
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
insanatinart@gmail.com
Güzel memleketim uzun bir bayram tatili ile birlikte ‘yaz tatili’ dönencesine girdi.
Tatil kelimesinin etimolojisi her ne kadar ‘atalet’e, yani ‘başıboş olma ya da eylemsizlik’ anlamına dayansa da bu satırları okuyanların dinlencelerine bir ya da birkaç kitabın da eşlik edeceğini düşünüyoruz.
Bu nedenle önümüzdeki bu ve önümüzdeki yazılarda ‘Yaz Okumaları’ ve ‘Yıldızlar Altında Sinema’ başlığında bazı kitaplar ve filmler önereceğiz.
Bunlar dumanı üzerinde yapıtlar değil.
Biraz gözden kaçmış, biraz unutulmuş, biraz ortaya çıktığı dönemde çok popüler olduğu için uzak durulmuş, ancak güneşe, denize ve yıldızlı akşamlara rahatça eşlik edecek verimler.

İlk yaz okuması önerimiz Selim İleri’nin klasik eseri ‘Her Gece Bodrum‘.
Yazıldığı dönemde edebiyat çevrelerinde epey tartışma uyandırmış bir roman.
Romanın isim babası ise bir başka ünlü edebiyat insanı Attila İlhan. Yazar Selim İleri romanı tamamladığında adını ‘Bu Gece ve Her Gece’ olarak tasarlıyor. O dönemde ‘Bilgi Yayınevi’ yöneticisi olan Attila İlhan ise ‘Her Gece Bodrum‘ ismini öneriyor. Böylece edebiyat dünyamız kült olarak nitelenebilecek bir roman kazanıyor.
Her Gece Bodrum, 1976’da yayınlanmasına ve 1977 yılında dönemin en ciddi ödüllerinden biri olan Türk Dil Kurumu (TDK) Ödülü’nü kazanmasına karşın; diliyle ve içeriğiyle güncelliğini koruyan bir yapıt.
Kentsoylu küçük burjuvaların -ki bu tanım artık az kullanılıyor- ya da günümüz popüler tanımıyla şehirli beyaz yakalı bir grubun, dönemin ve bugünün de ünlü tatil kasabası Bodrum’a gelmeleriyle başlayan roman, belirgin bir olay örgüsü yerine gruptaki karakterlerin birbirleriyle ve toplumla ilişkileri üzerine kurulmuş.
Aslında bir üçlemenin ilk romanı da demek mümkün. Daha sonra ‘Ölüm İlişkileri’ ve ‘Cehennem Kraliçesi’ni yazacak olan Selim İleri böylelikle kişisel tarihinin ‘Bodrum Üçlemesi’ni tamamlayacaktır.
Ancak ‘Her Gece Bodrum’un bence asıl önemi Cem, Tarık, Murat, Betigül, Emine, Kerem karakterlerinin yanı sıra Bodrum’un da romanda adeta bir karakter olarak yer almasıdır.
Şehirden kaçarak, her biri kendine özgü beklentilerle Bodrum’a gelen roman karakterleri, bu tatil beldesi üzerinden varoluş problemlerini çözmeye çalışsalar da, kaygılarını ve yalnızlıklarını büyütmek dışında çaresiz kalacaklardır.
1980 yılında ilk kez Bodrum’a ayak bastığımda kaldığı ‘Boncuk Pansiyon’un sahibinin bir akşam söylediği gibi “Herkes kendi Bodrum’unu yaşar” ve yaşamaktadır.
Günümüz modern endüstriyel kent yaşamı insanlarının; özgürlük, dinlenme, eğlenme, cinsellik, aşk, ilişki problemlerinin çözülmesi gibi her olguyu on günlük bir tatile yükleyen anlayışının erken teşhisidir de diyebiliriz bu roman için…
Yüksek haz beklentisi ve hedonist yaklaşımların, yabancılaşmayı alkol yardımıyla bastırmaya çalıştığı roman coğrafyasında her karakterin kendine karşı bir ikiyüzlülük sergilediğini izleriz.
