Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Pek çok ülkenin benimsediği dekarbonizasyon hedefleri, fosil yakıtlardan elde edilen enerjiden uzaklaşma ve yeni enerji kaynaklarını kullanmaya dayanıyor. Ancak bu ‘yeşil’ enerji biçimlerinin üretilmesi ve yaygın bir şekilde kullanılması ve bu yeni enerji türleriyle desteklenen sanayilerin kurulması için gerekli olan metaller, yağmacı (extractive) madencilik uygulamalarının daha da ivmelenmesine neden oluyor.
Örneğin nadir toprak elementleri, güneş panelleri, rüzgar türbinleri ve elektrikli araç bataryaları gibi yenilenebilir enerji teknolojilerinin üretiminde kritik öneme sahip. Ya da nikel ve kobalt, elektrikli araç bataryalarının önemli bir bileşeni olarak öne çıkıyor. Benzer şekilde lityum da, özellikle elektrikli araçların ve enerji depolama sistemlerinin temel bileşeni olarak görülüyor.
Bu nadir toprak elementleri ve diğer değerli madenler, genellikle halkın düşük ücretlerle çalıştırıldığı ve kimi zaman yasa dışı madencilik operasyonlarını da içeren, insan hakları ihlalleri ve çevresel yıkımlarla sonuçlanan yağmacı madencilik faaliyetleriyle elde ediliyor. Bu tip madencilik uygulamaları gündeme geldiğinde Arjantin, Şili, Bolivia, Kongo, Endonezya gibi ülkeler geliyor; ancak bu kadar uzağa gitmeye gerek yok. Sadece Bahadır Özgür’ün önceki günkü yazısına ya da Vedat Örüç’ün geçen aylardaki yazısına bakmak, ekolojik emperyalizmin Türkiye’deki sonuçlarını görmeye yetebilir.