AYSUN KOÇANER PEKKUTLUCAN
İletişimci. Ulus’ta yaşıyor. Üniversitede ders veriyor, danışmanlık yapıyor. İstanbul’da uzun uzun yürümeyi, eski şehir fotoğraflarına bakmayı, sergi gezmeyi ve seyahat etmeyi seviyor. Etiler’den Beşiktaş’a tatlı sürprizlerle dolu bir rotayı takip etti, yürüyüşünü Diken’e yazdı.

Yürüyüş söz konusu olduğunda en sık gösterilen mazeretlerden biri zamansızlık, bir diğeri mekansızlık. İstanbul gibi tepelerden oluşan bir şehirde yürüyecek yer bulmak zor ama imkansız değil. Yürümek için illa şehrin çeperlerindeki parklara, kent ormanlarına gitmeye niyet edip olayı büyütmeye gerek yok. Olduğunuz yerde yürüyüş parkurları yaratmak hatta bunu küçük keşiflerle renklendirmek mümkün.
İstanbul’un Avrupa Yakası’nın en yoğun konut ve iş bölgelerinden Etiler’deyim. Akmerkez’in Ulus kapısı tarafından yürüyüşe başlıyorum. Evet ortam kalabalık, sessizliği dinleyemiyor, içinize mis gibi orman havası çekemiyorsunuz. Ama bu şehir gibi bu parkur da sizi çok kısa bir sürede şaşırtabilir.

Ahmet Adnan Saygun Caddesi’nde şehrin ritmine uygun adım ilerliyorum. Boğaz’dan gelen tatlı bir esintinin eşlik ettiği bu yolda, aşağılara indikçe kaldırımdaki insan sayısı azalıyor ama caddeden geçen araçların yoğunluğu pek azalmıyor. Biraz ileride sağda, caddeye adını veren ilk Türk operasının bestecisi Ahmet Adnan Saygun’un heykeltraş Tankut Öktem tarafından yontulan heykeline selam verip yürümeye devam ediyorum.

Yanından geçtiğim apartmanların ve korunaklı sitelerin bakımlı bahçeleri beni mor salkımlarla, mis kokulu yaseminlerle ya da manolya ağaçlarıyla şaşırtarak şehrin ortasında pastoral bir yolculuğa hazırlıyor. İstanbul’un en güzel manzaralı parklarından Ulus Parkı’nın kapısındayım. Park yüksekte konumlandığı için merdivenli bir yürüyüş imkanı sunuyor. Basamaklara dikkat etmekse mümkün değil çünkü Boğaz’ın mavisi tüm ışıltısıyla beni cezbediyor. Parkın içinde yıllar önce yapılan tahminen yapay göletten kalan korkunç görüntüye bakmamaya çalışıyorum (Ulus Parkı merdivenleri bir süreliğine bakıma alındığı için kapalı. Parka girmeden caddeden aşağıya yürümek mümkün).
Parktan çıktım, durup bir nefes aldım. Sebebi sağa mı sola mı gideceğime karar vermek. Sola doğru gidersem Kuruçeşme sahiline inebilirim. Ama bugün deniz havası yerine şehir havasıyla yürüyüp kendime pastoral duraklar yaratmak niyetindeyim.
Park çıkışından sağa dönüp hafif bir rampanın ardından yeniden Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ne ulaşıyorum. Solumda İstanbul’un en uzun bayrak direğiyle TRT var. Sağdaki Savoy Sitesi’nin hemen bitiminde tempomu kaybetmeden Meyve Bahçeleri’nden içeri dalıyorum.

Yağmurlu havalarda biraz kayganlaşan ama son derece keyifli ahşap köprüler üzerinden parkın içinde ilerliyorum. Etrafta meyve ağaçlarıyla birlikte heykeller göze çarpıyor. Bu noktada çok yorulduysanız parkın içinde soluklanabileceğiniz bir kafe de mevcut. Tüm çevresi konutlardan oluşan Meyve Bahçeleri’nde şehrin gürültüsü aniden geride kalıyor ve huzur dolu bir yürüyüş yoluna kavuşuyorum.
Ama sessizliğe çok alışmayın. Çünkü Meyve Bahçeleri’nin bittiği yer sizi Ortaköy’ün en işlek caddelerinden Dereboyu’nun kargaşasına bırakacak. Yaklaşık 10 dakikalık bir çarşı turuyla Ortaköy Caddesi’ne iniyor, kumpircilere ve kokoreççilere hiç yüz vermeden Çırağan yönüne, Muallim Naci Caddesi’ne dönüyorum. Trafik karmaşasından kafamı kaldırmayı ihmal etmeyip Ayios Fokas Rum Ortodoks Kilisesi ve biraz ilerisindeki Dilek Apartmanı’nın yorgun güzelliğiyle göz göze geliyorum…

Tekrar hızlandım: Yüksek duvarların arkasındaki binaların, gösterişli sarayların, okulların, oralarda yaşananları, yaşayanları düşünerek ve şehrin tüm katmanlarını birer birer okumaya çalışarak Yıldız Korusu’nun girişine geliyorum. İşte hem tarihi hem de İstanbul’un kendine özgü doğal güzelliklerini yaşayabileceğim eşsiz bir yer. Burada yürüyüş rotamın sonuna geldim. Korudaki şale ve köşklerin keyifli bahçelerinden birinde dinleneceğim. Ne de olsa hak ettim.
