
DAĞHAN IRAK
daghan@daghanirak.com
@daghanirak
Kemal Kılıçdaroğlu, bir süredir kısaca malumun ilâmı olarak nitelendirebileceğimiz videolar yayınlıyor biliyorsunuz. Söyledikleri arasında yeni ya da bilinmeyen bir şey yok, ancak yirmi sene boyunca muhalefet rolünü ihmal eden bir parti için yine de iyi kötü etki yapan şeyler bunlar.
En son AKP’nin maaşlı trollerinden bahsetti, beraberinde de Osmanlı Ocakları Eskişehir il başkanı olduğu iddia edilen bir trol çobanının videosu düştü.
İzlemeyenler için söylediklerini alıntılayayım: “Sosyal medyada 200 bin kişilik ordumuzun ben yönetimindeyim. Sizin bilmediğiniz bir sosyal medya savaşı da veriyoruz. Bunu bilmenizi istiyorum. Orayı biz yönetiyoruz artık. Herkesin elinden aldık. Her gece 200 bin kardeşimle beraber gece 23.00’e kadar ailemden uzak kalma pahasına bir odaya çekilip bir mücadele veriyoruz. Ne mücadelesi veriyoruz biliyor musunuz? 2023 mücadelesi veriyoruz. Çünkü o günü almalıyız. O gün bizim günümüz. Recep Tayyip Erdoğan’ı tekrar bu davanın başına, ümmetin başına getirmeye, onu lider yapmaya ve Devlet Bahçeli ile beraber bu ülkeyi tekrar yönetmek için, yönettirmek için onların önünde ordu olmaya kefenli liderin, kefenli askeri olmaya ant içtik.”
Eğer haber doğruysa, olay Eskişehir’de AKP il başkanının da katıldığı, düğün salonunda düzenlenen bir etkinlikte gerçekleşiyor. Yani Erdoğan ya da bir bakanın huzurunda gerçekleştirilmiyor bu şov. Bunu neden söyledim, üstteki paragrafı didik didik ederken açıklayayım.
Videonun sosyal medyaya yansıyan yukarıdaki kısmında, daha ilk cümleden itibaren ‘ben‘ ve ‘biz‘ vurgusu ön plana çıkıyor. ‘200 bin kişi‘ derken ‘ben‘de şahsileşen ‘biz‘in kuvvetinin altı çiziliyor. ‘Sizin bilmediğiniz‘ derken hakkı yeterince verilmiyor olmaktan kaynaklı bir sitem, ‘Orayı biz yönetiyoruz artık‘ kısmında ise aba altından gösterilen bir sopa var. ‘Recep Tayyip Erdoğan’ı tekrar bu davanın başına getirmeye ant içtik‘ ise iktidarı kaybediyor olmanın ikrarı yalnızca. Yirmi yıldır iktidarda olan, keyfi bir rejimin tek yetkili kişisi olan birini ‘tekrar‘ davanın başına getirmekle neyi kast ediyor? Erdoğan iktidarını mı kaybetti ki? Herhalde öyle. Ben demiyorum, trol çobanı diyor.
Ben Osmanlı tarihçisi değilim, olanlar analojiyi daha iyi kurar ama ben bunu bir referans noktası olarak buraya bırakayım. Yukarıdaki konuşmaya bir iletişimci olarak bakınca görülen, karşı cenaha verilen değil, dışa kapalı bir toplantıda doğrudan parti içindeki iktidar sahiplerine verilen bir gözdağı. ‘İki yüz bin kişi Erdoğan için savaşıyoruz, akıllı olun, sizi de aradan çıkarmayalım‘ gibi bir alt metin var. Muhatabı anlamıştır, belki ulûfesini de dağıtmıştır (haraç diyen de olabilir, ben demedim). Zira AKP’nin teşkilatlarında tek geçer akçe, akçenin tâ kendisi, başka hiçbir şey değil.
Meseleyi bildiğim tarafından tutmaya devam edersem, AKP’nin sosyal medyayla derdi 2013’ten beri sürüyor. 2013’ten, yani Gezi’den önce, AKP’nin böyle bir derdi yoktu, Erdoğan başta olmak üzere AKPlilerin çoğunun Twitter hesabı bile yoktu. 10 Ocak 2012’de Erdoğan’ın sosyal medyayla ilgili söylediklerini hatırlayalım; “Hakara, makara yaparlar. Benim adıma başkaları giriyor zaten. Benim kendi resmi hesabım yok.” O dönemde, Melih Gökçek dışında Twitter’la yatıp kalkan başka bir AKPli varsa da ben hatırlamıyorum. AKP, o dönemde sosyal medyayı büyük oranda, iş ortakları Fethullahçılar tarikatına bırakmıştı. Onlar da hashtag kampanyası dışında pek bir şey beceremiyordu. 2012 yılında eş yazarı olduğum ‘Türkiye ve Sosyal Medya‘yı yazdığımızda, sosyal medyada muhalefetin kontrolü yüzde 90’lardan aşağı değildi. AKP varlığı ise yalnızca gazetelerin okur yorumlarında gözlemlenebiliyordu.
