MİNEZ BAYÜLGEN
28 Aralık 2011’de Şırnak’ın Roboski/Uludere ilçesinde,TSK’ya ait savaş uçaklarıyla yapılan bombardıman sonucu 34 Kürt yurttaş öldürüldü. Ancak üzerinden yıllar geçmesine rağmen adalet yerini bulmadı, gerçek suçlular hesap vermedi. Öyle ki, geçen hafta evlatlarını kaybeden iki anne hakkında, faillerin yargılanması için dile getirdikleri haykırışlardan ötürü ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ gerekçesiyle soruşturma başlatıldı.
Roboski hukuksuzluğu sadece yargıda değil, Türkiye’de hayatın her alanına nüfuz etmiş durumda. Bunlardan biri de sinema sektörü… Yönetmen Selim Yıldız’ın, beş yıldır aydınlatılamayan Roboski Katliamı’nın canlı tanıklarıyla çektiği Bîra Mı’têtın/Hatırlıyorum adlı belgesel de ‘Kayıt Tescil Belgesi’ olmadığı bahane edilerek, bu hafta başlayan 27’nci Ankara Uluslararası Film Festivali programından son anda çıkarıldı.
‘Kayıt Tescil Belgesi’nin, devletin sinemayı sansürlemek için kullandığı bir aygıt olduğunu savunan Yönetmen Yıldız ile Türkiye’deki sinema sektörünün geldiği noktayı, film festivallerinin perde arkasını ve Kürt sinemasını konuştuk.
Roboski katliamının belgesel filmini çektiniz. Filminiz, Ankara Uluslararası Film Festivali’nde yarışmaya katılmaya hak kazandı ve hatta gösterim günü bile belliydi. Son gün festivalden çıkarıldınız çünkü zorunlu olan kayıt tescil belgesini almadınız. Filminizi bile bile uluslararası bir festivalde gösterilmekten niye alıkoydunuz?
Belgeyi almazsam filmin sansür yiyeceğini kesinlikle bilmiyordum. Üstelik daha önceki yıllarda bu konuda esnek davranılıyordu. Ankara Uluslararası Film Festivali’ne de esnek davranması için çok ısrar ettim. Roboski katliamının belgeseli izleyiciyle buluşsun çok istedim. Ama onlar belgeselimi yarıştan çıkardıkları gibi, seyircinin filmi görmesini de engellediler. Yine de ben, bu belgeyi asla almayacağım.
Belgeyi almamak, sorumluları hala cezalandırılmamış Roboski’den daha mı önemli?
Roboski çok önemli bir yara ama mevzu Roboski değil. Bütün mesele devletin baskısı. Türkiye’de sinemacıların çoğu özgürlükçü ve muhalif ama iş pratiğe gelince ortadan yok oluyorlar. Devletin yönetmeliklerine, dayatmalarına, baskısına sinemacılar boyun eğdi. Ben bu yüzden kayıt tescil belgesi konusunda taviz vermedim. Çünkü bu belge teknik bir konu değil.
Ne peki?
Bu belge aslında devletin sinemaya uyguladığı bir baskı ve sansür aracı. Türkiye’de film festivallerini sinemacılar düzenliyor gibi gözüküyor ama gerçekte festivallerde sinemacıların değil, devletin dediği oluyor. O zaman soruyorum ben de! Hani sinemanın bağımsızlığı, hani özgür sinema?
‘Havuzda birleşen sinemacıların sayısı çok arttı’
Bakur belgeseli de geçen yıl İstanbul Film Festivali’nden son anda aynı nedenle çıkarılmıştı. Bu belgeyi almak çok mu zor?
Bu zımbırtıyı almak için Kültür Bakanlığı’na 500 liraya yakın para ödeniyor. Ama benim gibi İstanbul dışında yaşayanlara maliyet 2-3 bin lira oluyor. Belgeyi alsaydım bile festivalde son aşama şu olurdu: ‘Filminiz sakıncalı’ derlerdi ve dolayısıyla filmim yine gösterilmezdi.
Türkiye’deki sinema festivalleri için ‘Havuz festivalleri olmaya başladı’ diyorsunuz. Yandaş medya için ‘havuz medyası’ dendiğini duymuştuk, artık festivallerin de mi havuzu var?
Evet var. ‘Havuz festivalleri’ tanımlaması Necati Sönmez’e ait ve bu çok doğru bir tespit. Buna en iyi örnek İstanbul Film Festivali’nde Bakur belgeseline uygulanan sansür. Bakur’a yapılan haksızlığın arkasında duran, tepki gösteren sinemacılar oldu ama ‘havuz’da birleşen sinemacıların sayısı da çok ciddi arttı. Hala da artmaya devam ediyor. Geçen yıl bu belgeyi ‘sansür’ olarak nitelendiren isimler, şimdi belgeye ‘prosedür’ diyorlar. Nasıl bu hale geldik, bu çok üzücü bir durum.
‘Havuz festivallerinin jürisi kimlerden oluşuyor ve kimler yarışıyor?
Buradaki sorun kimlerin yarıştığı değil kimlerin yarıştırıldığı. Çünkü festival yönetmelikleri sinemacılar tarafından değil, devlet yani siyasi iktidar tarafından belirleniyor. Jüride elbette değerli insanlar mevcut ama devletin baskı ve dayatmalarına tepki gösterenler, istifa edenler de var. Jürilerde sessiz kalanlara sormak gerekiyor: “Yıllarca yazılarınızda, konuşmalarınızda bas bas bağırdınız! Ne oldu muhalif duruşunuza, niye şimdi baskılara sessiz kalıyorsunuz?” Festivaller, bu yıl politik filmlere ve Kürt sinemasına alenen sansür uyguladı.
