DAĞHAN IRAK
daghan@daghanirak.com
@daghanirak
Birkaç hafta öncesine kadar pek kimsenin adını bile bilmediği bir parti, bugün Türkiye’de epeyce tartışılır duruma geldi. Siyasi parti sayısının epeyce fazla olduğu ülkemizde, örgütlenmesini tamamlamış bilmem kaç yıldır mevcut partiler bile kamuoyu tarafından bilinmezken, bu parti bir anda gündemde kendine yer bulmaya başladı. Tık avcılığı peşinde değilim, partinin adı başlıkta yazıyor zaten, sabık MHP ve İYİP’li Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’nden (ZP) bahsediyorum.
Bu yeni partinin mevcut siyaset içerisindeki fonksiyonunu detaylıca tartışacağım ama dilerseniz önce Zafer Partisi’nin gördüğü ilginin hacmini bir perspektife oturtalım.
Zafer Partisi’nin son bir ayda görünürlüğünün sürekli arttığı, sosyal medya kullanıcılarının malumudur. Bunu parti lideri Ümit Özdağ’ın sığınmacı karşıtı açıklamalarına borçlu olduklarını söylemek mümkün.
Bunun ‘gerçek hayat’a nasıl yansıdığı tartışmalı; Türkiye’nin son on yılının siyasi hattını belirleyen ‘kültürel sermaye-sosyal sermaye’ çatışması, ülke halkının medya tüketiminde de kendini gösteriyor. Twitter’da dönen siyasi tartışmalar ve kampanyalar, söylem düzeyinde gündem belirleyebilecek kadar kuvvetli, ancak geniş kitlelere ulaşma konusunda hâlâ televizyonun fersah fersah gerisinde. Zaten Twitter’da büyük takipçi sayılarına sahip kanaat önderlerinin birçoğu da ulaştıkları kitleleri televizyondaki görünürlüklerine borçlular. Televizyon -muhalif kanallar da dâhil- sistem dışı fikirlere, aktörlere ve politikalara, sosyal medyadan çok daha kapalı, ana akımlaştırıcı bir etkiye sahip. Dolayısıyla sosyal medyadaki radikal çıkışlar, illâ geniş kitlelere ulaşacak diye bir şey yok.
Kurumsal varlığı henüz Ümit Özdağ’ın sırtında giden Zafer Partisi, sosyal medyada hem nitel hem nicel anlamda epeyce gürültü çıkarsa da, henüz ana akım siyasetin bir parçası değil. Burada bir virgül koymak gerekecek, zira birazcık Maurice Duverger okumuş herkes haklı olarak, “iyi de ZP, sistem partisi değil ki zaten” itirazı yapacaktır. Evet, Zafer Partisi klasik ‘sistem dışı parti’ tanımına birebir oturan bir oluşum; ana akım siyasetin verili kabul ettiği sınırları baştan aşarak siyaset yapıyor, ‘ırkçılık kötü ve tehlikeli bir şeydir, yapmasak daha iyi olur’ gibisinden temel sınırlardan bahsediyorum. Ancak Türkiye, son kırk yıldır ana akım siyasetin çerçevesi diyebileceğimiz Overton penceresi sağa oturmuş, üstelik son on yılda daha da sağa kaymış bir ülke. Milliyetçiliğe bırakalım eleştirel bakmayı, nötr bir çerçeveyle bile bakmayan, bunu ‘vatanseverlik’ ile eş anlamlı kullanan bir toplumuz uzun süredir. Buna son yüz yıldır ‘yok canım öyle bir şey, n’alakası var’ ile ‘varsa var canım, nedir yani?’ arasında gidip gelen etnik ‘hassasiyetler’ de eklenince, aşırı sağ bir partinin kendini sistemin içinde bulması mümkün olabiliyor. Öncesi de tartışılır da, en azından 2015 Kasım ayından beri Türkiye’nin aşırı sağ bir koalisyonun tahakkümünde yönetildiğini de düşünürsek, Ümit Özdağ ve ZP’nin sistem içine sızma ihtimali çok düşük görünmüyor.
