Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası ile faiz politikasına dair görüş ayrılığı içinde bulunmasının ve bunu ifade etmesinin yadsınacak tarafı yok.
Politikacılar dünyanın her yerinde seçim sürelerine endeksli bakış açılarıyla büyüme ve istihdam yanlısı ‘görünen’ parasal koşulları ister. ‘Görünen’ diyorum çünkü fiyat istikrarı sağlanmadan her ikisinde de kalıcı başarı gelmiyor.
Yasa niye var?
Türkiye’nin 1990’lar ve son 10 yıldaki deneyiminin karşılaştırılması bunu ortaya koyuyor. Merkez Bankası bağımsızlığı tam da bunun için; yani atanan teknisyenlerin fiyat istikrarını sağlamak üzere kısa vadeli politik baskılardan ari biçimde çalışabilmesi için yasayla oluşturuldu. Orta ve uzun vade demiyorum, çünkü zaten bankanın başkanı beş yıllık dönemler için başbakanın önerisiyle atanıyor.
Burada yadsınması gereken, görüş ayrılığının ısrarla kamuoyu önünde bankanın yöneticilerini zor durumda bırakır biçimde ifade edilmesi. Başbakan Erdoğan ocak ayındaki döviz kuru oynaklığına gem vurmak için yapılan şok faiz artışından başlayıp sözü geçen haftaki faiz indirimine getirerek şöyle diyor: “Sen dalga mı geçiyorsun? Yükseltirken beş puan birden yükseltiyorsun, şimdi yarım puan indiriyorsun. Başbakan isem kanaatimi düşüncemi, söyleyeceğim. Onun da bu noktada kendisine çeki düzen vermesi lazım.” İşte bu sözlerin idari yapılanmada yeri yok.
Ya da yeni bir düzen kurulur!
Ya Merkez Bankası’nın bağımsızlığını öngören yasası vardır ve başta hükümet olmak üzere herkes bunun gereklerine riayet eder ya da yasa kaldırılır ve yeni bir düzen kurulur, Merkez Bankası da o düzen içinde yerini alır.
Başbakan’ın mevcut yaklaşımı Türkiye’de Merkez Bankası örneğinde olduğu gibi ekonomiyi yönetmek için sorumluluk verilenleri olduğu gibi görünmekle, göründüğü gibi olmak arasındaki bir arafta bırakıyor. İktisadi hayatın bunu kaldırmadığını daha önce yaşayarak gördük.