M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Günlük hayatta kullandığımız isimle vergi cennetleri, varlık saklama gibi başka işlevlerini de hesaba katınca daha doğru bir tabirle kıyı ötesi (offshore) finans merkezleri, yine gündemde. Bir ülkede yerleşik olmayanlara sunulan finansal hizmetlerin, o ülkenin toplam finansal işlem hacminin büyük çoğunluğunu oluşturduğu ve ekonomik büyüklüğünü hayli aştığı yerlere ‘kıyı ötesi finans merkezi’ deniyor.
Kıyı ötesi (offshore) ismiyle tanımlanmaları, birçoğunun Karayip Denizi’ndeki adalarda bulunmasından kaynaklı, ancak Lüksemburg ve İsviçre gibi denize hiç kıyısı olmayanlar da var. Karayip Denizi’ndeki Virgin Adaları, Cayman Adaları, Bermuda ve Bahamalar; Orta ve Kuzey Avrupa’daki Jersey Adası ve Man Adası; Liechtenstein, Lüksemburg ve İsviçre; Akdeniz’deki Malta, Cebelitarık, Kıbrıs ve Monako; Hint Okyanusu ve yakınındaki Seyşeller, Mauritus; Bahreyn ve Macao bu grupta.
İlk olarak vergi cenneti işlevlerinden başlayalım.
Bu tip merkezlerde gelir ve vergi oranları düşüktür ve bazen sıfırdır. Yalnızca vergi oranları değil, verginin uygulanacağı matrahın hesaplanması, bu süreçteki istisnaların ve muafiyetlerin de tanımı geniştir. Haliyle az vergi ödenir ve vergi denetimleri de neredeyse yoktur. Etikliği şüpheli olmakla birlikte her şey yasal ve kayıtlıdır. Birçoğu yüzölçümü olarak çok küçük ada olsa da iş hacmi olarak devasa boyuttadır.
Google, Amazon, Apple, Microsoft gibi şirketler de faaliyetlerinin bir kısmını bu bölgelerde sürdürür. Hatta bazı merkezleri doğrudan burada yer alır, örneğin Apple’ın, İrlanda’da bulunması gibi.
Türkiye’nin önde gelen holdinglerinin ve ihracat sıralamasında en üstte yer alan çoğu şirketin buralarda hesapları vardır. Vergi cennetlerine aktarılan paraların vergilendirilmesine ilişkin ilgili kanunun, vergi cennetleri tanımına uyan ülke listesinin yayınlanmamasından ötürü uygulanmaması da durumun Türkiye’de ne derece normalleştirildiğini gösterir. Yani Hazine’den özel sektöre sağlanan çok sayıda resmi destek ve teşvike ek olarak bu tip fiili yardımlar da mevcuttur, üstelik kimse de ses çıkarmaz.
Bu finans merkezlerin bir diğer işlevi ise hesap sahiplerinin varlıklarını kolayca saklamasıdır. 1980 sonrasında sermaye akımlarının serbestleşmesiyle, mülkiyetler bu ülkelere taşınabilmiştir. Örneğin Londra’da satın alınacak bir lüks evin sahibi görünmek istenmezse, söz konusu ev bu merkezlerdeki hesaplardaki parayla satın alınabilir. Londra’daki kayıtlarda merkezi Bermuda’da bulunan bir şirket gösterilir ve bu şirketin asıl sahibi kendisini gizleyebilir. Bu nedenle siyasilerde rüşvet ve ihale yolsuzlukları için sıklıkla bu offshore hesapları kullanılır. Yine daha ağır suçlara dayalı kara para gelirleri de burada kurulan tabela şirketlerinde saklanır, takibi araya konan çok sayıda paravan şirketle zorlaştırılır.
Türkiye’de süreklilik kazanan varlık barışları neticesinde, vergiye tabi olmaksızın büyük servetlerin yurt içindeki kaydı kolayca yapılabilir. Böylece varlık ile edinim biçimi arasındaki bağ kopmuş olur.
Vergi avantajları göz önünde tutulduğunda, çokuluslu şirketlerin de buralara kaymasından ötürü bu finans merkezleri hem kurumsal hem de bireysel mülkiyetin önemli bir kısmını saklar. Örneğin dünyada en çok ABD devlet tahvili olan ülkeler arasında ekonomik büyüklükleri küçük olsa da İrlanda 4, Lüksemburg 5, İsviçre 7 ve Cayman Adaları 11’inci sıradadır.
