Avukatlık ruhsatını verdiği meslektaşı Ceren Akkaya, Cumhuriyet gazetesine düzenlenen operasyonda tutuklanan Cumhuriyet Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi ve avukat Mustafa Kemal Güngör’e hitaben bir mektup kaleme aldı.

Fotoğraf: Facebook/Ceren Akkaya
Cumhuriyet’in yazar ve yöneticisi 13 kişi, ‘FETÖ/PDY ve PKK/KCK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek’ gerekçesiyle gözaltına alınmış, gazetenin yayın yönetmeni Murat Sabuncu dahil 10 kişi tutuklanmıştı. Son olarak gazetenin muhabiri Ahmet Şık, ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Şık dışında gazetenin tutuklu 10 ismi, 73 gündür iddianame hazırlanmasını bekliyor.
‘Gerçekten ben istedim ve yetti’
Cumhuriyet’te yayınlanan mektupta, Güngör’ün öğrenciyken tanıştığı meslek büyüklerinden biri olduğunu ve o dönem Güngör’ün İstanbul Barosu başkanlığına adaylığını koyduğunu aktaran Akkaya, avukatlık ruhsatı alma hikayesini ise şöyle anlattı: “Tabii ki gönlümün baro başkanıydı, bana göre onu tanıyabilen herkesin de ağabeyi, baro başkanı, dostu, yoldaşı olurdu… Ağabey, dost, yoldaş olmaya hep devam etti ancak baro başkanı olamadı. Olsundu, sözü vardı bana, avukatlık ruhsatımı o verecekti, bunun için illa seçilmesi mi gerekiyordu, ben istesem yeterdi… Gerçekten çok istedim, ruhsatımı Mustafa Kemal ağabeyim versin; gerçekten ben istedim ve yetti.”
Avukatlık ofisi açmaya karar verdiğinde Güngör’ün çiçekleri ve güzel dilekleriyle yanında olduğunu söyleyen Akkaya, açılıştan üç gün sonra gazeteye operasyon düzenlendiğini hatırlattı.
‘Her yerde onu gördüğümü sanıyorum’

Ahmet Şık hariç tutuklu bulunan Cumhuriyet mensupları… (Fotoğraf: @SezinOney)
Akkaya, mektubuna şöyle devam etti: “Peki, Mustafa Kemal Güngör benim sadece meslektaşım, üstadım mı oldu? Tabii ki hayır. Komşum oldu, yol arkadaşım oldu, rastlaştığımda ayaküstü uzun uzun sohbetleştiğim oldu… Şimdi ben geçen bu sürede hemen hemen her yerde onu gördüğümü sanıyorum, insanları ona benzetiyorum. Çünkü aslında bizden çalınan hayatın kısa ve basit anları değil mi? Sokakta rastlaşma ihtimalimiz değil mi bizden çalınan mesela? O rastlaşma sırasında elinin mutlaka omzuna konması ve seyahatlerden bahsedebilme ihtimalimiz değil mi bizden çalınan? Eve giderken dolmuşta sohbet etmek ve sohbet tatlı geldiği için indiğimiz yerde bir içki daha içmek değil mi? Elinde poşetlerle eve yürürken birbirine o akşamki planından bahsetmek değil mi? Et yemediğim için bana şakayla karışık çekilen bir etin güzelliği söylevini dinleyebilme ve cevap verebilme özgürlüğü değil mi?”
‘Rastlaşma ihtimalimizi çalıyorlar’
Cevabının ‘bunların tümü’ olduğunu söyleyen Akkaya, mektubunu Güngör’e seslenerek şöyle bitirdi: “Ne hadlerine bilmiyorum ama rastlaşma ihtimalimizi çalıyorlar Mustafa Kemal ağabeyciğim… Öyle haftada bir gün, bir saate ve dakikalara, küçücük odalara sıkıştırılmış görüşmelerle doğabilir mi yeni anılar? Biliyorum ki zaten en yakın zamanda aramızda olacaksınız, daha yan yana olabileceğimiz güzel anılarımız olacak, yine Kadıköy’de rastlaşacağız, yine rakı masalarında buluşacağız, sen kızsan da ben yine et yemeyeceğim ama. Bütün bunlar çok kısa sürede olacak; özlemle ve umutla bekliyoruz…”