H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
insanatinart@gmail.com
Selim öldü!
Bazı insanların var olduğuna da öldüğüne inanamazsınız.
Selim İleri de öyle…
1980’lerin başı… Ahmet Sezerel’in Taksim Sanat Evi’ndeyiz. Barda Saim… Ben henüz çiçeği burnunda bir gece muhabiriyim gazetede… Ortadaki alanda yuvarlak bir masa var. Selim İleri dostlarıyla oturuyor. Kitapları arka arkaya ödüller almış, ününün zirvesinde.
‘Her Gece Bodrum’u okuyup çarpılmışım.
Hemen ardından öykü kitapları ‘Dostlukların Son Günü’ ve ‘Bir Denizin Eteklerinde’nin ardına düşmüşüm. Hayranlığım büyümüş, kıskanmışım da…
Polis muhabirliği mi? Boşversene ya! Ben büyüyünce yazar olucam…
Benim hayranlığımı gören Fatih “Sizi tanıştırayım” dedi. Boynumda mavi bir fular-atkı… Mahcubiyetin üst sınırında bir “Merhaba” dedim. Anladı tedirginliğimi. “Bizimle oturmaz mısın?” Sonra gecenin ilerleyen saatinde -Attila İlhan’dan- bir şiir hediye etti.
Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme, kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun…
Böyle başlayan bir dostluk, senelerce sohbetlerle, kimi zaman yazdığım öyküleri ilk okumasını istediğim zaman, yönlendirmeleriyle devam etti.
Şişli’deki evinde çok bunaldığı bazı akşamlar arar “Bana gelsenize” derdi. Eşimle yürüyerek giderdik.
Sonra geçim koşullarının getirdiği zorunlulukla hayatın başka alanlarına, başka işlere yöneldim. “Yazmaya devam et” diyordu. Yazmak çok uzaktaydı artık. İş hayatının bej-gri soğuk renkleri arasında, kelimeleri kaybolmasa da sıradan bir yaşam öyküsüne çevirdim yolumu.
Yine o hayatın yoğun günlerinden birinde, sanıyorum hüzünlü bir günüydü onun da… Beni aradı. Akşam Çiçek Pasajı’nda buluşalım diye. Çok işim vardı. Sanırım bir insanın acısını anlayamayacak kadar toydum ya da içinde olduğum dünyanın duyarsızlığıyla davranmıştım.
Küstü bana.
Nasılsa barışırız diye düşündüm.
Zaman su gibi akıp geçti.
Küskünlük büyüdü.
Bir akşam Beyoğlu Pub’da karşılaştık. Önce soğuk selamlaştık. Sonra ortak dostlar geldi. Eğlenceli bir sohbet yaşadık. Ancak kırgındı. Sonraki telefonlarımı açmadı. Açmadı.
Selim İleri Türk edebiyatının yeri doldurulmaz kalemlerinden biriydi. Yalnızca kalemiyle yaşamını kazanacak kadar cesur bir yüreğe sahipti.
Kolay öfkelenen, kolay kırılan, inatçı yapısının altında olağanüstü duyarlı bir kalp taşırdı.
İlerleyen yaşıyla birlikte kimi rahatsızlıkları artınca, 2000’li yılların ilk çeyreğinde “Bir gün kelimelerimi kaybetmekten korkuyorum” demişti. Oysa kelimeler tülden kanatlarıyla çırpınarak önce ona gelirdi her zaman…
Bireyin sancılı yalnızlığını, insan belleğinin çağrışımlarını, kalp ağrılarının gündelik yaşam içinde tüketilmesini onun kalemine benzer bir şekilde kimse yazmadı.
Üzerine o kadar çok değerlendirme ve inceleme yazıldı ki… Yine de edebiyat tarihçileri, Selim İleri’nin Türk edebiyatındaki varlığını yeniden değerlendirecektir mutlaka…
Yaşarken hak ettiği değeri görmüş, yazdıklarıyla birkaç kuşağın kalem heveslisi gençlerine örnek olmuş, nev-i şahsına münhasır bir sanatçıydı.
En son bu yaz ‘Yalnız Evler Soğuk Olur’ kitabını okurken sahilde, yine gözlerim dolmuştu. Elim telefona gitti. Arayamadım. Kitaplarının isimlerini hep olağanüstü seçerdi.
Gerçi ilk romanının adını Attila İlhan usta koymuştu. Selim ‘Bu Gece ve Her Gece’ olarak isimlendirmişti sanırım. Usta ise ‘Her Gece Bodrum’ adını uygun görmüştü.
Ben Selim’i 2020’de yayınladığı kitabının adıyla uğurlayacağım.
‘Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’.
Büyük bir anlam yaşadın usta… Bize de hayatı yeniden düşünmek için onlarca roman, öykü, oyun, deneme bıraktın.
Üstelik bu yazının başlığını da senden aldım, hoşgör.
Gel barışalım!