Kıyı ötesi finans merkezlerinin bulunduğu yerler hariç dünya ekonomisine bir katkısı yoktur; bu ülkelerdeyse ekonomiyi canlandırdığı için istihdamı artırır, turizmin önünü açar ve emlak fiyatlarını destekler. Vergi kayıpları yüzünden diğer ülkeler zarar görür ve ülke içi servet adaletsizliği artar. Zarar gören ülkeler de rekabet için vergi oranlarını indirir ve küresel sermayeye teşvik vermeye başlar. Böylece az sayıda nüfusa ve yüzölçümüne sahip bu ülkeler, tüm dünyanın vergi ve teşvik sistemlerini büyük şirketler ve varlıklı kesimler lehine etkiler. Kamu finansmanı KDV ve ÖTV gibi gelirinden bağımsız tüm kesimlere dağıtılır; böylece küçük ve çok zengin bir grup lehine olmak üzere tüm yük orta ve dar gelirlinin sırtına kalır.
Bu işlemlere çok sayıda hukuk, muhasebe ve finans danışmanlığı şirketi yardım eder. Bu şirketlerin çalışanları hayli kariyerlidir ve yüksek gelir elde eder. Amaçları gelirlerin kaynağı ile varlıkların mülkiyeti arasındaki bağı örtmek, bu şekilde herhangi bir soruşturma halinde hesap sahibini korumaktır. İşlemler kayıt dışı değildir, takibi mümkündür ama epey zordur. Bu merkezlerden ilgili belgelere erişebilmek için gelirin suç unsuruyla elde edildiğini açıkça ortaya koymak ve siyasi baskıyla bu merkezlerdeki yönetimleri zorlamak gerekir.
Tüm bu işlemler büyük maliyet ve toplumsal destek gerektirir. Konu yeterince medyada yer almadığı için böyle bir toplumsal bilinç oluşmaz. Zaten buralarda işlem yapanların önemli bir kısmı gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, medyayı da kontrol eden iş insanları ile siyasetçiler ve tüm bu süreci soruşturacak bürokrasidir. Yani insanlığa salt zarar sağlayan bu bölgelerin etkisizleşmesi için yetkiyi ve gücü elinde bulunduranlar aslında bu sistemden kazananlardır.
Yine de 2008’deki küresel finansal krizde olduğu gibi, büyük yoksulluk yaşandığı anlarda, toplumsal tepki artar. Bu amaçla gelişmiş ülke hükümetleri baskılarda bulunarak, bu ülkelerdeki şeffaflığın artmasını sağladı. Zaman zaman içeriden bilgi sızıntıları da görüldü. 2016’da Mosack Fonseca isimli hukuk firmasından sızdırılan Panama Belgeleri ile 2017’de Appleby’den sızdırılan Paradise Belgeleri bazı isimleri zan altında bıraktı. 2021’deki Pandora Belgeleri de benzer sonucu gösterecektir.
Tüm bu dönemde artan kamuoyu tepkisi sonucu, küresel ölçekte yüzde 15 kurumlar vergisi düzenlemesi, neredeyse tüm ülkelerce henüz bu yıl kabul edildi ve önümüzdeki yıldan itibaren kullanılması bekleniyor. Fakat şu ana kadar oluşmuş devasa gelir ve servetlere yönelik neredeyse hiçbir soruşturma girişimi bulunmuyor.
Özetle, kıyı ötesi finans merkezleri kapitalizmin sistemden sakladığı büyük gelir ve servetlerin saklanma yeridir. 20’nci yüzyılda geliştirilmiş ve insanlığa belki de nükleer silahlardan çok daha fazla zarar vermiş bir oluşumdur.
Buradaki işlemlerle hem dünyada hem de Türkiye’de çok sayıda tanınan ve sevilen siyasetçi, iş insanı, yargı mensubu, bürokrat, sporcu ve sanatçı zenginliğine zenginlik katmıştır. Bu konu Türkiye’de yeterince gündemde yer almaz, çünkü Türkiye’de muhalefet sisteme karşı değil, yalnızca Erdoğan yönetimine karşıdır. Hâlbuki bu ve benzer sorunlar küresel ölçektedir, Türkiye’deki iktidar değişimiyle çözülmeyeceği gibi, çözülmediği takdirde yeni iktidarların beklenen refahı yaratması da mümkün değildir.