Özdağ da bu sızma potansiyelinin farkında. Son dönemde yaptığı çıkışlar, mesela aşırı sağ siyasetteki direkt rakiplerinden olan Süleyman Soylu’ya karşı yaptığı mafyatik meydan okuma, bu ihtimali kurcalama yönünde atılmış adımlar. Özdağ’ın bu stratejisi iki yönlü gözüküyor; birincisi Süleyman Soylu ya da Kemal Kılıçdaroğlu gibi ana akım siyasetçileri provoke ederek kendisini muhatap almaya zorluyor (şu ana kadar tam başardı denemez), ikincisi ise neredeyse bir eğlence öğesi durumuna bile düşse ilginçlik faktörünü zorlayarak kendisine ekran süresi yaratmaya çalışıyor. İkinci hedefinde başarılı olduğu söylenebilir, zira Soylu’ya dayılandığı günün ertesi Halk TV’de hedeflediği kitle tarafından çok izlenen bir programın konuğu oldu.
Bu görünürlük artışının asıl amaca ne kadar yaklaştıracağını tartışmak gerekir. Zafer Partisi’nin birincil hedef kitlesi, Türkiye’deki ve dünyadaki pek çok aşırı sağ hareketinkinden farklı değil; geleceksizlik kaygısına düşen gençler ve kültürel değişimlerden rahatsızlık duyan yaşlı seçmenler. Türkiye özelinde bunun tercümesi; şehirli orta sınıf gençler ve laik milliyetçi/ulusalcı yaşlı seçmen oluyor. ZP’nin hedef kitlesini mevcut siyasi haritaya oturttuğunuzda, CHP seçmeninin bir kısmı ve İYİP seçmeniyle karşılaşıyorsunuz. Yani geçmişte Osman Pamukoğlu’nun HEPAR’ının ve hâlen Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nin de hedeflediği kitle.
Kimin işine yarar?
Şimdi geldik meselenin esas kısmına; Zafer Partisi’nin mevcut parmak hesabı demokrasimize yeni bir aktör olarak girişi ne etki yapar, kimin işine yarar?
İdeolojik açıdan bakarsak, Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın çoğunlukla dezenformatif ve manipülatif sığınmacı/yabancı karşıtı söylemi, toplumsal huzursuzlukları kaşıdığı için sistem yıkıcı politika sayılabilir; bu anlamda mevcut ana akım aktörleri tedirgin etmesi beklenir. Ama ana akımdaki aşırı sağ toleransını düşünürsek, oraya dahil olup orayı aşırı sağa da çekebilir. Trump’ın ABD’de yaptığını yapabilir yani. Özdağ’ın ekonomik krizden de beslenen sığınmacı düşmanı, ırkçı/aşırı sağcı retoriği, kitlelerden yanıt aldıkça, yerine oynadığı politikacılar da benzer bir söyleme sığınmaya kendilerini mecbur hissedecektir, özellikle kendilerine ait oturmuş bir politikaları yoksa. Kemal Kılıçdaroğlu bu taktiğin birincil hedefi gibi gözüküyor, zaten Ümit Özdağ’ın, Kılıçdaroğlu’nu sürekli sağa çekme çabası da bunu gösteriyor. Yani Özdağ’ın stratejisinin -başka ihtimaller arasında- iki sonucu olabilir; kendisi sistem içi bir aktöre dönüşüp sistemi değiştirebilir ya da sistemi kendi istediği yere itebilir.