Kürt sinemacılar, kurmaca film yerine daha çok belgesel çekiyor. Niye?
Belgesel filmler, bu coğrafyaya tanıklık ediyor. Yaşadığımız toprakların 100 yıllık sorunları var ve bunlar gün geçtikçe canımızı daha fazla acıtıyor. Bu acıyı yaşayan genç Kürt yönetmenler bu yüzden daha çok belgesel film yapıyor.
Zaten son yıllarda Kürt belgesel sineması atağa kalktı. Anlaşılan seyirci de bunu talep ediyor. Yaşadıkları dönemin canlı tanığı olan Kürtler, belgesellerde konuşmak, hikayelerini anlatmak mı istiyor?
Bizler savaşın çocuklarıyız ve bütün hikayelerimiz gerçek. Ben 30 yaşındayım ve savaş benden büyük. Belgesel film, yaşadığımız dünyanın en etkili anlatım biçimi. Gönül isterdi ki başka şeyler çekelim. Ama bu toprakların tarihi bize bir sorumluluk yüklüyor.
Sizce Kürtler en çok hangi hikayeleri anlatmak istiyor?
Kürtler için Roboski’de yaşananlar ne ilk, ne de son. Biz Kürdistan coğrafyasında zulüm, direniş, yoksulluk, acı ve şiddet gördük, yaşadık ve hala yaşıyoruz. Başka ne anlatabiliriz ki… Kürtler yaşadıklarını anlatıyorlar. Keşke mutluluğu yaşasaydık da onu anlatsaydık.
Roboski katliamı beş yıldır medyada geniş yeraldı. Sadece haberler, makaleler, yorumlar değil, üzerine kitaplar da yazıldı. Filmi çekerken bugüne dek açığa çıkmamış, anlatılmamış, bilmediğimiz bir bilgi/olay/ hikayeyle karşılaştınız mı?
Kitaplar yazıldı, filmler çekildi, manşetler atıldı ama Roboski’de hep bir şeyler eksik kaldı. Konunun üzerine rakamlarla gidildi. Hepimizin aklına ilk olarak 34 cenaze ya da parçalanmış insanlar geliyor. Peki, ya geride kalanlar? Onların isimleri ve çocukları… O çocukların anaları… Onlar ne yaşadı, şimdi ne yaşıyor? Zaten bu yüzden filmin ismine, ‘Bira Mi Tetin/ Hatırlıyorum’ dedik.
Kürtler, yakın tarihle yüzleşmeyi, hesaplaşmayı Kürt sineması ve belgeseller üzerinden mi gerçekleştirmeye başladı?
Romanlar, fotoğraflar, şarkılar da var ama Kürt filmleri yaşadıklarımızla hesaplaşmanın ve bellek oluşturmanın en etkili parçası. Hiçbir baskı Kürtlerin hafızasını silemez. Aksine her baskı yarattığı direnişle, Kürtlerin hafızasını hep canlı tutar.
Yaşadıklarını tekrar belgesellerde görmek, Kürtleri duygusal açıdan nasıl etkiliyor?
Olumlu etkiliyor çünkü yaşadıklarını diğer insanlarla paylaşıyorlar.
‘Kürtler, Türklere destek vererek, Ermenileri katletti. Dedem inkar ediyordu ama benim yüzleşmem lazım’
Peki, bu yüzleşme, hesaplaşma Türkleri nasıl etkiliyor ya da etkileyecek?
Onu da Türkler düşünsün. Biz de Kürtler olarak Ermeni katliamı konusunda yüzleşmeliyiz. Çünkü biz Kürtler, Türklere destek vererek, Ermenileri katlettik. Dedem inkar ediyordu ama benim yüzleşmem lazım. Bakın… Benim kuşağım savaşın bitmesini istiyor ama 14-17 yaş aralığındaki yeni kuşak, artık Türklerle Kürtlerin bir arada yaşaması gerektiği fikrini reddediyor.
Belgesel filmler aslında sadece festivallerde gösterilebiliyor. Anlattığınız sansürlerden sonra Kürt sineması seyirciyle nasıl buluşacak?
Türkiye’nin en köklü film festivalleri bu yıl Kürt sinemasına topyekün sansür uyguladı. Çünkü ülkenin siyasi gidişatı festivalleri çok etkiledi. Filmleri sinematografik değil, politik nedenlerle programlara almadı ya da alamadılar. Bu nedenle Kürt sineması evde, sokakta bir şekilde izleyicisine ulaşıyor. Artık her ev bir sinema salonu. Filmimize sansür geldiği gün öğrenciler bir evde toplanıp, beni aradılar. Filmin linkini gönderdim. İşte alın size, öğrencilerin evi de bir sinema salonu oldu.
Sansüre uğrayan sadece Kürt yönetmenler mi? Diğer belgesel film yönetmenleri sansüre uğramıyor mu? Gazetelere ve televizyonlara, akademi dünyasına ve sosyal medyada sıradan vatadaşlara iktidarın baskısının bu kadar yoğun olduğu bir dönemde sansürün Kürdü, Türkü oluyor mu sizce?
Sansürün Kürdü, Türkü yok. Sansürün politik duruşu var. Bizim gibi duruş sergileyen, her kökenden bütün sinemacılar sansüre uğrayacak. Çünkü bütün festivaller, siyasi iktidarın sıkı kontrolü altında. Roboski’yi bir Türk yönetmen çekseydi ve benim gibi kayıt tescil belgesi almayı reddetseydi başıma gelenler onun da başına gelecekti.
Sizce Kürt sineması dünya sinemasında hangi ülkedeki sinemaya benziyor?
Bence, Kürt sineması bir direniş sinemasıdır. Olmaya da devam edecek.
9 Soruda Roboski katliamı