LEYLA ADALAR
Geçtiğimiz ekim ayında Gölcük’te iki aylık bir bebek öldü. Olay adli bir vaka olarak polise bildirildi. Anne S.M.D. gözaltına alındı ve hemen o dakikada da temel haklarından biri, masumiyet karinesi çiğnenip medya tarafından suçlu ilan edildi.
Sonrasında bir sokak mahkemesi havasında, onun hakkında ve/veya onun adına, günlerce yazılıp çizildi, konuşulup tartışıldı. Sonunda da, ‘cani/canavar anne’ yakıştırmasıyla, S.M.D. hakkında en başta verilmiş karar onandı.
Gazeteciler gazetecilik yapmadı; yerine hakim, savcı ve avukat gibi roller üstlendi. Medya organları haber vermedi; yerine çoğu polisten alınmış ve ikinci bir kaynaktan teyit edilmemiş birtakım bilgiler kanaatlerle süslenmiş olarak dikkatimize sunuldu.
Aradan dört ay geçti. Tutuklanıp cezaevine konmuş bulunan S.M.D.’nin davası başlamış değil.
Bu kez de temyiz mahkemesi
Hafta başında Yeni Türkiye Gazetesi’nden Balçiçek Pamir’in S.M.D.’yle yaptığı iki bölümlü bir söyleşi yayınlandı. Ve maalesef ‘o anne’ bu yolla, yine medyada ama bu kez adeta bir temyiz duruşmasına çıkmış oldu.
Gerçi Balçiçek Pamir, “Biz yargı değiliz” diye yazmış ama, “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir” deyişine örnek bir edimle karşı karşıyayız kanımca.
Balçiçek Pamir ilk gün söyleşiyi kendi deyişiyle ‘çok büyük bir eksiği’ gidermek üzere yaptığını yazdı. Çünkü, “Bütün unsurları tamam” olduğu gerekçesiyle “Haberin üzerine balıklama atlamışlardı” ama, “O annenin ne dediğini, ne düşündüğünü bilmiyor”duk; “Gerçekten oğlunu bırakmış mıydı, nasıl bir ruh halindeydi, önemseme”mişlerdi.
Balçiçek Pamir, gecikmeli de olsa önemsemiş, gidip sorularını sormuş, yanıtlarını da bizimle paylaşmış, eksiği gidermişti. Şimdi artık karar bizimdi(!): “Dedim ya, kimseyi yargılama veya mahkum ettirme gibi bir lüksümüz yok. Buyurun, ikinci bölümü okuyun ve kararı siz verin…”
Okurların da böyle bir ‘lüks’ü yok bildiğim kadarıyla. Ama konuyu dağıtmayayım şimdi.
“Soru çok, cevaplar az”
Ama söyleşide belirtildiği üzere, henüz kamu davası açılmadığı için soruşturmanın gizliliği devam ediyor; yani merak edilen pek çok konuya dair bilgi ve belgeler kamuoyuyla paylaşılamaz, “Dolayısıyla soru çok cevaplar az…”
Soruşturmanın gizli oluşunun nedeni temel bir insan hakkını, bir kişinin suçlu olduğuna dair yargı hükmü alınana kadar masum kabul edilme hakkını korumak (bir hukuk prensibi olarak bilinen adıyla masumiyet karinesi).
İhlal yinelenmiş
S.M.D.’nin hakkı daha ilk günden medya tarafından ihlal edilmişti. Maalesef ihlal yinelenmiş görünüyor. Çünkü kanun ve yönetmelikler diyor ki: “Soruşturma evresinde kişinin ‘suçlu’ olarak kamuoyuna duyurulmasına, basın önüne çıkartılmasına, kişilerin basınla sorulu cevaplı görüştürülmesine, görüntülerinin alınmasına (bu söyleşide fotoğraf kullanılmayışının sebebi olsa gerek), teşhir edilmelerine sebebiyet verilmez ve soruşturma evrakı hiçbir şekilde yayımlanamaz.”
Sondan başlayalım. Soruşturma evrakı olan iddianame başka medya organlarında -Anadolu Ajansı (AA) mahreciyle- yayınlandı bile. Balçiçek Pamir de, nitekim, gizlilik nedeniyle olay ve zanlıya dair bazı bilgileri paylaşamadığından söz ederken, “Savcılığın hazırladığı iddianamenin nasıl olup da basına sızdığını hiç anlamış değilim” diye yazmış. (‘Manidar’ yazmamış, onu da ben demiş olayım.)
O izin nasıl alındı?
Bu söyleşi ise zanlının bir basın mensubuyla sorulu cevaplı görüştürülmesi değil de nedir? Tabii Balçiçek Pamir yetkili mercilerden izin almış olmasaydı, S.M.D. ile görüşemezdi. Burada da ben nasıl olup izin verildiğini anlamış değilim.
Buna karşılık, soruşturmanın gizliliği prensibinin savunma hakkına zarar vermemesi gerekiyor ama yine söyleşiden anladığımız kadarıyla, mesela nedense zanlının ruh sağlığına dair adli tıp raporu avukatıyla paylaşılmamış.
Haber alma hakkı var ama…
Devam eden bir dava hakkında kamuoyunun haber alma hakkı yok mu diye soracak olursanız, kanunda yanıt ‘yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olmadığı sürece’ var.
Ben bu olayda hâlâ yeterli ölçüde haber almış hissetmiyorum kendimi. Adil olması gereken yargılama sürecinin ve tarafsızlığının etkilenmediğine dair başlıca kuşkularımı da paylaşmış olduğumu umuyorum. Başarılı olabildim mi, sanırım bu kez karar verme lüksü sizin.
Not: Bu yazı aralarında bir hukukçunun da bulunduğu bir grup dostumla yapmış olduğumuz fikir alışverişinden sonra yazıldı. Hepsine teşekkür ederim.