LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği “Kürt sorununun çözümünde HDP meşru muhatap olarak görülmeli” sözleri ve HDP eski eş genel başkanlarından Sezai Temelli’nin “asıl muhatap İmralı’dır” cevabı ciddi bir tartışma başlattı.
Yazarlar, aydınlar, siyasetçiler günlerdir Kürt sorununu ve muhataplık meselesini tartışıyorlar.
Bütün bu tartışmalar bana çok tuhaf geliyor.
Tartışmamız gereken asıl konu Kürt sorunu ve bu sorunun çözümünde kimin muhatap alınacağı meselesi mi gerçekten?
Ortada bir çözüm iradesi mi var?
Sorunu çözmeye niyetli bir devlet ya da iktidar mı var?
Dahası ülkenin en önemli sorunlarından birinin çözümüne aracılık edecek kurumlar, temelini oluşturacak değerler mi var?
Kürt sorununun çözümü tam olarak kimin gündeminde?
HDP’li bir belde belediye başkanının varlığına bile tahammül edemeyen bir iktidar, HDP’yi kapatmak için Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davası açmış bir yargı varken Kürt sorunu gibi köklü bir meseleyi tartışmak, çözümden bahsetmek dahası konuyu getirip muhataplık meselesine indirgemek size de biraz tuhaf gelmiyor mu?
İktidarın varlığını sürdürmek için toplumu kutuplaştırmaya ihtiyaç duyduğu ve bunun için de en etkili aparat olarak HDP’yi kullandığı bir ortamda Kürt sorununun çözümünden bahsetmek, bu konuda saatlerce konuşmak, çözümün nasıl olacağına ve muhatabın kimler olması gerektiğine dönük tartışmalar yapmak biraz garip kaçmıyor mu gerçekten?
Ülkedeki tek adam anlayışıyla inşa edilen otoriter bir rejim var.
Bunun neden olduğu baskıcı bir yönetim anlayışı var.
İnsanlar nefes alamıyorlar.
Ülkede adaletten eser yok.
Haklarında tek bir ciddi suçlama olmadan yıllarda hapislerde çürütülen insanlar var.
Demokrasi bütünü ile rafa kaldırılmış.
Bağımsız olması gereken yargı bütünüyle iktidarın kontrolüne geçmiş.
TBMM işlevsiz hale getirilmiş, siyaset zemini ortadan kaldırılmış.
Toplumun sesi olabilecek, toplum adına iktidarı denetleyecek bağımsız bir medya bile yok.
Kurumlar, değerler yerle bir edilmiş.
Bütün bir devlet, kurumlarıyla birlikte tek adamın ağzının içine bakıyor.
Tablo bu haldeyken gerçekten öncelikle tartışmamız gereken konu Kürt sorunu ve muhataplık meselesi mi?
Diyelim ki ülke bu haldeyken önceliğimizi Kürt sorununu çözümüne verelim, bu şartlarda teknik olarak bir çözüm mümkün mü?
Çünkü Kürt sorunu gibi onlarca yıldır ülkeye ağır maliyeti olmuş, böyle ciddi bir sorunun çözümü için ülkede asgari bazı şartların olması gerekmiyor mu?
Mesela en azından ağır aksak da işlese bir demokrasiye ihtiyaç yok mu?
Ya da çözümün taşlarını döşeyecek bağımsız bir yargıya ihtiyaç yok mu?
Çözümü konuşacak, sürdürecek, alınan mesafeyi kayıt altına alacak bağımsız kurumlara ihtiyaç yok mu?
Her şeyden önemlisi de böyle bir anlayışa, yani toplumu da bu çözüme hazırlayacak siyasi bir iradeye ihtiyaç yok mu?
Bütün bunlar olmadan kim nasıl çözecek bu sorunu?
Kim, nasıl, hangi adımı atacak da yeni bir barış süreci başlayacak?