Sonrasında ise Erdoğan’ın asla unutamadığı, hazmedemediği ve sağaltamadığı büyük yenilgisi, yani Gezi geldi. Gezi’de sosyal medyanın oynadığı söylem üretici rol, AKP’lilerin üstünde soğuk duş etkisi yaptı. Ancak o söylemin nasıl üretildiğini anlayamadılar, bugün bile anlayabilmiş değiller. Zira bunu doğru yorumlayacak kültürel sermayeye hiçbir zaman sahip olmadı AKP kadroları. Bu nedenle de söylemin birikimine değil, kullanılan mecraya takıldılar. Herhalde iletişimcileri, Marshall McLuhan’dan ötesini okumadı İletişim Fakültesinde, bilemiyorum artık o kadarını. Durum böyle olunca, önce “Twitter, Mwitter, kökünü kazıyacağım”la başlayan, bunun yapılamayacağı anlaşılınca da binlerce maaşlı trol besleyerek kazanılmaya çalışılan o meşhur savaş başladı.
Söylemin birikimi dedim ya, oraya geri döneyim. Gezi’nin beslendiği kaynaklar, bir günden bir güne oluşmuş değil. 2000’lerin başından itibaren dünyada gelişen toplumsal hareketlerin sonucu. 1999’dan itibaren Seattle-Cenova-Porto Allegre ekseninde başlayan Dünya Ekonomik Forumu protestoları ve bunun ardından gelen Dünya Sosyal Forumu deneyimlerinde Türkiye’den bileşenler rol aldılar. Bu bileşenlerin neredeyse tamamı, buradaki deneyimlerini Gezi’ye de taşıdı. Dahası Seattle protestoları sırasında kurulan Indymedia iletişim ağı, 2000 yılı gibi çok erken bir tarihte Türkiye’ye kadar uzandı. 2003 Mart tezkeresinin reddedilmesini sağlayan eylemlilikte Indymedia etrafındaki tartışmaların etkisi az değildir. Türkiye’nin demokratikleşme reformlarının hayata geçtiği, özgür düşünce ve ifade özgürlüğüne iyi-kötü alan açıldığı, sivil toplumun gelişmeye başladığı bir dönemdi. Türkiye’nin kültürel sermaye sahipleri bu dönemi iyi kullandı.
O dönemdeki deneyimler, ilerleyen yıllarda eylemliliğe de yansıdı. 2000’lerden yeni toplumsal hareketlerle beraber yükselişe geçen azınlık hakları, kadın ve LGBT+ hakları, çevre ve hayvan hakları mücadeleleri, Türkiye’de 12 Eylül’den itibaren içine kapanmış toplumsal muhalefete can suyu oldu. 1980’de kapanan sokağın yeniden açıldığı dönemdi bu. Bunun içinde Feminist Gece Yürüyüşleri de var, sansür karşıtı gösteriler de var, Hrant Dink’in cenazesinin faşist şiddete karşı direnişe dönüşmesi de var, Onur Yürüyüşleri de var.
Bunların hepsi ve daha fazlası, Gezi’yi meydana getirdi. 2007’deki arkaik ve devletperver Cumhuriyet mitingleri ile Gezi arasındaki söylem ve eylem farkını da bu açıklar, aynı şekilde Cumhuriyet mitinglerinin söylemini üretenlerin ileride parti-devlet AKP’nin paçasına sığınacak olmasını da. Yine Gezi’den devşirilmeye çalışılan ulusalcı Gazdanadam projesinin sâkil bir deneme olarak birkaç günde yitip gitmesini de. Oysa Gezi’nin asıl eylem ve söylem birikimini kullanan park forumlarının birçoğu, bugün dayanışma örgütlenmeleri olarak yoluna devam ediyor.
AKPlilerin ve ulusalcıların, Gezi’yi ve birikimini sağlayan hareketleri okuyamayıp, dışarıdan koordine edilen uzaktan kumandalı vakalar zannetmesi, iki tarafın yıllar içinde ironik bir şekilde aynılaşması ve devletperverlikte birleşmesi nedeniyle anlaşılmayacak bir şey değil. Doktora tezime kaynaklık eden saha çalışmamda da tespit ettiğim, Erdoğan’a karşı olduğu için sokağa çıkan ancak Gezi’nin söylemindeki özgürlükçülüğü de hazmedemediği için hareketten kopan insanların sanılandan fazla olabileceğiydi.
Bu yazının konusu ulusalcılar değil, ama AKP’nin bugünkü sivil toplum ve özgürlük düşmanı söyleminin kaynağının 2000’lerin başındaki ulusalcı yazını olduğu not etmek gerek. 2000’lerde internet forumlarında dolaşan ‘Sivil Örümceğin Ağı‘ isim listeleri, AKP’nin Gezi sonrası döneminde gözaltı listelerine dönüştü. Bu iki kesimin, örneğin Osman Kavala konusunda farklı düşündüğünü hiç zannetmiyorum.
