Türkiye’nin diğer tüm alanlarda olduğu gibi dış siyasetinde de, 1945’ten buyana, 77 senedir, ABD gerçek belirleyicidir. Bu nedenle bu ülkenin yönetiminin ABD’yi doğru okuması ve anlaması gerekirdi. Açıklanan, ancak bazı kısımları sansür edilen Merkezi Haber alma Örgütü-CIA belgelerini okumak bile bu konuda yeterli olabilirdi.
Ancak, hiç de öyle olmuyor.
9 Kasım ara seçimlerinde yaşam biçimi özgürlüğünün çok ilginç örnekleri görüldü. İki eyalette (Oregon ve Massachusetts) valilik seçimlerini, New York Times’ın yazdığı gibi “openly lesbian” ya da “açıkça eşcinsel” iki kadın kazandı; sırasıyla Tina Kotek ve Maura Healey. Kotek ve Hailey’i, partilerinin genel başkanı aday göstermedi; önseçime girdiler ve partilerinin adayı oldular, sonra da eyalet halkının oylarıyla vali seçildiler.
Bu örneklerin de kanıtladığı gibi, Türkiye ile ABD’nin “seçimleri” arasında da ölçülemez bir nitelik farkı ve uzaklık var.
Dahası da var; aynı günlerde seçimle değil, seçilerek göreve getirilen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Burdur’da yaptığı bir konuşmada bu ülkenin LGBTİ+ insanlarını, elbette yine hiçbir yargı kararına dayanmadan, “kültürel terörist” sayıyordu.
Bu da yetmiyor; öbür hak ve özgürlüklerin tümüyle yok edildiği bu ülkede “ana akım” siyaset, bu hafta yaşanacağı gibi, “yaşam biçimini” anayasa ile düzenlemek gibi bir ilkelliğin içindedir.
Kısaca, AKP iktidarı, özgürlükten ve kurumlaşmadan habersiz niteliğinin bir sonucu olarak ABD’yi anlamıyor ve doğru değerlendiremiyor. Sonuçta, kendi içinde büyük bir çatlak oluşuyor ve ülke bundan da çok zarar görüyor.