Genelde Avrupa’da, özellikle de Hollanda’da özgürlüklerden anlaşılan şey, insanın insanaltı bir varlığa dönüşme özgürlüğü: İnsanın hazlarının, hayvanî özelliklerinin, zihnini ve ruhunu yok edici insanaltı arzularının sonuna kadar kışkırtıldığı özgürlük anlayışı, özgürlüğün içinin boşaltılması, insanın ayartıcı hazlarının, tutkularının ve gemlenemez arzularının kölesi olması…
Özgürlük mü bu şimdi?
Weber ne kadar haklıydı: Bu sulusepken sekülerleşme, bireyselleşme, insanın tutkularının kölesine dönüşme serüvenini kışkırtan modernliği, “demir kafes” diye tarif etmemişti boşuna!
Ve modernliğin “anlam krizi” ve “özgürlük kaybı” ürettiğini, bunun varoluşsal felâketin alarm zillerinin çalması anlamına geldiğini boşuna haykırmamıştı, değil mi?
Varoluşsal köleleşmenin, yani, insanın düşünme yetilerini yitirmesinin, anlamın anlamını kaybetmesinin, değerlerin değersizleşmesinin özgürlük olarak algılanması, insanın intiharın eşiğine sürüklenmesi demektir.
Nietzsche’nin yerinde tasviriyle, “hayatın çölleşmesi”, nihilizmin insanın kökünü kazıyacak kapılarının sonuna kadar açılması demektir.