MUSTAFA DOMANİÇ
mustafa.domanic.diken@gmail.com
30 Mart yerel seçimlerinin hemen sonrasında, İstanbul sokaklarında kafamı çevirdiğim her noktada gördüğüm ‘Uzun Adam’ posterlerinden kurtulabilmek umuduyla, Hindistan’a seyahat ettim. Ben kafamdan çıkartmaya çalıştıkça o sıralar seçim sürecinden geçen Hindistan sokaklarında gördüğüm Nerandra Modi posterleri bana ‘Uzun Adam’ı hatırlattı. Hindistan’da ne yazık ki bitmeyecek, vasat bir şarkı başlamak üzereydi.
Modi hakkında o güne kadar bildiklerim, genelde Hindistan’ın muadil laik vesayet rejimi sayılabilecek merkez sol sisteminin ve sonrasında Batılı kurumların öğretilemesinden geçmiş, benim gibi küreselleşme taraftarı, liboş tiplerin genellemeleriyle sınırlıydı. Kısaca duyduğum, Modi Hindu milliyetçiliğine oynayan popülist bir liderdi.
‘Sistemik’ bir benzerlik
Hindistan seyahati sonrası Modi ile ilgili öğrendiklerim‘Uzun Adam’ ile arasındaki benzerliklerin sadece genellemelerden ibaret olmadığını gösterdi. Modi gerçekten kısa bir ‘Uzun Adam’dı.
Ben bu konuda bir yazı yazmanın gerekliliği üzerine düşünürken uzun süredir ateşli tartışmalar yaşadığım fanatik Modi taraftarı bir arkadaşım bana Amitav Ghosh’un bu karşılaştırmayı derinlemesine yapan, harika bir makalesini gönderdi. Ghosh makalesinde iki liderin arasındaki benzerliklerin tesadüf olamayacak derecede fazla olduğunu, bunun ancak ‘sistemik’ bir benzerlikle açıklanabileceğini anlatıyordu. Hemen her bölümüne katıldığım bu makalenin ana temasını bazı eklemeler yaparak tekrarlamanın faydalı olacağı görüşündeyim.
Ghosh, Hindistan’da siyasi eğilimini ortaya koymada bugüne kadar dikkatli davranmış önemli bir roman yazarı (bir nevi Orhan Pamuk muadili). Dolayısıyla bu ismin Modi taraftarları tarafından negatif karşılanabilecek siyasi bir karşılaştırmayı kaleme almış olması bu konuda ne kadar güçlü hissettiğinin bir göstergesi.
Ghosh her ne kadar dikkatli bir dil kullanıp objektif bir karşılaştırma ortaya koymaya çalışsa da makalesinde de değindiği Gezi eylemleri sonrası ortaya çıkan çiğ faşizmin (o buna kibarca ‘artan otoriterlik’ diyor) ve buna karşı doğabilecek şiddetin Hindistan’da yaşanmasından çekindiği ve bir uyarı yapmak istediği aşikâr.
Diğer taraftan faşizme zaten kurban olmuş Türkiye için bu karşılaştırma ‘Uzun Adam’ın köklerini 12 yıl sonra hala anlamayan bazı laik cenaha örnekli bir anlatım sağlaması açısından önemli.
Arka plan
İki liderin benzerliklerini anlamak için öncelikle siyasi yükselişlerinin arka planını anlamakta yarar var.
Ghosh’a göre Kemalizm ve Nehruizm’in laik ve pozitivist millileşme süreçlerinin iki toplumda da sebep olduğu travmalar, laikçi vesayet rejimlerinin zayıflamasıyla birlikte laiklik eleştirisi üzerinden siyaset yapan liderlerin güç kazanmasına sebep olmuş olabilir.
Aslında Modi ve‘Uzun Adam’ temel bir laiklik eleştirisinden ziyade ‘laiklik perdesi altında çoğunluğa ayrımcılık yapan elitlerin oluştuğu’ eleştirisi yapıyor. Fakat içten içe laiklik prensibiyle de ciddi sorunları olduğu, en azından ‘Uzun Adam’ın fıtratında laikliğin olmadığı da açık. Modi’ye bu konuda zaman vermek gerek.
Diğer taraftan Kemalizm ve Nehruizm uygulamalarının gerçek manada laik olup olmadıkları ve laiklik yorumlarının birbirine ne kadar benzediği tartışılır. Fakat bu arka plandaki benzerliği ortadan kaldırmaz.
İkinci benzerlik, iki liderin de kendilerinden önce gelen hükümetlerin yolsuzluk, kararsızlık ve verimsizliklerinin üzerinden yükselmiş olması.
‘Uzun Adam’ın partisi 2001 ekonomik krizi ve ona yol açan çarpık ve yolsuz düzenin alternatifi olarak görüldü ve başarılı oldu. Modi yıllardır iktidarı elinde tutup hanedan mantığıyla siyaset yürüten ve dibine kadar yolsuzluğa batmış Kongre Partisi’ne alternatif olarak doğdu.