AKP’nin ‘kanaat önderleri‘nin iddiası, Gezi’nin Soros ve Kavala tarafından organize edildiği. Buna delil olarak da aynı dönemde dünyadaki hareketlerde benzer söylem ve eylemlerin kullanılmasını gösteriyorlar. Oysa mesele, 2000’lerdeki yeni toplumsal hareketlerin hemen hepsinin aynı gelenekten geliyor olmasıydı. Gezi’nin ilk selam çaktığı yer de Soros destekli ayaklanmalar değil, bir grassroots eylemliliği olan Occupy Wall Street’ti, hareket ilk birkaç gün kendisini ‘Occupy Gezi‘ olarak tanıtmıştı hatırlarsanız. Bu bağlamda, Avrupa’daki orta sınıf hareketleri, İspanya’daki Indignados, Yunanistan’daki 700 Evro gibi örnekler, Gezi’yle çok daha fazla ortaklığa sahip. Tilly’e referansla, aynı ‘eylem repertuarı‘na sahipler. Kaldı ki, öyle ya da böyle Türkiye’nin demokratik geleneği, Ukrayna’nınkinden ya da Gürcistan’ınkinden çok daha köklü.
İnsanların sokak eylemliliğini de, dünyadaki muadillerine benzer söylemleri de akıl etmesi için Soros’un maaşlı elemanlar göndermesine filan gerek yok. İslamcılar, ezelden beri Türkiye’deki sol tandanslı toplumsal muhalefete mesafeli olduklarından, bu gelenekten çok haberdar olmayabilirler. Bunun belki tek istisnası 2003 Mart tezkeresi sayılabilir ki, onda da AKP çoktan iktidar olmuştu bile, yani şu anki yöneticiler tabandan kopmaya başlamıştı.
Meselenin özüne dönersek; AKP ve Erdoğan, toplumsal muhalefetin Gezi’de şahikasına eren sosyal medya kullanımını çözemedi. Bu nedenle de geliştirdiği stratejiler hep külfetli ve etkisiz oldu. ‘200 bin kişilik ordunun sosyal medyayı kontrol etmesi‘nin pratikte hiçbir anlamı yok. Zira 200 bin kişi, tek kişinin ağzına bakıyorsa, o 200 bin kişinin toplam söylem üretme kapasitesi, o kişininki kadardır. AKP’de sosyal medyada çok bağırınca haklı olunduğu gibi bir anlayış var.
Telegram kanallarında örgütlenen lümpen delikanlıların ‘Gavura vurur gibi vurun‘ denerek (bu sözün bana karşı yapılan bir Twitter kampanyasında kullanıldığına birebir şahit oldum mesela) ‘savaş‘a yollanmasının pratikte gürültü yapmaktan başka bir faydası yok. Zira üretilen bir söylem yok. Söylem üretilecek koşullar da yok; özgür düşünce, özgür irade ve etkili bir büyük anlatı olmadan, neyin söylemini üreteceksiniz? AKP’nin söyleyecek sözü bitti.
Velev ki söyleyecek sözü kalsaydı, ne değişirdi? Bir şey değişmezdi bence. Zira daha önce belirttiğim gibi, AKP’nin tüm iletişim stratejisi Erdoğan’ı memnun etmek üzerine kurulu. Onun bitmek bilmeyen hıncına, öfkesine megafon olmaktan başka bir işlevi yok. Bu öfke, kendisini hâkir görülmüş hisseden bir yüzde 50’nin duygularına tercüman olduğunda işe yarıyordu. Bugün ise AKP’den kopanları geri getirmeye bile yetmiyor. Yalnızca stratejik olarak baktığımızda, en kuru reelpolitik hesaplamayla dahi AKP’nin iletişim dili, kendi kalan seçmenini konsolide etmeye bile yaramıyor. Yarasaydı da, iktidarı tutmaya yetmeyecekti, zira o kitle artık yüzde 50’nin çok altında.
‘200 bin kişilik ordu‘ bugün yalnızca Erdoğan’ı ve kendi kendisini memnun etmeyi beceriyor. Amacı da bundan ibaret. ‘Şu tutuklansın, bu tutuklansın‘ diye hashtag kampanyası yapıp, sağdan soldan (ki artık il başkanlarına kadar düşmüşler) ulûfe dilenmekten başka bir fonksiyonu olmayan, artık dilenme faslını da geçip, ayaklanma tehdidi imâ etmekten çekinmediği anlaşılan bir Yeniçeri Ocağı var AKP’nin. Trol çobanlarında artık ışıltılı bir ikbâl hayalinden çok, kazanın dibi kazınırken elinde boş tabakla kalakalmamak telaşı gözlemleniyor.
Devran döndüğünde, bu güruhun öncelikli kariyer planının itirafçılık olacağını tahmin etmek güç değil.