MERT YILDIZ
mertyldz@gmail.com / Twitter: @my2048
Türkiye’nin demokrasisini ölümsüz kılmak istiyorsanız, ekonomiye sahip çıkın… 2013 yılı Türkiye’de demokrasi için çok önemli bir yıldı. Gezi Parkı protestoları, 17 Aralık soruşturmaları değildi olay. Bunlar daha büyük bir resmin kareleriydi. 2013 yılında Türkiye’nin kişi başına düşen geliri* ilk defa 10 bin doları geçti.
150 ülke ve 70 yıllık veri ile yaptığımız bir araştırma, 2’inci Dünya Savaşı’ndan bu yana 10 bin dolar gelir seviyesini elde eden hiçbir ülkenin demokrasiden diktatörlüğe dönüşmediğini gösteriyor. Türkiye’nin demokrasisi de 2013 yılında büyük ölçüde ölümsüz hale geldi. Gezi olayları, ölümsüzlüğü nerdeyse kesinleşen demokrasinin kutlamasıydı.
Büyük ölçüde ölümsüz diyorum çünkü Türkiye’nin istisnai bir durumu var. Türkiye’nin durumunu anlamak için önce neden belli bir gelir seviyesinin demokrasiyi ölümsüzleştirdiğini anlamak gerekiyor.
Doğal kaynak zengini ülkeler haricinde, 10 bin dolar gelir seviyesi bir ülkede kalıcı bir orta sınıfın oluştuğuna işaret eder. Orta sınıf ise demokrasinin temel taşlarından biridir.
Artistoteles’den John Stuart Mill’e kadar pek çok filozof orta sınıfın bir ülkede yönetişim kalitesini artırdığını öne sürmüştür. Kalabalık bir orta sınıfın ortak çıkarları, belirli bir azınlığın (örneğin AKP ve yancı kuruluşlarının) çıkarının ön plana çıkmasını engeller. Eğer azınlık otoriter bir rejim kurmak isterse, bu kalabalık orta sınıfın çıkarlarına aykırı olduğu için, iktidardan alınır.
Keynes’e göre orta sınıfın varlığı tüketimin stabil kalmasını ve buna bağlı olarak da kârlı yatırımların yapılmasını sağlar. Kârlı yatırımlar ise orta sınıfa iş imkanı sunarak pozitif bir döngü oluşturur.
Ülkemizde ise küresel akımlara karşı bir durum var. Her ne kadar 10 bin dolar seviyesine gelmiş olsak da, henüz gerçek bir orta sınıf oluşmadı. Bankalardan alınan borç para ve kredi kartları sayesinde düşük gelirli kesimde bir orta sınıf hissi oluştu. Tüketimin artmasına rağmen, orta sınıfın toplam gelirlerinde anlamlı bir değişiklik olmadı.
Gerçeklerle yüzleşelim
Ülkemizin gerçekleriyle yüzleşmemiz gerekiyor. Her ne kadar 10 bin dolar seviyesine gelmiş olsak da, Türkiye bir avuç zenginin astronomik varlığının ülkedeki yaygın fakirliği örtbas ettiği bir ülke.
Bugün hane halklarının yüzde 56’sının evine iki günde bir tavuk veya et götürmeye gücü yetmiyor; yüzde 22’si konut masraflarının çok büyük yük getirdiğini düşünüyor; yüzde 37’si evinin ısınma masraflarını karşılayamıyor. En vahimiyse hane halklarının yüzde 62’si bankalara boçlu ve yüzde 57’si bu borcun yüklü olduğunu söylüyor.
Daha fazla et götüren potansiyel AKP seçmeni
Borçlanma dışında bu rakamlarda 2006’dan beri ciddi bir iyileşme var. Özellikle borçlanmadaki artış, gelirlerde anlamlı bir artış olmamasına rağmen hayat standardının artmasına yardımcı oldu. AKP’nin seçim ardına seçim kazanmasının sebebi de bu. Borçla da olsa bu rakamlar iyileşiyor. Evinin ısıtmasını daha kolay ödeyen, çocuklarına daha fazla et, tavuk götüren baba ve onun oy verme yaşına gelen her aile üyesi potansiyel bir AKP seçmeni oluyor.
