Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
“Zaten bizim oralar yeaaa”cı bir “Osmanlı muhibbi, fetih saplantılı” kafaya sahip, hatırı sayılır bir güruh var. Bunları bıraksan, önlerine dünya haritasını alıp Viyana’dan başlayan bir hat çizerek, bir ucu Hint Okyanusu’ndan başlayıp öteki ucu Mağrib’e kadar uzanan bir harita çizer, her yere Türk Bayrağı dikip eğlenir ve sevindirik olurlar.
İnsanın acıyası geliyor ama. O kadarla izah edilecek bir durum değil.
Bunların kabahati de değil aslında. Bunları bu masallara inandıran ve ciddi ciddi, en resmi ağızlardan zikredilen bu fikirlerin sahiplerini sorumlu tutuyorum. Bir tanesi çıkıp da “Suriye’yi parçalama harekâtı – Bölüm 1”de “Şam’daki Emevi Camii’nde öğle namazını kılarız” mealinde zevzeklikler etmemiş miydi? Daha öncesinde ve hatta bugünlerde “Musul bizim Kerkük zaten bizim” mealinde muhabbetleri orada burada bu zavallıların damarlarına tatlı şırıngalarla zerketmiyorlar mı?
Oysa ki, 21’nci yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmamıza az bir zaman kala bu tür “fetih” yani işgal heveslerinin, emperyalist ağababalırının gazıyla “oraya buraya sefer yapma” çılgınlıklarının, Turgut Özal’ın o meş’um ve kepaze formülasyonuyla “Masada biz de olmalıyız. Bir koyar üç alırız” zihniyetiyle dış politika maceralarının abukluğunu akıl edemezler.
Kimse bunlara, 5 – 10 metrekarelik Süleyman Şah Türbesi’ni bile korumaktan aciz kaldıklarını, gözümüzün önünde Yunan Adaları (hem ikili anlaşmalara hem de Lozan başta olmak üzere çok taraflı sözleşmelere aykırı biçimde) çatır çatır tahkim edilirken kılını kıpırdatamadıklarını filan hatırlatmıyor.