MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Önce şunu bir okuyun hele:
“Bugün; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, yerel seçimlere az kalmış bir zaman birimi içinde ‘sol bir hegemonyanın’ imkânı pek olmadığına göre, sadece var olan gruplarla bir ittifak imkânı gerçekleştirmeye çalışmak bile şu anda hayali durmakta değil mi? Ancak bu noktada, bir zamanlar var olan Mehmet Ali Aybar’ın katkısının bugünkü liberal sola olan yakınlığı sayesinde tekrar bir canlanma yaşamak mümkün olabilecek midir?”
İşte buna cümleyle yormak denir. Temel ilke şudur: Okur, cümlenin kendisiyle değil, o cümlenin taşıdığı fikirle uğraşmalıdır. Okur o fikri özümseyecek donanıma henüz sahip değilse bocalayabilir, çözmeye girişebilir, anlamak için çabalayabilir. Ama fikri değil de cümleyi çözmek için debeleniyorsa, eksiklik yazardadır.
Ataç, Karalama Defteri‘nde şöyle tanımlıyor bu durumu:
“Her sözü okur okumaz anlamak istiyenlerden değilim; bilirim, çabuk çabuk kavranmayacak düşünceler vardır, okurdan da bir emek beklerler. Ama ben bir sözün anlamını çözmek için uzun uzun uğraşırım da sonra kırk yıldır bildiğim, haylı da su götürür bir düşünce ile karşılaşırsam ne yaparım? Emeğimi esirgemiyeyim, ama sonra da bir şey öğrenmiş olayım.”
Girişe aldığım Ali Akay’ın paragrafı ne anlatıyor? Bilmem ki, size sormalı. Yazısının tamamından anladığım kadarıyla şunu demeye çalışıyor: Mehmet Ali Aybar’ın düşünceleri solun tartışma alanına girebilir mi, bugünün soluna bir katkı sağlayabilir mi?
Ali Akay’ın yazı alanına beni geçen hafta Arslan Sayman gönderdiği bir e-postayla soktu. Sayman, “Bir öneri ama kötü bir öneri :-)” başlıklı mektubunda şunu diyordu:
“T24 internet gazetesinden Ali Akay da size ve dil konusunda hassasiyeti olan herkese iyi malzeme sağlıyor, ben bir iki denemeden sonra okumayı tamamen kestim, bakın isterseniz, kötü önerim de budur, sevgiler.”
Ali Akay’ın yazısında şöyle göğsünüzü gere gere anladım diyebileceğiniz cümle yok neredeyse. Ali Akay, yazdığı cümleleri bir kere daha okumuyor mu hiç? Yazdığı cümlelerin kafasındaki düşüncelerin ifadesi olduğundan emin mi? O cümleleri okuyan biri Ali Akay’ın ifade etmek istediği şeyi mi anlayacak? Mesela şu cümleden ne anlayacağız:
“Bakarsak; 1920’li yıllarda TKP’nin Trabzon’daki imha hareketinden 1960’lara kadar gelen süreçte siyasi örgütlenme imkanları olmayan ve tek partili bir rejimden Demokrat Partisi’nin liberal ve Amerikan yaşam biçimini öngören siyasi bakışından itibaren tekil sol görüşlerin olduğunu ileri sürmek mümkün duruyor.”
Anlayabildiğim iki yanlışı düzeltmekle yetineyim, gerisinin içinden çıkamam: “TKP’yi Trabzon’da imha hareketi” olmalı sözünü ettiği, hani Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledildiği olay. Demokrat Parti olmalı, “Demokrat Partisi” değil.
Peki şu cümleden ne anlayabiliriz:
“9 Temmuz’da referandumla kabul edilen 1961 Anayasasıyla birlikte gelen sola açılan pencerelerle fikir hürriyeti ve sendikal örgütlenme biçimlerindeki imkanların çoğalmasıyla birlikte solun toplumsal alanda kuvvetlendiği görüldü.”
Yakın siyasi tarihe aşinaysanız Ali Akay’ın ne demek istediğine dair bazı çağrışımlara kapılabilirsiniz, o kadar.
Yetti gaari! Daha fazla örneğe gerek yok. Ali Akay’ınkine cümleyle yormak da denmez aslında, dile eziyet etmek denir. Peki ama dile bunca eziyet eden bir yazı T24’te nasıl yer alabiliyor? Editörleri yok mu bu sitenin? Böyle berbat bir yazıyı, Türkçenin en kötü örneklerinden olan bu yazıyı bir editör okumuş ve anlamış mı yani? Belki editör en iyi anladığı, bu yüzden de en etkili bulduğu son paragraftan bir bölümü yazının tepesine çıkarmış. (İşte ben de yazıya o bölümle girmiştim.)
Yazarların yazıları kutsal değil ki hiçbir şeylerine dokunulmasın. Bir yazarın görüşlerine dokunulamaz peki (ama bu görüşleri, yazının iç tutarlılığını editör tartışabilir de tabii, bilgi yanlışlarını düzeltir), ama berbat Türkçeyle yazılmış bir yazıyı yayınlamamak, düzeltilmesini istemek, iyileştirmek, anlaşılır kılmak editörün boynunun borcudur. Yazar da, muhabir de, editör de dile karşı, Türkçeye karşı birinci derecede sorumludur. Okur da sorumludur, güzel Türkçe talep etmelidir.
Ali Akay’a da, onun yazısını koyan editöre de Melih Cevdet Anday’la seslenelim, 1945’te şöyle yazmış (Açık Pencere):
“Bazı kimseler fikirlerini yazıyla anlatmaya kalkıştıkları zaman yanlış cümleler kuruyorlar. Onlara bu hatalarını söyleyecek olursanız size diyeceklerdir ki: ‘Ben tarihçiyim yahut ziraatçıyım. Sen benim fikirlerime bak; cümlem yanlış olursa olsun. Bu benim için o kadar aldırış edilecek bir şey değil. Ben ne lisaniyatçıyım ne de Türkçe öğretmeni.’ Bunlara göre fikir, cümleden ayrı bir şeydir; bir adam yanlış cümlelerle birçok yüksek fikirler söyleyebileceği gibi, başka bir adam da – mesela bir edebiyatçı – hiçbir fikir söylemeden güzel cümleler yazabilir. Bu dar düşünüşe göre bilgin, cümleyle pek işi olmayan birtakım yüksek fikirlerin adamı, sanatkar da bilgiyle ilgisi olmayan güzel cümlelerin döktürücüsüdür.”
Sözün özü, sağlam fikir sağlam cümlede bulunur, cümle fikrin bünyesidir.