Her iki lider de rüşvetten arındırılmış adil bir yönetim ve hızlı ekonomik kalkınma vaatleri üzerinden oy kazandı. Hatta öyle ki daha önce hep ‘geri kafalı/tutucu’ imaja sahip bu muhafazakâr hareketler kendilerini diğer partilerden daha modern, daha etkin olarak sunabildi.
Türkiye’de sol alternatifler zaten 1980 darbesiyle yok edilmişti. Laik rejim, ordunun merkez sağ hükümetler üzerinde kurduğu vesayetle yürütülüyordu ve 2001’de patladı. Dolayısıyla ekonomik adaletin, fakir sınıfın savunuculuğunu yapmak uzun süredir zaten siyasal İslam’a kalmıştı. Hindistan’da aynı şekilde sözde ‘sol’ olan Kongre, büyük sermayeyle fazla içli dışlı olmaya başladığında bu rolü Hindu milliyetçilerine kaptırdı.
Muhafazakar yapıları kırsal desteği, kalkınmacı vizyonları şehir desteğini getirdi. Siyasal başarı tarifinin geri kalan ve en önemli malzemesi ise ‘lider’di…
Geçmişleri
Modi ve‘Uzun Adam’ geçmişleri açısından da ciddi benzerlikler gösteriyor. Fakir aile çocukları olarak başladıkları hayatlarında çalışarak yükselmiş kişiler. İkisi de sporcu geçmişiyle övünüyor (Bakarsınız 10 sene sonra Modi de düzmece kriket maçında sayı rekoru kırar).
İkisi de yerel yönetimde birer başarı hikâyesiyle ulusal siyaset sahnesine çıktı. İkisi de çok kuvvetli hitabet ve lafebeliği yeteneğine sahip (Modi’nin lafebeliğinde‘Uzun Adam’dan öğreneceği çok).
Gittikleri her şehrin ilçe, kaza, kasaba ve köylerinin adlarını, o şehrin meşhurlarını, yemeklerini, adetlerini ezbere biliyorlar. Yönettikleri belediyelerin çalışanlarını, okul çocuklarını, fabrika işçilerini zorla, ama servisle ve kumanya eşliğinde mitinglere diziyor ve bağırtıyorlar. İkisi de siyasal hassasiyetleri umursamadan fikirlerini açıkça söylüyor ve bu yüzden kendilerini dinletiyor, gündem belirliyor.
İki lider de geçmişte yasaklanan siyasi partiler ve dini gruplarla açık işbirliği içinde. İkisi de önceki dönemin ana akım medyasının ve popüler ‘aydın’larının kara listesinde (bkz. ‘Muhtar bile olamaz’). En önemlisi sistemle hesaplaşma, onu kökten değiştirme derdindeler…
‘Uzun Adam’ 12 sene sonunda polis ve ordudan başlayarak, eğitim, ekonomi, siyaset, yargı ve medyayı tekrardan tasarladı. Daha doğrusu önceki çarpık tasarımının oyuncularını kendi kuklalarıyla değiştirip daha kötü bir hale getirdi. Bunu yaparken uluslararası ekonomik konjonktür ona ‘Yürü ya kulum’ dedi. Dümeni iyi olanlar başka tarafa bakmayı tercih etti. Şimdi lale devri sona yaklaşırken‘Uzun Adam’ kapağı komando taburlu saraya attı ve ihale ‘Sırıtan Adam’ ve AKP’den geriye kalanlara kaldı.
Uluslararası göstergelere bakılacak olursa Modi ekonomik anlamda‘Uzun Adam’ kadar şanslı olmayabilir. Belki bu onun güç tutulması yaşamasını ertelemesi bakımından Hindistan için iyi bile olabilir. Zira para her zaman huzur demek değildir…
‘Piyasa Hinduizm’i’ ve ‘Piyasa İslam’ı’
Modi’nin söz verdiği ekonomik kalkınmanın nasıl vuku bulacağını görmek için önümüzde uzun yıllar var (Seçimleri kazanmaya devam edeceğini varsayarak). Fakat‘Uzun Adam’ döneminde Türkiye’nin yaşadığı çığırından çıkan neo-liberal ekonomik yaklaşımın sonunun hayır olmadığını Gezi’de (ağaç yerine AVM), Soma’da (insan yerine kömür), Mecidiyeköy’de (insan yerine bina) gördük ve görmeye devam ediyoruz.
Sonuçları aynı olsa da olmasa da bu kalkınma anlayışlarının başlangıçta dini siyasetle örtüştürülmelerindeki benzerlik ise göz ardı edilemez.
