
LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
Mevcut iktidarla ilgili yıllardır çok ciddi yolsuzluk iddiaları var. Üstelik bu iddiaların birçoğunun belgesi ortalığa saçılmış durumda.
Buna rağmen iktidara oy veren seçmen daha önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de yolsuzlukları sorun etmedi.
Sadece iktidar seçmenini ilgilendiren bir konu değil
Esasında bu soru uzun yıllardır herkesin cevabını aradığı bir soru.
Nereye gitsem, “Levent bey, dindar seçmen yolsuzlukları niçin sorun etmiyor?” gibi bir soruyla ben de karşılaşıyorum.
Bu tür bir soruya, “Peki dindar seçmen etmiyor da diğer seçmenler ediyor mu?” diyerek karşı bir soruyla cevap verir, sonra dilim döndüğünce cevaplamaya çalışırım.
Geldiğimiz noktada asıl sorulması gereken soru, “O kesim bu kesim demeden Türkiye’de seçmenler yolsuzluk iddialarını niçin sorun etmiyor?” sorusudur.
Yani siyasetçilere yönelik yolsuzluk iddiaları seçmenin oy tercihini niçin değiştirmiyor?
Çünkü bu mesele sadece iktidar seçmenini ilgilendiren bir konu olmaktan çıktı.
Ne demek istiyorum?
Anlatayım.
Sarıgül örneği
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, yaklaşık 10 yıl önce bir basın toplantısında dönemin Şişli belediye başkanı Mustafa Sarıgül’ü yolsuzlukla suçlamış ve bazı belgeler göstermişti.
Sonrasında da Sarıgül’ü Şişli’den tekrar aday yapmayarak bir anlamda tavrını ortaya koymuştu.
Muhalif kamuoyu Sarıgül’ün yolsuzluk iddialarını diline dolamış, adeta istenmeyen siyasetçi ilan edilmişti.
Aradan yıllar geçti ve bu iddialar ve suçlamalar unutuldu veyahut sorun edilmez hale geldi. Dahası, Sarıgül 2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklayınca yeniden kahraman ilan edilip Erzincan’dan milletvekili adayı yapıldı ve yüksek bir oy oranıyla milletvekili seçildi.
Başkaları da var
Sadece bu da değil.
CHP’li kimi belediye başkanlarıyla ilgili çok ciddi yolsuzluk iddiaları vardı.
Özellikle İstanbul’daki dört ilçe belediye başkanı, haklarındaki ciddi yolsuzluk iddialarına rağmen 2019 yerel seçimlerinde tekrar aday olmak istedi.
CHP Parti Meclisi’nin yaklaşık yüzde 80’i bu dört isme itiraz etmiş, aday yapılmaması gerektiği yönünde görüş bildirmişti.
Dahası CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, bu dört isim aday yapılırsa il başkanlığından istifa edeceğin açıklamıştı.
Bütün bu itirazlara rağmen Kılıçdaroğlu genel başkan yetkisini kullanarak bu dört ismi yeniden aday yaptı.
“Aday yapılırlarsa istifa ederim” diyen Kaftancıoğlu il başkanlığından istifa etmiş, telkinler sonucu istifasını geri almak zorunda kalmıştı.
Kendi parti yöneticilerinin iddia ve itirazlarına rağmen bu dört belediye başkanı aday olmuş, seçmen de bu iddiaları sorun etmemiş, bu kişileri çok yüksek oy oranlarıyla yeniden seçmişti.
Böyle onlarca örnek verebilirim.
Asıl mesele
Ama mesele bu değil.
Asıl mesele, bunca yolsuzluk iddiası seçmeni niçin etkilemiyor meselesi.
Sadece seçmeni de değil, kimseyi etkilemiyor.
Mesela Mustafa Sarıgül, hakkındaki onca iddiaya rağmen tekrar kahraman ilan edildiğinde muhalif kamuoyunda kimseden doğru düzgün tek bir itiraz gelmedi.
Sabah akşam iktidarın yolsuzluklarını yazıp konuşan ve bu iddialara tepki göstermeyen AK Parti seçmenine hakaret eden kimi gazeteciler, yazarlar, aydınlar, siyasetçiler de bu konuda tek bir söz etmedi.
“Bir dakika, bizim dürüst ve temiz bir siyaset iddiamız varken bu tercih, bu iddiaya ne kadar uyuyor?” sorusunu sormaya bile gerek duymadılar.
Söz etmemekle kalmayıp tam tersine Mustafa Sarıgül’ü adeta kahraman ilan ettiler.
Dahası itirazlara rağmen aday yapılan bu belediye başkanlarının seçilmiş olmasını muhalif kesimden kimse konu etmedi, bu meseleyi bir sorun olarak da görmedi.
Hâlâ da görmüyor, hâlâ da etmiyorlar.