Muhalefetin demokratik veya milliyetçi söylemleri bu kesime hitap etmiyor. Türkiye’nin büyük çoğunluğu günün sonunda evine protein götürmek istiyor, demokrasi değil. Kimse de onlara uzun vadede demokrasi olmadan et ve tavuk olmayacağını anlatmıyor, anlatamıyor.
Davos ve Rabia’nın amacı gündem yaratmak
2006’dan beri gelişme olsa da, 2009’dan beri bu rakamlarda herhangi bir iyileşme yok. Son beş yıldır AKP’nin bu rakamlarda bir iyileşme olmadığını saklama yolu ise gündemi başka şeylerle yoğun tutmak. Davos’taki one minute’lar, yeni Osmanlı dış politikası, yeni yollar, AVM’ler, rabia, görkemli şölenler, açılışlar, toplumun muhafazakarlaştırılması, İmam Hatip’ler, Yeni Türkiye söylemleri, paralel yapılar… Bunların hepsi bizlerin ve muhalefetin gündemini yoğun tutmak için uydurulmuş politikalar.
Oyları hep büyüme oranlarını takip etti
Gerçek şu ki, AKP dış politikasından ve tüm bu söylemlerden ne bir oy kazandı ne de kaybetti. AKP sadece ekonomiden oy aldı ve 2007’den beri bu oyu artıramadı çünkü ekonomi o gün bugün gıdım ilerlemedi. AKP’nin oyları hep büyüme oranını takip etti. Büyüme artınca çok oy aldı, düşünce az oy aldı ama AKP bir orta sınıf yaratmadı. Sadece tüm seleflerinin yaptığı gibi sermayenin el değiştirmesini sağladı.
Bakıp ‘bana ne’ diyorlar
Bugün AKP’ye oy veren kesim ne vatan haini ne de yobaz. Sadece herkes gibi kendini ve ailesini düşünüyor. 1990’ların kriz ortamı hala hafızalarda taze ve o günlere geri dönmemenin güvencesi olarak AKP’yi görüyor. Yeni Türkiye söylemlerine, görkemli törenlere, dış politikaya bakıp ‘bana ne’ diyor.
Bu politikaların tek yaptığı şey ise insanları birbirimize düşürmek. Bu olaylar yüzünden sosyal medyada birbirimize girdik, kendi içimizde bölündük. AKP her türlü medyayı bir dev aynası gibi kullandı. Gerçek gücünü bu dışsal olaylara bağladı, kendini olduğundan güçlü gösterdi, bizi de böyle kandırdı. Halbuki temelde hep ekonomi vardı. Sonunda hep birilerini yabancılaştırdık, birbirimize güvenemez olduk.
Not: Dünyada toplum içinde bireylerin karşılıklı güven endeksinde sondan üçüncüyüz. Bu verinin iş dünyasına etkisi son derece olumsuz. Karşılıklı güvenin olmadığı bir ortamda girişimcilik olmaz, KOBİ’ler iş yapamaz, istihdam artmaz, büyüme eninde sonunda tıkanır.
Demokrasi için yeterli altyapı var, muhalefet lazım
Peki demokrasimiz ölümsüz mü? Bu büyük ölçüde bizlerin ama daha çok muhalefetin elinde. Gündemi değiştirmeden ekonomiyi devamlı ön planda tutarsak ve gerçek bir orta sınıf yaratırsak, kim başa gelirse gelsin, demokrasimiz ölümsüz olacaktır. 10 bin dolar gelir seviyesine geldiğimize göre demokrasiyi ölümsüz yapmak için gerekli altyapımız var demektir. Şimdi ihtiyacımız olan, bunu benimseyecek, ekonomiyi ön planda tutacak bir muhalefet.
*2005 yılı satın alma gücü paritesine göre