ECE DENİZ
ecedeniz@diken.com.tr
@meneksecedeniz
Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Basın özgürlüğü ve meslek üzerinde baskılar her geçen gün artıyor. Ancak gazetecilerin mesleği yapma ısrarı ve kararlılığı da sürüyor.

Gazeteci Metin Göktepe, Hrant Dink ve Uğur Mumcu ocakta katledilen üç gazeteci. Ne yazık ki gazeteci cinayetleriyle bildiğimiz bu ayda mesleğimizi kutladığımız bir gün de mevcut.
Dezenformasyon yasası, tepkilerden sonra geri çekilen etki ajanlığı düzenlemesi, sansür, aydınlatılamayan gazeteci cinayetleri, baskılar ve tüm bunlara rağmen mesleği yapmak için gösterilen inat…
Türkiye’de gazetecilik denince aklımıza ilk gelenler bunlar.
2024 baskılar, yeni sansür tehditleriyle geçip gitmişken 2025’in bu ilk günlerinde gazetecilere sektörde kadın, LGBTİ+, Kürt olmayı, görmezden gelinen alanlarda haber üretmeyi sorduk.
Kadın gazeteci olmak
Halk Tv’de ‘Kayda Geçsin’ programının moderatörlüğünü yapan gazeteci Şule Aydın, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis kürsüsünden hedef göstermesinden sonra kapısında cinsel tehdit mesajıyla karşılaşmıştı.
Aydın, Türkiye’de kadın gazeteci olmanın zorluklarını şöyle anlattı:
“Türkiye’de kadın olmak her gün büyük savaşın ortasında hayatta kalmak gibi. Evde, sokakta, işte ‘Ben buradayım, varım çığlığı atıyorsunuz.’ Kadın olmak zorken, kadın gazeteci olarak merhaba diyorsunuz bu mücadeleye.
Yakın bir zamanda kapımı araladığımda duvarımda kurşun kalemle yazılmış cinsel taciz içeren iğrenç bir sözcük vardı.
Siyasi gücü olanların meclis kürsülerinden parmak salladığı bir dönemde, başına bir şey gelmeyeceği konforuna sahip biri ya da birileri evime, kapıma gelmiş ve taciz mesajı bırakmıştı.
Aylar geçti henüz karakoldan adliye aşamasına geçemedim. Cinsel bir tehditle sus demenin yollarından biri seçilmişti.
Erkek egemen bir ‘mahallenin’ sokaklarında bu işi yapıyoruz; her gün yolda, işinde kendisini güvende hissetmeyen bir kadınla aynı kavganın içerisindeyiz.
Akan zamanda tüm olumsuzluklara rağmen şunu görüyorum; hem haber merkezlerinde hem sokaklarda çok güçlüyüz, korkmuyoruz ve daha fazla omuz omuzayız. Sesimiz daha gür çıkıyor.
Evet yol çiçekli bir bahçe değil, dikenleri çok. Ama kadın gazeteciler hem meslektaşları hem tüm kadınlar için o bahçeyi güzelleştiriyor.”
Herkesin birbirini alkışladığı havuzlarda gazetecilik
Yıllardır Türkiye’de cemaatler üzerine yazan Filiz Gazi, daha önce Kısa Dalga, Gerçek Gündem ve Birgün’de çalıştı ve ‘Görünmeyen Cemaat: Mürideler’ kitabını yazdı.
Filiz Gazi, sektördeki kutuplaşmayı, havuz medyasını ve gazetecilerin yaşadığı ekonomik sorunları şöyle özetliyor:
“Türkiye tarihi, dogmatik olanın yerine aksini koymaya çalışanların telef edilmesidir diyebilirim. Elbette zor. Hele gazeteci olarak çalışmak daha da zor. Hele kadınsanız başka mesele.
Kadınlar erkeklerden farklı olarak cinsel tehditler alıyor. Bana da yazıldığı oluyor. İlk zamanlar etkilenmediğimi düşünüyordum ama diğer taraftan ailemi, yakınlarımı Instagram hesabımdan paylaşmıyorum, onları korumak için. Bu da bir şekilde etkilendiğimi gösteriyor. Mesela ‘Mürideler’ kitabım için güvenlik gerekçesiyle bazı kitapçılarda, mekanlarda imza günü düzenleyemedik.