O laftaki derin anlam
Yıllar önce bir sokak röportajında AK Partili bir vatandaşa iktidarın yolsuzlukları sorulduğunda vatandaş şöyle cevap vermişti: “Çalıyorlar ama çalışıyorlar.”
‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar‘ ifadesi uzun süre AK Parti seçmenine hakaret etmek için bir slogan olarak kullanıldı.
Bana göre bu söz göründüğünden daha derin bir anlam içeriyor.
Seçmen bir anlamda, ‘Hepsi hırsız ama en azından bunlar çalışıyor’ diyerek kötüler arasında bir tercihe zorlandığını dile getirmişti.
Bir önceki yazımda, “Bu seçim iyi ile kötünün yarışı değil, iki kötünün yarışıydı. Daha güçlü, vatandaşın tabiriyle daha çalışkan olan kötü kazandı” demiştim.
Kimi okurlarımdan muhalefetin kötülüğü ile iktidarın kötülüğünü eşitleme haksızlığına düştüğüm itirazları geldi.
Kötülük veyahut dürüstlük gramla tartılan, metreyle ölçülen bir şey değil.
Bozukluk varsa herkes imkanları dahilinde kötülük yapabiliyor.
Hepimizin aynaya bakması lazım
Neyse geleyim asıl meseleye.
Türkiye’de genel olarak bir toplumsal ahlak sorunu yaşıyoruz.
Sorun o kesim, bu kesim sorunu değil, hepimizin sorunu.
Bir toplum kesimini suçlamadan önce hepimizin aynaya bakması gerekiyor.
Mesela, daha az vergi vermek için yüksek gelirini düşük gösteren doktorlar, avukatlar…
Vergi kaçırmayı marifet sayan iş insanları…
Hastasına gereğinden fazla tahlil yaptıran, ilaç yazan doktorlar…
Kaçak inşaatta çalışan mühendisler…
Salla başı al maaşı anlayışıyla çocukların geleceğini çalan öğretmenler…
Mesleği toplumun yararını her şeyin üstünde tutmak olan ama kendi kişisel çıkarı için bir partinin, bir siyasetçinin taraftarına, yandaşına dönüşen gazeteciler, yazarlar, aydınlar…
Sırf üç beş oy almak için kendi partisindeki hırsızlıkları sorun etmeyen siyasetçiler…
Kaçak inşaatı kâr sayan müteahhitler…
Bütün bu insanlar ülkedeki yolsuzluklardan şikâyet ediyor. Dahası yolsuzlukları dert etmiyor diye toplumu suçluyorlar. Ama dönüp kimse kendi yaptığına bakmıyor.
Halbuki kimse bir başkasına ‘Gözünün üstünde kaşın var’ diyecek durumda değil.
Mevcut sistemin çarkları hepimizi birer hırsıza dönüştürmüş durumda.
Hırsızlık yapmadan, başkasının hakkını yemeden hayatın çarkını döndüremeyeceğimiz anlayışı, çoğunluğu rehin almış.
Bu nedenle de siyasetçilerin hırsızlığı bir sorun olarak görülmüyor.
Devletin ve siyasetin, hırsızlığı genel geçer hak olarak gördüğü bir ülkede iyi vatandaşlardan bahsetmek zor.
Kolaycılığa kaçmadan…
Kendi yaşamında bütün bu kötülüklerden olabildiğince uzak durarak yaşamaya çalışan insanlar elbette var.
Ama bunların çok azınlıkta olduğunu, o partili, bu partili demeden genel çoğunluğun ciddi bir ahlaki yozlaşma yaşadığı gerçeğini görmemiz gerekiyor.
Bu nedenle birbirimizi suçlamak yerine sorunun esas kaynağına bakmamız gerekiyor.
Suçu kötüler arasında siyasi tercihe zorlanan gariban insanlara atmak kolaycılığa kaçmaktır.
Asıl sorun, önce sistemde, sonra da bu ülkenin iyi eğitimli, ahlaki değer edinme imkânı daha yüksek kesimlerindedir.
Yani vergi kaçıran avukatında, doktorunda, iş insanında, işini düzgün yapmayan gazetecisinde, yazarında, mesleki sorumluğunu yerine getirmeyen akademisyeninde, öğretmeninde, siyaset yapmak amacıyla kaynak yaratmak için hırsızlığı meşru gören, üç beş oy için kendi içindeki hırsızları sorun etmeyen siyasetçisindedir.
Aydını, yazarı, gazetecisi, siyasetçisi, doktoru, iş insanı, avukatı, öğretmeni bozuk bir ülkenin toplumu iyi olamaz.
Bu nedenle o kesimi, bu kesimi suçlamadan önce hepimizin aynaya bakması gerekiyor.
Aynaya baktığımızda sorunun kaynağını da görmüş olacağız.