FREDERIKE GEERDINK
f.geerdink@gmail.com
1. Hafızalarımızı tazeleyelim. Gerçekte ne oldu?
28 Aralık 2011 günü saat 21.39 ila 22.24 arasında, Türkiye ordusu Irak sınırında kaçakçılık yapan bir grubun üzerine dört adet bomba bıraktı. Grupta 38 erkek ve çocukla en az 50 katır bulunuyordu. Katırlar petrol ve sigara taşıyordu. Sadece dört kişi hayatta kalabildi. Ölenlerden 19’u henüz reşit bile değildi.
Öldürülen 34 kişinin isimleri: Salih Ürek, Bedran Encü, Adem Ant, Erkan Encü, Şivan Encü, Muhammed Encü, Bilal Encü, Aslan Encü, Mehmet Ali Tosun, Savaş Encü, Orhan Encü, Nadir Alma, Celal Encü, Fadil Encü, Mahsun Encü, Şervan Encü, Yüksel Ürek, Cemal Encü, Cihan Encü, Vedat Encü, Serhat Encü, Salih Encü, Özcan Uysal, Hüseyin Encü, Nevzat Encü, Hamza Encü, Selim Encü, Zeydan Encü, Seyithan Enç, Hüsnü Encü, Selahattin Encü, Osman Kaplan, Abdulselam Encü, Şerafettin Encü.
2. Hükümetin savunduğu gibi, bu bir kaza mıydı gerçekten?
Muhtemelen hayır, kaza değildi. Biraz mantık çerçevesinde düşününce, bunun bir kaza olmadığı ihtimali ağır basıyor. Siz karar verin: Hükümet diyor ki, kaçakçı grubu PKK militanı zannetmişler. Sizce neredeyse 30 yıldır PKK’yle savaşan Türk ordusu, PKK militanlarıyla bir avuç kaçakçıyı ayırt edemez mi?
Grupta 38 erkek vardı; halbuki PKK, bütün gerillalar gibi, en fazla sekiz ila 10 kişilik gruplar halinde hareket eder. Kaçakçıların yanlarında 50’ye yakın katır vardı. PKK bazen binek hayvanlarla silah taşısa da, asla 50’sini birden kullanmaz.
Ayrıca kaçakçıların yaşadığı Ortasu (Roboski) ve Gülyazı (Bejuh) köylerinde korucular da yaşıyordu. Korucular askerle temas halindeydi. Ordu, bölgede herhangi bir askeri harekat olacaksa korucuları uyarır ve kaçakçılığı ertelemelerini söyler normalde. Ama 28 Aralık 2011 akşamı herhangi bir uyarı yapılmadı.
3. Peki bu insanlar neden bombalandı? Herhangi bir sebep olmaksızın değil, herhalde?
Bombardıman muhtemelen, PKK’nin19 Ekim 2011’de Çukurca Hakkari’de yaptığı, 24 askerin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgiliydi. Hükümet ve ordu PKK’den intikam almak istiyordu. Muhtemelen, PKK’nin Irak sınırındaki hareketleri hakkında aldıkları yüzeysel bir istihbaratı, Bahoz Erdal kod adlı PKK komutanı Fehman Hüseyin’in Türkiye’ye geçip saldırı düzenleyebileceğine ve bir grup kaçakçının arasında saklandığına dair kanıt olarak kullandılar.
Söylenene göre, bu istihbarat sadece, iletişim aygıtlarının kullanımında bir artış yaşandığından ibaretti. Ordu kurallarına göre, böylesine bir bilgi, başka istihbarat verileriyle desteklenmediği sürece, askeri bir hamlenin temeli olarak hiçbir zaman kullanılamaz.
Fakat bu yüzeysel bilgi, bir operasyon planlamak için kullanıldı. Eğer Fehman Hüseyin bu grubun içerisinde çıksaydı, devlet 19 Ekim’in intikamını almış olacak ve kaçakçıları, ‘teröre yardım eden‘ veya ‘bizzat terörist olan‘ kişiler olarak gözardı edilecekti. Kimse onlaru umursamayacaktı.
Ama Erdal’ın bu grubun içinde olmadığı ortaya çıktı. Bu insanlar suçsuz sivillerdi. Hükümet bombardımandan hemen sonra saldırıyı bir kaza olarak sunmaya başladı. Aralarında o zamanki içişleri bakanı İdris Naim Şahin’in de olduğu bir grup hükümet yetkilisi, bu köylülerin PKK’ye yardım ettiklerini bile savundu. Ölmeleri kendi suçlarıydı; verilen mesaj buydu.
4. Olan biten hakkında neden hep ‘muhtemelen’, ‘olası’, ‘söylenene göre’ deniyor? Emin değil miyiz?
Hayır, değiliz. Katliama ışık tutabilecek önemli belgelere kısa süre içinde ‘devlet sırrı’ damgası basıldı. En önemli belgelerden biri, bombalamadan hemen sonra İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan rapordu. Ancak 11 Ocak 2012’de (yani ancak iki hafta sonra) oluşturulan meclis araştırma komisyonu bu raporu kullanamadı. Raporu sadece görmelerine ve not almalarına izin verildi ama tek bir kopya ya da fotoğraf alamadılar.
