Bayrampaşa’da, yol kenarında bir ‘çadırkent’ oluşmuştu. 100 kadar Türkmen aile. Su yoktu. Hastalık vardı. Ama işte boş bir çadırda, bir yol kenarında, bir yer olmayan yere tutunmaya çalışmışlardı. Haber çıkınca ne oldu? Zabıta yamandır: Halkı çıkardı. Çadırları yaktı. (Yasal ateşiyle yaklaşan zabıtayı ilk Gezi’de görmüştük. Tarihe geçmesi yakındır zabıtanın.)
AK Parti politikalarının yol açtığı yıkımlara duyarsızlık, iki biçimde beliriyor galiba: Biri, AK Parti’nin üretip üleştiği zenginlikten pay alanlara ya da alma umudunda olanların duyarsızlığı. Biri AK Parti’nin her şeyinden tiksinip, yaptıklarına karşı sadece küfür ve marşlarla ilenenlerin duyarsızlığı. İlkinin rasyoneli var, onlar AK Parti’nin kendisi zaten bir yönüyle. Gözün kendisini görmediği gibi, yürüdüğü yolda yol açtığı yıkımları görmüyor.
İkincisinin rasyoneli yok, ne kadar bağırıp çağırsa da. Somut sorun olan yerleri, soyut nutuklarla, itirazlarla geçmek bir rasyonel değilse. Savaş birilerine kazandırır, birilerine kaybettirir. O sokaklarda yatanlar, kaybedenler. Sadece kovalandıkları yerlerde kaybetmediler. Geldikleri yerlerde de kaybetmiş görünüyorlar. Kovalandıkları yerlerin galibi kim olacak, ateş ve barut belirleyecek. Geldikleri yerlerdeyse belli: Onlardan önce buralarda olanlar. Yardım için çırpınan bir avuç kurum, kuruluş ve insanı istisna edersek, bu ilgisizlik, duyarsızlık savaş zenginliğinin ilgisizliği değil mi? Bu yeni hemşehrilerimizi ‘savaş ganimeti’ saymanın ilgisizliği?