
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
Korkmayın!
Bir şey yapmadan da günler mükemmel geçebilir.
İnsan amacını unuttuğunda geriye yalnızca araçlar kalıyor.
Ve araçlar haz verse de huzur vermiyor.
Belki kaybettiğimiz yerde değil, aramadığımız yerde bulacağız.
‘Wim Wenders’in kahramanı Hirayama gibi…
Cannes Film Festivali’nin çarpıcı filmi ‘Perfect Days‘ yine değerli filmlerin değişmez adresinden, MUBİ’den gelip konuk oldu evlerimize…

Gözlerimizin ve zihnimizin neredeyse esaret altına girdiği Amerikan sinema endüstrisinin matematiğinden bir hayli uzakta, ancak aynı oranda gözünüzü ve aklınızı perdeden alamayacağınız bir film kotarmış Wim Wenders.
Sinema meraklılarına anlatmaya gerek yok tabii… Fakat yaşı olmasa bile sinema merakı genç olanlar için usta hakkında birkaç söz söyleyelim.
Alman sinemasının 70’lerdeki yeni kuşak akımının temsilcilerinden.
Bu aynı zamanda 68 kuşağının asi çocuklarından olmak demek! ‘Dünyayı istiyoruz, şimdi!’ diye sokakları birbirine katan, hayal kırıklığı yaşasalar da düştüğü hızla ayağa kalkmayı bilen bir kuşak bu…
Venedik, Cannes, Berlin ve benzeri festivallerin ödül avcılarından olsa da hayata tutunan filmleriyle hep ilham veren hikayelerini paylaştı bizimle…
‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi‘ gibi kült bir kitabı senaryo biçimine dönüştürdü demek yeter mi?
Paris-Texas, Beyond the Clouds gibi dramaların olduğu gibi Buena Vista Social Club, The Salt of the Earth gibi belgesellerin de yönetmeni. Ötesini meraklısı takip etsin!
‘Perfect Days‘in kahramanı Hirayama, genel tuvaletleri temizleyerek yaşamını sürdüren bir insan… Fakat bu işi bir zen hassasiyeti ve nezaketiyle yapıyor. Hatta hayatı zen biçiminde yaşıyor.
Sabahları düzenli bir biçimde kalkıyor. Bıyıklarını ustaca düzeltip, her birine hayran kalacağınız (filmdeki tuvaletler gerçek) tuvaletleri temizlerken bize insanın hayatla ilişkisini nasıl kurması gerektiğini anlatıyor. Hayır fetva vermiyor gösteriyor yalnızca…

Küçük bir kâğıt, bir gölge, aynadaki bir buğu, ağaçtaki filizlenmiş bir dal her şeyi merak ediyor Hirayama ve gördüğü her insana selam veriyor, doğanın her ayrıntısına selam veriyor.
Aslında Hirayama bize hayatla selamlaşmayı öğretiyor.
Birbirine benzeyen günleri çağımızın bir şey yapmadan duramayan, hatta yeni bir şey yapmadan duramayan ‘yapmak oburu‘ insanını intihara sürükleyebilir!
Hirayama bize ritüelin mükemmelliğini de gösteriyor. Günlük ritüelinden hiç vazgeçmiyor. Adeta kutsal bir sıralama işini yapıyor, aynı parka gidip sevdiği ağaçların siyah beyaz fotoğrafını çekerken öğle yemeği yedikten sonra yıkanıyor; akşam uyumadan mutlaka kitap okuyor.
Arabasıyla işe gidip dönerken; Lou Reed, Nina Simone, Rolling Stones, Otis Rdding dinliyor. Tabii bunları kasetlerden dinliyor. Sürekli yeni olup, hızla eskitilen ve tüketilenle hiç ilgisi yok. Spotify’ı dükkân zannediyor sözgelimi…
Sonrası spoiler olur, anlatmayalım.
Dünyaya gözleriyle bakıp kalbiyle gören bir insanın ilham verici öyküsü izleyeceğiniz.
Görüntü yönetmeni Franz Lustig’in sadelikle kullandığı açılara hayran kalmak mümkün.
Koji Yakusho ise bu canlandırmayla neden en iyi oyuncu ödülünü aldığını gösteriyor.
Günümüzün mutsuz ve yetersizlik hisseden insanı, durmadan sonucu arıyor. Oysa sonuca bağlanmadan yalnızca ‘yaparsak’ sürecin içindeki anlamı yakalamak mümkün.
Yaşam tatminsiz biçimde her şeyi istiflemeye çalışanlarla dolu; duyguları, ilişkileri, sevgileri, paraları, giysileri, sosyal aktiviteleri her şeyi birden istemek, ne büyük aç gözlülük.
İsteğin değil, arzunun yönlendirdiği modern insan, öfkesinin kurbanı haline gelirken, kulaç attıkça uzaklaşan bir deniz topunun ardında, kıyıdan ne kadar uzaklaştığının farkına varmadan kulaç atıp duruyor.
‘Perfect Days‘ bize hayatta olma deneyiminin, hayatın anlamını aramaktan daha anlamlı olduğunu söylüyor.
Israrla, izleyiniz!