BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Seçime ilişkin hesaplaşmalar sona ermeden Erdoğan’ın yeni kabinesine ilişkin tartışmalar başladı. Kimilerine göre başta Erdoğan olduğuna göre hangi bakanlara görev verdiğine dair tartışmalara girmenin anlamı yok. En son karar verici Cumhurbaşkanı olacağından kabinenin atacağı tüm adımlar doğal olarak bu iradenin bir yansıması olacak.
Belli bir açıdan bu bakış açısı doğru olsa bile Erdoğan’ın yeni kabinesinden çıkarılabilecek mesajlar yine de var. Yeri geldiğinde keskin dönüşler yapma, birbirine benzemeyen siyasi aktörlerle çalışma esnekliği gösteren Cumhurbaşkanının, önümüzdeki dönem için neyi planladığını görev alan bakanlara bakarak anlamaya çalışabiliriz. Bu köşenin ilgi alanındaysa bilhassa hükümetin dış dünyaya dönük yüzünün neyi hedeflediğine, neler olabileceğine dair bir değerlendirme var.
Öncelikle en çok konuşulan ekonomi yönetiminden başlayalım. İşin sadece iktisat politikaları bacağı konunun uzmanları tarafından enine boyuna değerlendirileceğinden Mehmet Şimşek’e teslim edilmiş bir ekonominin Türkiye’nin uluslararası siyasetteki yönelimi açısından ne anlama geldiğine bakalım. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı, Türkiye kamuoyunun yabancı olduğu bir isim değil. Senelerce yine bu hükümetin bünyesinde oldukça etkili makamlarda görev yaptıktan sonra hem Erdoğan tarafından hem de kendisinden sonra görev alan bakanlar tarafından sert biçimde eleştirilerek gönderilmişti. Genel yaklaşımı Türkiye’yi küresel ekonomiye her anlamda eklemleyecek, uluslararası finans çevreleriyle uyum içinde çalışacak bir model üzerineydi. Bilhassa Anglosakson dünyasına finans çevrelerine yakınlığıyla bilinen Şimşek’in, yüzünü Batı’ya dönmüş bir hükümetin ekonomiden sorumlu bakanı olmasında bir gariplik yok. Öte yandan uzun süredir ana akım ekonomi öğretilerine, liberal iktisat politikalarına ve bilhassa Batı’nın Türkiye üzerindeki ‘haince‘ planlarına sallamayı alışkanlık haline getirmiş bir liderin ve onun hükümetinin Şimşek’le ne işi olduğu sorusu kafaları karıştırıyor. Üstelik Şimşek yine beraberinde Merkez Bankası olarak görev yapmak üzere uluslararası finans kuruluşlarında üst düzey yöneticilik yapmış Hafize Gaye Erkan’ı da getirmeyi planlıyor. Bu ikilinin ve onların ekonomi politikalarının Batıyla kavgalı bir hükümet içerisinde bir yere oturması mümkün değil. Zaten şayet Mehmet Şimşek’in göreve getirilmesi uzunca bir süredir Türkiye’ye sırtını dönmüş yabancı sermayeyi çekmek amaçlı değilse çok bir anlamı olmayacak.
Demek ki Erdoğan seçimden önce dilinden düşürmediği, bize özgü ekonomi politikalarını ancak seçime kadar sürdürmeyi planlamıştı. Bir adım daha atarak ülkeyi küresel sistemden ve Batılı paydaşlarından koparacak hamleyi yapmayı göze alamayacak. İktisat politikalarındaki 180 derece çarksa siyasette de benzer bir manevranın gelmekte olduğunu düşündürüyor.
Buradan kabinedeki bir diğer ilginç atamaya dönebiliriz. Uzun süredir Dışişleri Bakanlığı görevini sürdürmekte olan Mevlüt Çavuşoğlu’nun yerine yine 13 yıldır MİT Müsteşarı olarak görev yapan, Erdoğan yönetiminin kilit isimlerinden Hakan Fidan atanıyor. Herhangi bir bürokrat olmadığı gibi Cumhurbaşkanının en önemli sırlarına da hâkim birisi olarak bilinen Fidan’ın bu göreve gelmesi yeni hükümetin dış ilişkilerde hareketli bir dönem beklediğini gösteriyor. Yeni Bakan bütün önemli dosyaları birinci elden takip ettiği gibi yeri geldiğinde inisiyatif kullanacak şekilde Erdoğan’ın güvenine de sahip. Bilhassa Suriye meselesinde önümüzdeki dönemde beklenen hareketlilikle Fidan’ın atanması arasında bir bağ kurulabilir. Hakan Fidan’ın bu dosyada nispeten şahin bir bakışı olduğu iddia edilse de son yıllarda politikalardaki dönüşümün etkisi olduğunu da kabul edebiliriz. Dolayısıyla sadece Fidan’ın atamasından Türkiye’nin Suriye dosyasında uzlaşmaz bir tutum izleyeceği sonucuna varılamaz.
