İktidarın, özellikle de Erdoğan’ın Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden sonra Kuveyt Emiri’ni de yakın markaja alması, kısa vadede Türkiye’ye faydalı olabilir.
Kuveyt Emiri’nin Merkez Bankası’na emanet bırakacağı birkaç milyar dolar biraz nefes aldırabilir. Katar, BAE ve Suudi emirleri gibi Kuveyt Emiri’nin de Türkiye’de şirketler ya da gayrimenkuller satın alması kısa süreli bir heyecan yaratabilir.
Ancak daha öncekilerde olduğu gibi, Kuveyt olayında da durum değişmez.
Para nasıl geldiyse öyle çıkar.
Ekonomik krizden çıkış için uzun vadeli, stratejik unsurlar içeren bir yol haritasına ihtiyaç var.
O da ülkeye yabancı doğrudan sermaye girişinin, yabancı yatırımların ve ihracatın artırılmasından geçiyor.
Arap ülkelerinin Türkiye’de yatırım yapmasını sağlamak elbette önemlidir ama bunun beklenen ölçüde gerçekleşmeyeceği bugüne kadar anlaşılmıştır.
Türkiye dış ticaretinin ve turizminin asıl dinamosu Batıdır ve Batıyla normalleşip, o ülkelerden yatırım ve sermaye çekilebilmesi elzemdir.
Stratejik Akıl, “Avrupa düşman”, “Amerika düşman” söylemlerinin bir an önce bırakılmasını ve bu ülkelerle stratejik işbirliklerinin ve ekonomik ortaklıkların yeniden canlandırılmasını gerektirir.
Alman Cumhurbaşkanı’nın valiye karşılattırılması, Kuveyt Emiri’yle can ciğer kuzu sarması olunması stratejik akıl yoksunluğundan başka bir şey değildir.