Bu denli hırpalanmasına rağmen ilke, hâlâ kendi başına anlamı olan bir kavram. Ahlaki tutumu ifade ediyor olması, boş laflara bile değer katıyor. Muharrem İnce de bunu fark etmiş ki “ilke”siz konuşmuyor: “Biz ilkeli bir partiyiz.”, “Biz, ilkeli duruşu olan ve omurgalı siyaset yapan bir partiyiz.”, “Bizim belimiz plastikten değil. Biz omurgalı bir partiyiz.”, “Ben ilkeler ittifakına varım, menfaat ittifakına yokum!”
Bu ağdalı soyut dil ilkeyi, söylenen değil yapılan; sizin kendinizde olduğunu söylediğiniz değil, birinin sizde olduğunu söylediği şey olmaktan çıkarıyor. “Ben” ve “biz” diyerek İnce hem ilke belirleyicisi olabiliyor hem hiçbir şey söylemeden çok şey anlatmış oluyor.
Muharrem İnce’nin ilkesi günün sonunda onu nereye götürecek merak ediyor musunuz? Söyleyim; İnce, “ilke”nin yolu değil yönü gösterdiğini bilmiyor. O nedenle yönünü tayin edemedi; bir sağa bir sola savrulurken dönüşü olmayan bilmediği ters bir yöne girdi. Oysa hangi yöne gideceğini bilse hem kendisi hem varsa takipçileri için yol bulmak, yoksa da bir yol açmak mümkündü. Ama bilemedi.