Bu nedenle de sayfalar ilerledikçe roman kişilerinin, şehirde ve tatilde birbirleriyle kurdukları ilişkilerin cılız kaldığını ve tatmin duygusunun en hızlı hedoni olan cinselliğe oradan da zaman zaman nihilizme kaydığını görürüz.
Romanda yer alan karakterler, zaman zaman toplumu ve sosyal yaşamın eşitsizliklerini kapitalist ve siyasal sistem açısından sorgulamaya çalışsalar da, yarı-aydın kulaktan dolma bilgilerinin buna yetmediğini, böylelikle yanıtları bulmak yerine soru işaretleriyle tıkandıklarına tanık oluruz.
Bugün kendilerini laik, Atatürkçü ya da ilerici-aydın olarak niteleyen, fakat bu kavramlardan hiçbirinin tarihsel serüvenine, oluşumuna ve düşünsel altyapısına hakim olmadığı için sonunda işi biçimselliğe yani giyim kuşama veya meyhanelerin kaldırıma masa atıp atamama özgürlüğüne getiren aydın sorunsalıdır bu… Kökleri Yakup Kadri’nin ‘Yaban’ romanına kadar dayanır.
Bir tatil kasabasında popüler olan her şeyi tüketmek, doğal olan şeyleri bir fetişizm haline dönüştürmek, görece ucuz ve otantik olanı çığlıklarla karşılayan şehirli beyaz yakalı romantizmini, Bodrum’u özgün yapan bütün niteliklerini hızla ‘şehirli’ yapabilmek adına üretilen fikirlerin sonuçlarını, bugünün Bodrum’unda görmek ve karşılaştırmak için de ‘Her Gece Bodrum‘ iyi bir yaz seçimi olacaktır.
Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Mavi Sürgün’ anılarıyla başlayan bu eski süngerci kasabasının bugün geldiği hal, eğer gerçek bir duyarlılıktan bahsediyorsak, gözyaşlarınızı tutamayacağınız bir biçime dönüşmüş durumda…
Romanda karakterlerden birinin ağzından şunu okuruz: “Bodrum yapaydı. Sahici olan hiçbir şey kalmamıştı.”
Hayatla doğru kurulamayan bağların tatil mekanlarıyla da kurulamadığını, roman karakterlerinin Bodrum’u yaşarken iki uçta deneyimlemelerini izleriz sayfalar boyunca… Kişisel trajedilerini ve tatminsizliklerini ya eğlence şehvetiyle ya da Bodrum’dan nefretleriyle yaşarlar.
Romanın ana izleğinde, bir tatilden geriye Selim İleri’nin deyişiyle ‘Aşkla arkadaşlıklara yer olmayan’ bir hayat kalır.
‘Her Gece Bodrum‘un en önemli özelliklerinden biri de; bütün bu yukarıda yaptığımız kısa çözümleme ve yorumların, usta romancının kalemiyle roman karakterinin ağzından yapılan betimlemelerin gücü, sarsıcılığı ve güzelliğidir. Her satırı şiirsel özelliklere sahip, birçok cümlesinde mısralar saklayan bir romandan bahsediyoruz.
Sonuçta çözümlemelerini yapamamış eğreti yaşamlarına, kente dönmeye hazırlanan haz avcısı beyaz yakalılar bir sonraki tatillerinde Bodrum’u kendi yapay, tedirgin ve gösterişli hayatlarına benzetme ümitlerini yitirmeden, fakat birbirlerini ve anlamlarını kaybederek valizlerini toplarlar.
“Bir daha yaşayalım. Deniz bizi bekler mi?”
Daha önce filme de çekilmiş bu güzelim, acı ve mavi roman, sinemanın yeni olanaklarıyla yeniden filme çekilmeyi bekliyor bizce…
Bir de Bodrum’un sakin köylerinden birinde deniz kıyısında rüzgârın çevirdiği sayfalarıyla kolayca ve anlamlı bir okumayı…