Son dönemde medyanın yeniden dizayn edilişine tanıklık ediyoruz. Yeni mecralar açılıyor ve bu mecraların sahipleri kendilerini saklama gereği duyuyor. Ya da tam tersi kanalların, gazetelerin ideolojisini, siyasi partiyle olan bağlarını, ilişkilerini biliyoruz.
Kimi gazetecilerin mevzilendiği yerleri de biliyoruz. Bunun sonucunda kümelenmeler oldu.
Tırnak içinde ‘goşist’ bir yerde görülüyorsanız iş bulmanız zor. Yeterince CHP’li değilseniz, Kemalist değilseniz iş bulmanız zor. Diğer taraftan yeterince Erdoğancı değilseniz de ana akımda iş bulamazsınız. Ama oralarda iyi maaşlar veriliyor. Nasıl haberlere imza atarsınız o da ayrı bir dert. Böyle bir handikap var.
Bunlardan sebep herkesin birbirini alkışladığı havuzlar oluştu. Oralarda olmamayı tercih eden bir kısım meslektaşımız şu an iş arıyor, bir kısmıysa iş yerlerine ayağını sürüye sürüye gidiyor.
Emek haberleri yapan gazetecilerin örgütlenemeyişi de hazin bir durum. Sahada, adliyede gördüğünüz çoğu gazeteci çok az maaşla ayakta kalmaya çalışıyor. Bunun da sonucu mesleğin icra ediliş biçimine yansıyor. Mesela haber için şehir dışına çıkamıyor. Ulaşım, yemek harcamalarını kendi cebinden harcıyor. Çünkü harcamalarını karşılayacak bir kurumu yok.
Bugün çalışan gazeteciler günü. Ama şöyle bir acı gerçek var. Ekonomik tahribatın etkilediği milyonlar arasında gazeteciler de yer alıyor. Bu dönemde mesleğini sürdürme inadından vazgeçecek birçok arkadaşımız olacağını düşünüyorum. Pes etme demeyelim, zorunluluktan mesleğini bırakanlar olacaktır. Ve bunun bir nedeni ne yazık ki örgütsüzlük.”
Yargının gözetiminde gazetecilik yapmak
Şu anda Gazete Duvar’da çalışan ve yargı haberleri yapan Furkan Karabay, Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in yargılama sürecine dair yazdığı haberler nedeniyle tutuklanmış, 18 Kasım’da tahliye edilmişti.
Karabay, yargı baskısı altında gazetecilik yapmayı şöyle anlatıyor:
“Gazetecilik pek tabii bir meslek ama bir gazeteci işini görev bilinciyle yapmak zorunda. Çünkü gazeteci denetleyen, bir nevi kamu görevi yapan kişi konumunda. Dolayısıyla haber yaparken, haber peşinde koşarken kamu görevi yaptığımızın, halka bilgi borcu olduğumuzun farkında olmamız lazım.
Haberlerim genelde yargı ve emniyeti konu alıyor. Bu alanlar bir gazeteci için yaptırımı hukuki olarak en yüksek konuları içeriyor. Ben de yargı alanında haberler yapan bir gazeteci olarak başımın üstünde her an sallanan sopanın farkındayım.
Kimi yargı mensupları, güç sahipleri tarafından bu sopa kafama birçok kez vuruldu. Ancak biz gazeteciler kalın kafalıyız, o vurulan sopalar birçok kez kafamızda kırıldı.
Bu sallanan sopa gazetecilerin üzerinde ister istemez bir baskı oluşturuyor ancak gazeteciliği halk için, insan hakkı ve ezilenler için yapmaya devam ediyoruz, edeceğiz de.”
Sektörde LGBTİ+ gazeteci olmak
Kaos GL Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar, sektörde açık kimlikli bir LGBTİ+ olarak var olmanın ve üretmenin kısıtlandığını söylüyor:
“LGBTİ+ gazeteciler açısından en önemli sorun kimliğini saklamak zorunda kalmak. Medya kuruluşlarında çalışan birçok meslektaşımız, cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliklerini gizleme baskısıyla çalışıyor.
Kimliğinizle varolamamak, kimliğinizi açıkladığınızda ya da kimliğiniz öğrenildiğinde işinizi kaybetme riskinin olması hem ifade özgürlüğü hem de insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmenizin önünde bir engel. Açılmak haktır.
Bunun anlamı da cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğinizi açıkladığınızda herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşmayacağınızın güvencesinin olması.
