ERAY YILMAZ
@eraytarihi
Tarihçi. Akademisyen. Okuyor, yazıyor, öncelikle ruh sonra beden sağlığını korumak için uzun uzun yürüyor. En sevdiği güzargahlardan Elmadağ-Ihlamur arasındaki yürüyüş hikayesini Diken’e yazdı.
İstanbul’da yürümek için sağa sola gitmenin, saatlerce araba sürüp kalabalıklara karışıp kırda yürümenin bir cazibesini görmüyor, şehir yürüyüşleri yapıyorum. Yürüyorum, beden sağlığımdan çok, yaptığım uzun-kısa yürüyüşlerle kafa sağlığımı yitirmemeye çalışıyorum. Yürürken düşünüyor, hatırlıyor, hatırladıkça okuyor ve sonra tekrar yürüyor ve bakıyor, gözlüyorum.
Bu yazı bir güzergâh önerisiyle beraber, şehrin hafızasına, sokaklarına, caddelerine, mekanlarına, kişilerine, olaylarına, heykellerine üstünkörü bakıyor.

İstanbul’da Fulya’da yaşıyorum. Sık yürüdüğüm güzergahlardan birisini tersten yazmak istiyorum. Yokuşlar çıka çıka gittiğim yolun sonunda canım Gezi Parkı’nda, yunusların havuzunda dinlenip geriye dönüyorum.
Sakin başlayan yürüyüşümü koşarak bitireceğim
Güzergahım şöyle: Elmadağ ile Harbiye’nin köşesinden Divan Pastanesi sağımda Cumhuriyet Caddesi’nden Ihlamur Kasrı’na yürüyorum. Divan Pastanesi’ni geçince Seyhan Apartmanı, Hilton Otel, İstanbul Radyosu, kaldırımda bir küçük fıskiye ve şehre şu sıra konmuş şahmeranları geçiyor, Nişantaşı’ndan aşağıya iniyor, Nüzhetiye Caddesi’nden Ihlamur Kasrı’na geliyorum. Gidiş-geliş yaklaşık dört km ve dinlenmeyle birlikte yaklaşık iki-üç saat sürüyor.
Elmadağ’da sağımda Divan Pastanesi var, buraya hemen aklım takılıyor. Gezi’deki ev sahipliği bir yana, adı iki “t” ile yazılan Attila İlhan’ı anımsıyorum. Büyük şair Attila İlhan bu pastanede oturur, görüşmelerini bu pastanede yapar, okurlarıyla da burada buluşurdu. Paris’te geçirdiği yıllardan kalan bir alışkanlığıydı.
Avrupai pastanelerden önce hamamlar vardı
Bizde kamusal mekanlar bu tür Avrupai pastaneler açılmadan önce hamamlar, kahvehaneler, daha sonra kıraathanelerdi. Şüphesiz gevezelikleriyle meşhur seyyar berberleri de saymak gerekir. Kamunun hemen tüm işleri bu mekanlarda konuşulur, tartışılır, padişahlar bu tür mekanları sıkı takibe alır, isyanların önüne geçmek icap ederse kapattırır, tütün ve şarap yasağı getirirdi.

Attila İlhan ve taraftarları 1960’larda Harbiye’de bir başka pastaneden kümelenir, buna karşı Kemal Tahir ve ‘Tahiriler’ ise başka bir pastanede toplanır, bu iki pastane veya küme arasında tartışmalar, laf atmalar yaşanır, bu iş nerdeyse kavgaya varırdı. Şimdilerde kamusal mekanlarda böylesi tanınmış aydınlara, şairlere veya yazarlara rastlamak ne mümkün! Ancak imza günlerinde bir dakikayı aşmamak kaydıyla bu tür görüşmeler yapılabiliyor, güvenlik kaygısı hemen her şeyin önüne geçiyor.
Attila İlhan, Ahmet Kaya, Deniz Gezmiş nasıl buluştu?
Pastaneyi geçerken İlhan’ın bir şiiri geliyor aklıma, sanırım Seyhan Apartmanı’na yaklaşmaktan kaynaklanıyor. O Mahur Beste! Attila İlhan, Denizlerin idamı sırasında bu şiiri yazar. Aklımda ve kulaklarımda şiirin dizeleri, Ahmet Kaya’nın sesi Seyhan Apartmanı önünden geçiyor, bir taraftan da bu apartmanda oturan İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un, 1971’de Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından Denizleri kurtarmak için kaçırıldığını, ardından Nişantaşı Hamarat Apartmanı’nda konsolosun cansız bedeninin bulunduğunu hatırlıyorum. Sanırım daha hızlı yürümem ve tüm bu trajediyi bir yana bırakmam gerekiyor.

Diken’in bana ayırdığı kelime sayısı biterken
Daha da hızlanıyorum zira Diken’in bana ayırdığı kelime sınırında yazıyı sonlandırmam gerekiyor. Sağımda İstanbul Radyosu, önümde kaldırımda uzun uzun söz edilecek bir fıskiye, sağına soluna yerleştirilmiş, şehre şu ara konuk olmuş şahmeranlardan ikisini görüyorum. Bir tanesi pek asi, haklarında birçok olumsuz eleştiri görsem de bu pek asi şahmerana bayılıyor, eleştirileri hızlı adımlarımın ardında bırakıyorum. Fıskiyeden de uzun uzun söz etmenin olanağı yok şimdi!
1950’lerin başında Gezi Parkı’na saplanan ilk hançeri Hilton Oteli’ni de bir yana bırakıyorum.

Atatürk’ün sol kolunu indirelim, solcu sanılmasın
Sağımda Askeri Müze ve bahçesinde ilk Türk heykeltıraşlardan Hadi Bara’nın Atatürk heykeli. Heykelin sağ eli yukarıda insanları selamlıyor, belki de ileriyi-medeniyeti gösteriyor. Aslında Hadi Bara’nın 1937’de yaptığı ilk Atatürk heykelinde sol el yukarıdaymış ama yanlış anlaşılır, Atatürk’e solcu denilir düşüncesiyle güçlükle sol indirilip sağ el yukarı kaldırılmış! Açılışa yetişmeyecek, sağ el düşecek diye Hadi Bara ölmüş ölmüş dirilmiş!
Artık Nişantaşı’na koşar adım giriyor, dahası Nüzhetiye Caddesine varmak ve yazının sınırlarında kalmak için koşuyorum.
Pamuk Apartmanı’nın ihtiyar kadınları
Nişantaşı’nda Teşvikiye Caddesi’ne dönerken tam karşımda eczanenin üstüne yerleştirilmiş, beğenmeyenlerin toplumdan dışlandığı, dev Erşan Kuneri reklamına aldırmıyor, sağımda Veba Geceleri romanında kraliçeye övgüleriyle tanınan büyük tarihçi-yazar Pamuk’un çocukluk ve gençliğinin geçtiği apartmanı, solumda Sultan Abdülmecid’in ahaliyi mahalleye taşınmaya teşvik için yaptırdığı Teşvikiye Camisi’ni bırakıyor, Pamuk apartmanının ihtiyar kadınlarının, ünlü bir cenaze olup olmadığını gazetelerden taradıklarını görür gibi oluyor, bu hangi romandaydı birden hatırlayamıyorum.

Artık koştuğum için çok üzerinde durmuyor, Hüsrev Gerede Caddesi’ne yönelip Nüzhetiye’ye iniyorum. Yokuşu inip sola döndüğümde 1850’lerin başında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Ihlamur Kasrı’na gidiyorum, mevsim gelmiş ıhlamurlar kokmaya başlamış bile.