‘Bütün bunlar yok ama olsun biz yine de çözümü konuşalım, muhatabın kimler olması gerektiği konusunda fikirlerimizi söyleyelim’ mi diyoruz?
Bana kalırsa bu havanda su dövmektir.
Çünkü gerçek bir demokrasi olmadan, bağımsız bir yargı inşa edilmeden, bağımsız bir medya olmadan, kurumlar siyasetten bağımsız hale getirilmeden bu tür sorunlar konuşulamaz konuşulsa da çözülemez.
Ülke ciddi bir rejim kriziyle karşı karşıya.
Milyonlarca insan ülke endişesinden uyuyamaz hale gelmiş, dahası bu rejim krizinin ağır faturasını yoksullukla ödüyor.
Hal buyken ortada fol yok yumurta yokken bu konuları tartışmak toplumun ilgisini kaybetmekten, enerjisini dağıtmaktan, umudunu kırmaktan başka bir işe de yaramıyor.
Bana kalırsa birinci önceliğimiz ‘bu krizden nasıl çıkarız’ olmalı.
Yoksa ülkenin içinde bulunduğu durumdan dolayı teknik olarak çözümü mümkün olmayan konuları konuşmak, tartışmak değil.
Gerçek bir demokrasinin, bağımsız bir yargının olmamasının sonucunda ortaya çıkan Kürt sorunu gibi toplumsal sorunlarımızın sahici, kalıcı çözümü için asıl ve birinci önceliğimizin demokrasiye yeniden işlerlik kazandırmak, yargıyı bağımsız hale getirmek, siyasetin yok edilen zeminini kurmak, sabah akşam HDP düşmanlığı üzerinden toplumu kutuplaştıran iktidarın elinden ülkeyi kurtarmak olduğunu düşünüyorum.
Yani ülke rayına oturtulmadan bu tür sorunları konuşmanın kimseye bir faydası yok.
Tam tersine iktidarın istediği kutuplaşmayı muhalefetin bileşenleri arasında bile artırmaktan başka bir işe de yaramıyor.
Sezai Temelli’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği o tuhaf cevap tartışılacaksa Kürt meselesinde kimin muhataplığı üzerinden değil, muhalefetin birlikteliğine verdiği zarar üzerinden tartışılması gerektiği kanaatindeyim.
Yaşadığımız rejim krizini aşmak için toplumun bütün kesimlerinin içinde olduğu demokrasi birlikteliğine ihtiyaç var.
Yani muhalefetin birlikteliğine.
Bütün partilerin bir araya gelip ciddi bir birliktelikle gidişata ‘dur’ diyecek bir irade ortaya koymaları gerekiyor.
Sezai Temelli’nin bu çıkışı Kürt sorununun çözümünden daha çok muhalefetin birlikteliğine zarar vermiştir.
HDP üzerinden muhalefeti ayrıştıran iktidarın eline güçlü bir koz vermiştir.
Asıl tartışılması gereken konu burasıdır.
Tekrar edeyim: Ülkesinin geleceğiyle ilgili ciddi bir endişe duyan toplumun önüne bu tür tartışmalarla çıkmak bana göre fena halde yanlış bir durum.
Çünkü bu tür tartışmalar toplumun mevcut vahim duruma olan dikkatini, ilgisini, çıkış için gösterdiği dirayeti, kararlılığı zayıflatmaktan başka bir işe yaramıyor.
Gelecek endişesiyle gözüne uyku girmeyen insanların ülkesinde aydınlar, yazarlar, siyasetçiler ortada fol yok yumurta yokken Kürt sorununun çözümünde kimin muhatap alınmasını tartışıyorsa, burada ciddi bir tuhaflık var demektir.
Diyeceğim o ki ülke düzelmeden toplumun bir kesimine huzur gelmez.
Ülkenin düzelmesi için de toplumun bütün kesimlerinin huzura kavuşması gerekiyor.