Diğer yandan haber merkezlerinde, kişilerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinin dedikodu malzemesi haline getirildiğini de görüyoruz. Bu da güvensiz bir çalışma ortamı yaratıyor.
Açık kimliğiyle gazetecilik yapan, yapabilen LGBTİ+’ların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu durumda da ayrımcılık yakanızı bırakmıyor. İşinizi ne kadar iyi yaparsanız yapın, daha görünmez pozisyonlara yönlendirilebiliyorsunuz.
Televizyonculuk açısından, ekranda görünür olmanız bile soruna dönüşebiliyor ve birden işinizi kaybedebiliyorsunuz. Bu durum sadece ana akım, hükümete yakın medya için geçerli değil. Maalesef ki alternatif yayıncılık yapan birçok yerde de vaziyet benzer. Gerekçeleriyse LGBTİ+’lara adeta savaş ilan eden hükümetinkilerle aynı. ‘Toplum hassasiyeti’, ‘Aile değerleri’, ‘Tepki toplarız’ gibi…
Bir diğer sorunsa LGBTİ+ bir gazeteciyseniz sanki LGBTİ+ haberleri dışında haber yapamazmışsınız gibi görülmeniz ve bir alana sıkıştırılmak. Sosyal medyada ve haber merkezlerinde sizi hedef alan nefret söyleminden, diğer meslektaşlarınıza göre çok daha güvencesiz olmanızdan bahsetmiyorum bile.
Anlayacağınız, gazetecilik her zaman tetikte çalıştığımız, tutuklanma riskinin yüksek olduğu bir meslekse; buna bir de LGBTİ+ olmayı eklediğinizde bu riskler ikiye, üçe katlanıyor. Ve maalesef bu sefer mesleki dayanışmadan da faydalanamıyor, o dayanışmanın dışına itiliyorsunuz.”
Kalkanlar arasında gazetecilik
Diyarbakır’da yaşayan ve serbest gazetecilik yapan Medine Mamedoğlu, Kürt bir gazeteci olarak sürekli engellemelerle karşılaştığını ve bunun kendisine özgü bir durum olmadığını şu sözlerle aktarıyor:
“Sahada bizler engellemelere sistematik olarak maruz kalıyoruz.
Kimisi bunu ‘Coğrafya kaderdir’ olarak yorumlasa da bizler gazetecilerin haber başında katledilmesinin, yaptığı haberden dolayı tutuklanmasının ve sürgüne mecbur bırakılmasının coğrafyayı çok aşan bir durum olduğunun farkındayız.
Öncelikle sahada çalışırken özellikle son bir yıldır yapılan eylem ve etkinliklerde biz gazetecilerin çekim yapması ‘Talimat böyle’ denilerek engelleniyor. Yazılı herhangi bir talimatın da bulunmadığı engellemeler bizi kalkanlar arkasında çekim yapmak zorunda bırakıyor. Bu şekilde herhangi bir gözaltı ya da işkence durumunda eylemcilerin yaşadığı ihlali belgelememiz engelleniyor.
Yine bölgede özellikle kamuoyu tarafından takip edilen ve sorumlusunun genellikle resmi kurumlar olduğu haber paylaşımlarımız ihbara gerekçe yapılıyor. Burada Kürt halkının yaşadığı hak ihlalleri ya da işkencelere dair yaptığımız haberler veya çektiğimiz fotoğraflar mutlaka sosyal medya üzerinden ırkçı, trol hesaplar tarafından hedef alınıyor.
Yaptığımız haber paylaşımları nedeniyle 2024’te dört kez ifadeye çağrıldım bir kezse çekim yaptığım için dövülerek gözaltına alındım. Bahsettiğim bu durum bölgede Kürt halkının ve haksızlığa uğrayan bütün kesimlerin sesine ses olmak isteyen gazetecilerin yabancı olmadığı bir tablo.
Örnek vermek gerekirse haziranda Çınar ve Mazıdağı’nda yaptığım videolu haber paylaşımı bunlardan sadece bir tanesi. Yine yıl içinde çok sayıda gazeteci arkadaşımız aynı bahanelerle ifadeye çağrıldı ya da yaptığı haberlerden dolayı tutuklandı.“
Vitrinde kalan kültür sanat haberciliği
20 yıldır kültür sanat haberleri yapan Olkan Özyurt, kültür sanat haberciliğinin ‘vitrindeki bir unsur’a dönüştüğünü belirtiyor:
“Birçok gazete, site, artık eskisi gibi kültür sanat habercilerini sadece kendi alanlarında iş yapmaları için istihdam etmiyor. Bu en büyük sorun. Dolayısıyla kültür sanat haberciliğine verilen değer, her türlü medyada gün geçtikçe azalıyor.
