
MURAT SEVİNÇ
Yıllar önce, hâlâ hatırladıkça gülümsediğim bir ‘şifreli kanal’ macerası yaşamıştım. 1997-98 gibiydi, koyu Fenerbahçeli arkadaşım bir Fener maçına birkaç saat kala, gidip ‘dekoder’ almayı önerdi. Birimizin evinde duracak, hafta sonları maçları seyredecek… Hevesle çıkıp yakındaki yetkili bayilerden birine gittik ve aldık. Satıcı, “Çalıştırınca hemen açılmaz, telaşlanmayın, biraz bekleyin” dedi. Eve koşup TV’ye taktık, gerekli ayarları yaptık ve açıp karşısına oturduk. Karıncalı bir ekranda maç başladı, başladığını anlıyoruz ama göremiyoruz. Beş dakika, on, yirmi, yarım saat… Ekran karşısında görüntünün normale dönmesini bekliyoruz. Adam, “Biraz bekleyin” dedi ama ‘birazın’ ne kadar sürebileceğini söylemedi. O yarım saatte karıncalı ekrana öyle dikkatli baktık ki, bir süre sonra oyuncuları görmeye başladığımızı düşünür olduk, ‘demek ki bu kadar çözülüyormuş’ filan diyoruz birbirimize! Buna mukabil, yine de bir anormallik olduğunun farkındayız tabii! Devre olunca firmaya koştuk, eve çok yakındı ve neyse ki açıktı; satıcı dekoderi oradaki bir TV’ye taktı ve aletin bozuk olduğu anlaşıldı! Yenisini verdi. Biraz beklemekten kastı birkaç saniyeymiş meğer, eve göndük ve ikinci yarıyı karıncasız seyrettik.
Hâlihazırdaki iktidara bakıp da -farklı tonlarda- ‘yöntem değiştiriyorlar, yumuşuyorlar, reformlar geliyor, demokratikleşiyoruz, işte rasyonellik vb.’ nevi yorum yapanlar, o akşamı ve TV ekranındaki karınca ordusunu hatırlatıyor bana. İnatla bir şey görmeye çalıştığımız ve sonunda gördüğümüzü sandığımız, ekran karşısındaki halimizi.
Son çeyrek yüzyılı böyle geçirdik aslına bakılırsa. Hemen her seçimden sonra, örneğin balkon konuşmaları ardından, yeni bir şeyler görüp bulmak için büyük çaba harcandı, özellikle basında. Son yıllarda, barış sürecinin sona ermesi ve 15 Temmuz ardından demokratikleşme konusundaki iyimser beklenti giderek azaldı. Balkon konuşmaları da pek ilgi çekmez oldu. Boncuk arayıcıların en azimlileri dahi, artık ‘AKP otoriterleşiyor olabilir mi acep?‘ sorusunu yöneltir hale geldi, ki insanlık için olmasa da onlar için büyük bir adım sayılır.
Buna mukabil, şunca rezalete karşın ve berbat işlere tanık olurken, iktidar cenahının halinde tavrında hikmet aramayı sürdüren az değil. Bu ölçüde kamplaşmış bir toplumda, şu ya da bu uygulamalar nedeniyle nefes almak dahi giderek zorlaşırken, biraz yumuşama ve hukuk devletinin ‘h’sine yaklaşma umudu-beklentisi elbette anlaşılabilir; ben de, muhtemelen bu satırları okuyan sizler de, koşullardan ve dayatılanlardan bıkkınlık duyuyor ve biraz nefes almak istiyoruz. Burada sorun yok.
Sorun, aslında gerçek bir adım yokken, kurulu düzenin tüm dişlileri tam da o adım(lar) atılmasın diye örgütlenmişken, bir şeyleri değiştirmesi beklenenler zaten ülkenin şu halinin sorumlularıyken ve üstelik iktidarın ‘makyaj ustalığı’ herkesin malumuyken; kimi ‘muhaliflerin’ inatla ve inatla, nerede olduğu belirsiz bir dönüşümü görme, ortaya söylenmiş sade suya tirit cümlelerden demokratikleşme umudu devşirme cevvalliği.
Bir tip ‘iyimser’ yok kuşkusuz… derdi tasası farklı olanlar, yaptığı tezahürattan çıkar umanlar, değişime samimiyetle inananlar, muhalif görünmekle birlikte iktidarla dirsek temasının nimetlerinden mahrum kalmak istemeyenler, kişisel çıkar beklentileri görünmez olsun diye vatan millet sevgisi hamasetine sığınanlar, mezarlıkta ıslık çalanlar… Her biri tek tek ele alınmayı, yazılmayı hak ediyor. Keşke içlerinden biri, kendisini, bir an olsun, örneğin ömürleri cezaevinde yok yere tüketilen eşin dostun yerine koysa ve kendi iyimserliğine onların gözüyle tanıklık edebilse. Hiç olmazsa.
Zafer Bayramı kutlu olsun.
Yazı önerileri:
Bakın, Bahadır Özgür ne güzel yazıyor ülkede olup biteni, tıkır tıkır işleyen çarkları, neyin neden değişmeyeceğini. ‘Arsadan borsaya memleketi silkeleyip duruyorlar‘ başlıklı yazısı.
ABD’nin Trump davasıyla, özellikle ‘hukukuyla’ ilgilenen herkesin okuması gereken bir yazı. Meslektaşım Yunus Emre Erdölen, çok iyi çalışıp yazmış, eline sağlık. ‘Amerika’nın kızılcık şerbeti: Trump’ı yargılamak.’