Artık burnumuzun dibine gelmiş ve bizim demokrasimizin yapısı nedeniyle de aciliyeti giderek daha güçlü hissedilen seçimler açısından bakarsak; hedeflediği seçmen kitlesi bakımında Zafer Partisi’nin doğrudan rakibi Millet İttifakı’nın çekirdeği, yani CHP ve İYİP. İleride bir yazıda daha detaylı tartışmayı umduğum laik/dindar ülkücü bölünmesinin laik tarafında kalan Ümit Özdağ, eski partisi İYİP’in seçmeninin doğal tâlibi. Bunu ne kadar başarabileceği muamma; zira ZP’nin karşılaştırılabileceği en direkt örnek olan HEPAR, 2011 seçimleri öncesi epeyce gürültü çıkarmış, ancak en popüler olabileceği yerlerde bile birkaç bin oyun üstüne çıkamamıştı. Yakın zamandaki kamuoyu araştırmaları, ZP’nin oy oranını da hemen hemen aynı yerde tespit ediyor. Ancak, sistem dışı partilere oy verecek seçmenin kınanma korkusuyla farklı kanaat belirtmesi literatürde yeri olan bir durum, böyle bir hadiseyle karşı karşıya da olabiliriz.
HEPAR gibi partilerin şimdiye kadar seçimde başarılı olamama nedeni, Türkiye seçmeninin oy verirken -seçim sisteminin de etkisiyle- ana akıma kayma eğilimi göstermesi ve bu tip partileri ideolojik açıdan destekleyenlerin seçimi kazanabileceğine (reeldeki tercümesi: Erdoğan’ı gönderebileceğine) inandıkları partilere kerhen oy vermesi. Seçim barajı, sözgelimi yüzde üç olsaydı başka senaryolardan bahsedebilirdik, ancak şu anki durumda ZP, seçim tarihine kadar yüzde 7 oy alabileceğinin işaretini potansiyel seçmenine veremezse, HEPAR’la aynı akıbete uğrama ihtimali yüksek. Aynı şekilde, hedeflediği genç seçmenin sandığa gitmeme ihtimali de bu partinin şansını azaltabilir.
Diyelim ki yarattıkları görünürlüğü sandığa yansıtmayı başardılar, bu kime yarar? Bu sorunun mevcut matematikte tek cevabı var; AKP. Şu anki sistemde ve aritmetikte, Erdoğan’ı doğrudan reddetmeyen her siyasi aktörün seçimdeki varlığı AKP’ye yarar. Zafer Partisi, AKP’yi ve Erdoğan’ı eleştiriyor; ancak koşulsuz olarak reddetmiyor. Özdağ’ın, Erdoğan’ın adaylığı konusundaki pozisyonu, Kılıçdaroğlu konusundaki gibi net değil. Kılıçdaroğlu’nu desteklemeyeceğini kesin olarak söylerken, Erdoğan için aynı şeyi söylemekten kaçınıyor. İktidar destekçisi görünme ve hedef kitlesini kaybetme riskini, Erdoğan’ın da kendisine rakip gördüğü Soylu’ya sert yüklenerek gideriyor. Yani Sedat Peker’in açıktan yaptığını, gizliden yapıyor, Erdoğan’la pazarlık kapısını açık bırakıyor.
Mevcut durumda Zafer Partisi’nin temel vaadi olan sığınmacıları zor kullanarak göndermeyi yapabilecek güce ve etik anlayışına sahip tek lider Erdoğan. Erdoğan, ZP’nin kendisini iktidarda tutacak bilet olduğunu hissederse, Özdağ’la sığınmacı tehciri konusunda anlaşmakta zerre tereddüt etmez. Özdağ, bu ihtimali de düşünerek Erdoğan’a yumuşak vuruyor, muhtemel koalisyon ortağı Bahçeli’ye ise hiç dokunmuyor. ZP’nin sistem içinde sistem dışı hareket etme konusunda tek muhtemel iş ortağı AKP-MHP koalisyonu. Zaten Kılıçdaroğlu’na yüklenmesinin nedeni de o tarafta hareket alanı olmadığını görmesi. CHP ve İYİP, sığınmacıları gönderme konusunda kararlı gözükse bile, bunu yapmak için uluslararası anlaşmaları yırtıp atmayacak kadar sistem içi aktörler. Erdoğan için bunu söylemek mümkün değil, kaybedilen belediye seçimlerinde temel faktörlerden birinin sığınmacı sorunu olduğu anlaşıldığında hükümet, sığınmacıları otobüslere doldurup Meriç kıyısına bırakmakta zerre tereddüt etmemişti. Bu noktada, Ümit Özdağ’ın neden sığınmacı sorununda CHP ve İYİP’in de kabul edebileceği yöntemler değil de yalnızca Erdoğan ve Bahçeli’nin razı olabileceği tarz hukuk dışı öneriler ürettiğini düşünmek gerekir.