Ghosh’un makalesinde alıntı yaptığı bir Türk öğrenci şöyle demiş: “Uluslararası kaynaklara artan erişimin, varlık birikiminin ve iletişim teknolojilerinin siyasal İslam’ı artan derecede pratikleşmiş, ‘Piyasa İslam’ı’ olarak adlandırılabilecek post-siyasal bir ifadeye doğru yönlendirdiği söylenebilir.”
Bu görüngüyü 2002-2008 yılları arası yaşadığımız büyüme döneminde sürekli olarak Protestan çalışma etiğiyle Anadolu Kaplanları arasında çizilen paralelleri okudukça hissetmiş, fakat bu şekilde net açıklayamamıştım. MUSİAD kurumu ve AKP iktidarında geldiği nokta belki de bu neresinden tutsan çarpık din ve kapitalist kalkınma buluşmasının en güzel örneğidir.
Fabrikadan kahve yerine camiye giden, teşvik edildiğinde borçlanıp ekonomiyi besleyen, gemi çekildiğinde biriktirip büyük sermayeye ‘katılım payı’ veren, görünürde modern, içten içe bunalımlı bir toplum projesinin adı da olabilir ‘Piyasa İslam’ı.’
Hindistan daha bu sürecin başında olmakla beraber Modi’yi destekleyen sermaye çevrelerinin Türkiye’dekine çok benzer karakter özellikleri içerdiklerini ve hızla dindar bir sermaye grubunun oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu konuda Meera Nanda’nın (merkez sol tandanslı bir akademisyen) ‘Tanrı Piyasası’ kitabı, laikleşme teorilerinin, yani zenginleşen kişilerin dini eğilimlerinin zayıflayacağı fikrinin Hindistan’da tersine dönmeye başladığını örneklerle ortaya koyuyor.
Hindistan’ı ve dünyayı bekleyen tehlike
Ghosh makalesiyle uluslararası bir uyarı yapıyor çünkü‘Uzun Adam’ rejiminin nereye gittiği açık. Rejim belki de istatiksel olarak askeri darbe dönemleri, hatta önceki hükümetlerle karşılaştırıldığında şiddeti, devlet kaynaklı ölüm ve kayıp gibi olayları azaltmış durmakla beraber özgürlükleri her geçen gün kısıtlamaya devam ediyor.
Fakat bu baskının muhatabı önceki dönemlerden farklı olarak daha varlıklı orta sınıf laikler ve onların organize şiddete eğilmeleri pek olası değil. Diğer taraftan baskının diğer muhatabı Aleviler için aynı şeyi söylemek Gezi’den bu yana zorlaşıyor. Zira Okmeydanı uzun süre çatışma alanı olarak kaldı.
Hindistan’da durum çok daha tehlikeli. Yüzde 15’i Modi’ye sıcak bakmayan Müslümanlardan oluşan 1.2 milyarlık nüfusu ve Türkiye’nin üçte biri kişi başı geliriyle Hindistan denge siyaseti ortadan kalktığı anda şiddete gebe kalacak saatli bir bomba. Dahası, nüfusu ve ekonomisinin büyüklüğüyle Güney Asya’yı ve dolayısıyla tüm dünyayı karıştırabilecek öneme sahip. Hele ki Modi‘Uzun Adam’ kadar şanslı olup 10 senelik yüksek büyüme dönemi görebilirse bu resim çok daha kritik hale gelebilir.
Farklı bir küresel model lazım
Aslında iki liderin de yükselişleri temelde Batı modelinin Doğu’da uygulanamamasıyla da açıklanabilir. Meera Nanda’nın kitabında bahsettiği gibi laikleşme teorileri sadece bu iki ülkede değil, son 20 yılın gelişen ekonomiler dalgasıyla büyüyen tüm Doğulu ülkelerde (Rusya, Çin) tersine gerçekleşiyor diyebiliriz.
Pankaj Mishra geçtiğimiz aylarda Guardian gazetesinde bu konuda, ‘Batı modeli bozuldu’ başlıklı çok önemli bir makale yayınladı. Detaylarına girmeyeceğim fakat makalenin sorduğu şu soru hep aklımda kaldı: Ya zenginleşen orta sınıf diktatörlükten mutluysa? Kalkındıkça liberalleşeceğimizi kim uydurdu?
Konu gerçekten bu olabilir. Bu durumda özgür bir Türkiye ve Hindistan için sadece içeride gelişecek rakip siyasi hareketler değil, liberal teorilere alternatif olacak yeni bir küresel akım da gerekebilir.
Bana kalırsa Ghosh’un bahsettiği, Seattle’dan Londra’ya, Taksim Gezi Parkı’ndan Hong Kong’a uzanarak ortaya çıkan tepkiler bazılarının düşündüğünün aksine alışılmış liberal ‘portakal devrimi’ yaklaşımlarının değil, bu olası yeni düzene talebin yansıması.