Komisyon, hükümet yetkililerinin ve devlet kademelerinin tepe isimleriyle de görüşemedi. Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı, savunma ve içişleri bakanları ve (dönemin) başbakanı Erdoğan ifade bile vermedi. Bu arada, komisyonda beş AKP’liye karşılık üç muhalefet partili vekil vardı.
Dolayısıyla yukarıda anlatılan senaryo, köylerde ve kaçakçılık rotasında yapılan araştırmalara, katliamdan kurtulan Servet Encü ve ölenlerin aileleriyle yapılan görüşmelere, meclis araştırma komisyonunun nihai raporuna, Komisyon üyelerinden Ertuğrul Kürkçü (HDP) ve Levent Gök’le (CHP) söyleşilere, onların kendi hazırladıkları raporlara ve biraz mantığa dayanarak, o gece neler olduğunun muhtemel açıklamasıydı.
Ama gerçekte ne oldu, neden oldu, bu sadece bütün deliller ele geçirildiğinde ortaya çıkabilir.
5. Saldırı emrini Erdoğan mı verdi?
Orası çok net değil. İlginç olan şu ki, katliam günü Milli Güvenlik Kurulu toplanmıştı. Fehman Hüseyin’in Uludere (Kürt ismiyle Qilaban) civarında olduğuna dair iddianın o toplantıda konuşulmuş olması pek muhtemel değil.
Fakat o saldırıda herhangi bir somut karar alınıp alınmadığı veya Fehman Hüseyin konusunda ne yapılacağının Hava Kuvvetleri Komutanı’na, hatta altındaki komutanlara bırakılıp bırakılmadığı bilinmiyor. Bunu kimse araştıramıyor çünkü bu konuya dair savaş kaideleri bir sır. Bombardımandan hemen önce sahadaki emir komuta zincirinin belirsiz olmasının sebebi de bu.
Erdoğan’ın bombardıman emrini doğrudan verip vermediği bilinmese de, kendisi bu katliamda siyasi sorumluluk taşıyor.
6. Olay Fehman Hüseyin yüzünden geliştiyse, bu durum PKK’nin de sorumlu olduğu anlamına gelir mi?
KCK Yürütme Koneyi üyelerinden Rıza Altun bu soruya yanıtında, PKK’nin katliamda herhangi bir rolü veya sorumluluğu bulunmadığını söyledi.
Altun, Mart 2014’te kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle konuştu: ‘’Biz o bölgede aktif değiliz. Ayrıca Türkiye’de bir Kürt sorunu olmasaydı, hükümet bu sorunu çözmek için adım atmış olsaydı, katliam da yaşanmayacaktı. Hükümetin yaptıklarından ötürü kimse bizi sorumlu tutamaz.’’
7. Şu anda soruşturmanın yasal statüsü nedir?
Bütün soruşturmalar kapatıldı. Önce sivil mahkeme katliamı araştıracaktı ama sonra dava askeri mahkemeye transfer edildi. Ölenlerin yakınları bu duruma itiraz etti ve doğru düzgün bir soruşturma talebiyle imza kampanyası başlattılar. Zira askeri mahkemenin, askeri adımları özenli ve dürüst bir biçimde araştıracağına güvenmiyorlardı.
Protestolar işe yaramadı. Ocak 2014’te, askeri savcı ordunun suçu olmadığına ve yargılanmayacağına hükmetti. Ölenlerin aileleri bunun üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma kararı aldı.
8. Köylüler ne istiyor?
Katliamla ilgili bütün dosyaların açılmasını ve emri veren kişinin kimliği dahil olmak üzere, gerçeğin su yüzüne çıkmasını istiyorlar. Sorumluların cezalandırılmalarını bekliyorlar. Ölenlerin anneleri ve aile yakınları, her perşembe mezarlığı ziyaret edip katliamın doğru düzgün bir biçimde soruşturulması talebiyle basın açıklaması yapıyorlar.
Roboski katliamı, Türkiye’de çözülemeyen yüzlerce cinayet vakasından sadece biri. 1990’larda işlenen çok sayıda cinayeti anımsatıyor: Herkes devletin sorumlu olduğunu biliyor ama gerçeğin üstü hep örtülü.
9. Gerçek bir gün ortaya çıkacak mı?
Bir gün, evet. Ama bu Kürt meselesi çözülmeden önce olmayacak tabii.
Kuzey İrlanda ve Güney Afrika’da olduğu gibi devlet tarafından yapılan katliamlar, o ülkedeki bu cinayetlere imkan sağlayan sistem düzeltilmedikçe doğru dürüst soruşturulamıyor. Ancak değişimden sonra gerekli özürler dilenebiliyor.
Dolayısıyla düzgün bir soruşturma yapılmadan önce Erdoğan’dan gelecek bir özür, onun oynadığı siyasi oyunun parçası olarak görülmeli.