Bunun sonucu olarak da genç kuşaktan birçok gazeteci bu alana yönelmiyor bile. Bu döngü bu alanda bir hafızasızlık yaratıyor.
Kültür sanat haberciliğine medyada 90’lardan 2010’lara kadar açılan alan, 2010’dan sonra gittikçe daraldı. 2000-2010 arasında 10 gazetenin kültür sanat sayfası vardı. Şimdi gazetelerin kültür sanat sayfaları yok. Olanların da sayfa alanı daraltıldı.
Haber sitelerinde de durum böyle. Birçoğunda kültür sanat kategorisi yok. Olanların çoğu da göstermelik. Ama tuhaftır her yayın kendini tanıtırken kültür sanata çok değer verdiğini de söylüyor. Yani vitrindeki bir unsur kültür sanat gazeteciliği.
Gazeteciliğin birçok problemi var. Galiba en önemlisi ölmemeye çalışması. Siyasi iktidarından şirketlere hatta Google’una kadar öyle ya da böyle iyi gazetecilik yapılmasın diye uğraşıyorlar. İyi gazetecilik yapmanın olanakları ortadan kaldırılıyor. Gazeteciler de bunun için bir varlık yokluk mücadelesi içerisinde.”
İşçilerin sesini duyurmak
Evrensel Gazetesi’nde uzun süredir işçi-sendika muhabirliği yapan Hilal Tok:
“İşçilere saldırıların, polis şiddetinin arttığı bu atmosferde onların direnişlerini göstermek ve duyurmak isteyen gazeteciler olarak da baskıya maruz kalıyoruz. Bu durum işçilerle diyalog kurmamızın önüne geçiyor.
Elbette bir de sendikacılar sorunu var. Mücadeleci ve işçinin ne söyleyeceğinden çekinmeyen sendikaları tenzih ederek belirtmeliyim ki, işçilerle görüşmelerde karşılaştığım bir engel de sendikacıların işçilerin konuşmasına engel olması. Sendikal bürokrasinin bu kadar had safhaya vardığı noktada bu durum elbette garip değil, ama tepki gösterilmesi gerekilen bir şey.
İşçinin söz söyleme ve gazetecinin de işçiyle görüşme, sesini duyurma, mücadelesini büyütme aracı olarak mikrofonunu kullanma hakkı var. Tüm bu yapılanlar gazetecinin de özgürce işini yapmasına engel oluyor. Sendikacılara ulaşmak da ayrı bir zorluk. Daha önce işçilerin ifadeleri ve eleştirileri karşısında soru sormak istediğim kimi sendikacıların ve sendika başkanlarının hakaretlerine dahi maruz kaldım.
Ülkedeki baskı, işsizlik korkusu, geçim derdi işçilerin mücadelesinin ilerlemesine engel olurken gazetecilerin bu alanda işçilerin seslerini duyurması da, kaynağın çekinmesi ve kaynağın üzerindeki bu baskılar nedeniyle daha da zorlaşıyor.“
Savaşı anlatan gazeteci olmak
Bugünlerde Suriye’de ‘Voice of America’ için çalışan savaş muhabiri Hediye Levent:
“Türkiye’de artık çılgınlık boyutuna varan kutuplaşmadan çok etkileniyoruz. En azından ben kendim için söyleyeyim. Bölgedeki meseleler de Türkiye’deki insanların kutuplaşmasına sebep oluyor. Tüm bunlar sosyal medya linçlerini ve sadırıları beraberinde getiriyor.
Zaman zaman yaptığımız haberlerle mesela Hizbullah ya da Filistin meselesi gibi Türkiye’deki hükümet yanlılarının konsolide ettiği söylemlere aykırıysa, sosyal medyada olsun, başka çevrelerden olsun birtakım ciddi saldırılara hedef olabiliyorsunuz.
Savaş şartlarında çalışan muhabirler açısından şunu söyleyebilirim, başımıza bir şey gelirse sahada iletişim ve temas kurabileceğimiz birtakım resmi birimlerin olmaması sıkıntı.
Böylesi durumlarda kendi başınızın çaresine bakmanız gerektiğini düşünüyorsunuz ve ona göre hareket etmeye başlıyorsunuz.“