Hepsinden önemlisi Erdoğan’ın bu dönemde özellikle ABD ile olan ilişkilerde bir gelişme sağlamak istediğini tahmin edebiliyoruz. Burada dönecek kıran kırana pazarlıklarda Fidan’a önemli bir rol düşecektir. Eğer Erdoğan’ın sağlık durumu da önümüzdeki dönemde biraz daha düşük tempolu bir çalışma düzeni gerektirecekse böylesi kritik dönem için yüksek beklentileri karşılayacak bir bakan düşünülmüş olabilir. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in de yemin töreninde bulunmasını bu genel resmin içine koyacak olursak, bu al-ver sürecinin ilk çözülmesi gereken maddesi olarak İsveç’in NATO üyeliğinin acil biçimde yeni Dışişleri Bakanı’nın gündemine geleceği anlaşılıyor. Bu da eş zamanlı olarak Türkiye’nin F-16 modernizasyonu talepleriyle karşılanacaktır. Yunanistan’a F-35 satışının ABD’de neticelenmek üzere olduğu düşünülünce yakın zamanda bu konularda bir gelişme olmasını, belki de önümüzdeki ay Vilnius’ta İsveç’in üyeliğine ilişkin bir adım atılmasını bekleyebiliriz.
Bu atamaların dışında yemin töreninden dikkat çeken iki fotoyu da bu perspektife ekleyelim. Birincisi, Aliyev’i liderler arasında ön planda, halinden pek memnun biçimde yakalayan kareydi. Hemen arkasında yer alan ve törene katılan Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan’la beraber verilen fotoğraf Kafkaslarda Ankara ve Bakü arasındaki iş birliğinin gücünü ve Ermenistan’ın bu ikiliyle birlikte çalışma beklentisini gösteriyor. Rusya’nın bölgedeki etkinliği azalır ve 2020 Eylül ayında başlayan askeri harekatla Azerbaycan Karabağ sorununu kendi lehine çözerken Kafkaslarda yeni bir denge kurulmakta olduğunu, Moskova’dan umudunu kesen Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’la müzakereye daha açık olduğunu bu resimden çıkarabiliriz. Elbette daha Zengezur koridoru gibi sorunlarda nihai çözüm sağlanamadı ancak genel çerçeve, Ankara’nın bölgede hâkim oyuncu olarak kendisini gördüğünü ve Aliyev Azerbaycan’ının da ana paydaş olarak yerini sağlamlaştırdığına işaret ediyor.
Bir diğer resim yine Aliyev’in bu defa Sinan Oğan ve Neçirvan Barzani ile kadraja girdikleri anı gösteriyor. Burada da Türkiye’nin bölgesel politikaları için bir diğer paydaş olarak Erbil’i gördüğü sonucu çıkarılabilir. Suriye’de bir çözüm konuşulurken de Ankara’nın kendi kontrol edebileceği, önceliklerine hassasiyet gösteren aktörlerle çalışma konusunda ısrarcı olacağı öngörülebilir.
Günün sonunda Erdoğan’ın liderliğinde kurulan bu kabinenin giderek İslamcılıktan milliyetçiliğe meyleden bir dünya görüşünü yansıtacağı, Ankara’nın bölgede artan iddialı hedeflerini Batı’nın politikalarıyla dengeleyecek bir pazarlık sürecini götüreceğini tahmin ediyorum. Elbette bu zorlu süreç bölgede çıkarları olan Rusya, İran gibi oyuncuları ve son hamleleriyle Suriye’de inisiyatif kazanmaya çalışan Körfez ülkelerini de ilgilendirecek. Dolayısıyla şimdiden Ankara’nın ABD’yle köprüleri onarıp onaramayacağını, başta Suriye olmak üzere bölgedeki sorunları ne kadar kendi lehine çözümleyebileceğini bilemiyoruz. AB ile ilişkiler ise hem kıtada aşırı sağın önlenemez yükselişi hem de Türkiye’yle stratejik bir yakınlaşmanın zorlukları göz önüne alınınca yine göç, vize, Gümrük Birliği gibi belli gündem başlıkları üzerinden yürüyeceğe benziyor.
Netice nasıl olursa olsun yeni kurulan Erdoğan kabinesinin Batı ile ilişkileri bir düzene sokmayı hedeflediği izlenimini ediniyoruz. Bunu yaparken ekonomi politikalarında normalleşme kadar NATO içerisinde de bölgesel politikalarda da müzakereye açık bir pozisyon alınacağını tahmin edebiliriz. Günün sonunda bu hedefe bu ekiple ne ölçüde ulaşılabileceği, kabinenin de ne kadar uzun ömürlü olacağını belirleyecek. Şimdilik kabinesi Erdoğan’ın önümüzdeki dönemdeki rotası hakkında bu kadar fikir veriyor.