Ümit Özdağ’ın, İYİP’in ve Meral Akşener’in yükselişe geçtiği 2020’de parti içi muhalefet bayrağını açması da baştan aşağı AKP’nin elini kuvvetlendiren bir hareket. 2019’da İYİP’in AKP’yle pazarlık masasında olduğu ve Erdoğan’ın iktidarda kalmak için İYİP’i kendi ittifakına dâhil etmeye çalıştığı konuşuluyordu. Bunun mümkün olmayacağı ortaya çıkınca, Meral Akşener belki de kuruluşunda görev aldığı AKP’den bir kazık daha yedi ve liderliğe yaklaştığı MHP’de malum yöntemlerle elimine edildikten sonra bir de kendi partisinin ikiye bölünmesine şahit oldu. AKP’yle masadan kalkan İYİP’te bir anda parti içi muhalefetin hareketleşmesinin kime yarayacağını görmek zor değil. Benzer bir durum, aynı dönemde yandaş medyadan epeyce iltifat alan Muharrem İnce’nin CHP’yle olan ayrılığında da geçerli.
AKP’nin iktidarı kaybetmeye en çok yaklaştığı 2015 Haziran’ından beri taktiği belli; siyasi aritmetikle mümkün olan her şekilde oynayarak yüzde 50’yi tutturmak. Bu strateji, AKP eridikçe daha da çaresiz yollara başvuruyor. Çözüm masasını devirip, MHP ile ittifak yaparak başlayan bu süreç, HDP’yi baraj altına itmek için oynanan türlü oyunla devam etti. 2019 İstanbul seçimlerinde, sırf DSP’nin iptal seçimine girip İmamoğlu’nun oyunu bölmesi için yapılanlar, HDP seçmeninin kafasını karıştırmak için Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkartılması ve Abdullah Öcalan’ın yazdığı iddia edilen mektubu; AKP’nin artık oturmuş bir muhalefet bölme stratejisi olduğunu gösteriyor. CHP, DSP, MHP ve HDP’nin iç işlerine doğrudan yapılan müdahaleler (Vatan Partisi’ndeki ani değişim de buna dahil edilebilir) ve AKP’nin yurtdışında sıklıkla kullandığı uydu parti kurdurma taktiği, muhalefet oyuna talip ama iktidarı reddetmeyen bir partinin şu dönemdeki yükselişini şüpheli kılıyor.
Tabii ki bu saydıklarım Zafer Partisi’nin doğrudan bir AKP projesi olduğunu iddia etmeye yetmez. Ancak Zafer Partisi’ne verilen her desteğin kaçınılmaz olarak Erdoğan’ın iktidarını uzatmaya yarayacağını gösterir. Tıpkı Haziran-Kasım 2015 sürecinde olduğu gibi Erdoğan, kendisine karşıt bir kesimin hassasiyetleriyle oynayarak, iktidarını uzatmanın yollarını arıyor. Zafer Partisi’nin bunun oyuncağı olup olmayacağı kendi bileceği iş, ancak ZP’ye sempati duyanların sorması gereken zaruri iki soru var; Ümit Özdağ neden Erdoğan’ı doğrudan reddetmiyor ve Zafer Partisi sığınmacı sorununda neden yalnızca AKP’nin kabul etmeye gönüllü olabileceği çözümler öneriyor?