünce yerine koydukları klişeleri, tumturaklı sözleri bol bol kullanıp duruyorlar. Halbuki Turgut Uyar’ın şiir için söylediği şey her metin için, hele böyle durumlarda gazetecilik için de geçerli bir ilkedir:
“Duyguyu çok ölçülü kullanmak gerek.”
Ama asıl Ahmet Haşim’in şu cümlesi, iki hafta önce de yazmıştım, bütün gazetecilerin kulağına küpe olmalı:
“İnsan kanının ve gözyaşının bulaştığı faciaları teşbih ve istiareyle tasvire kalkışmak, hakiki ıstıraba karşı hürmetsizliktir.”
Şimdi Gazze’deki kıyımı anlatırken klişelere, süslere başvuranlar bu hürmetsizliği ediyorlar işte.