Haftasonu Avustralya’nın Sydney kentinde yapılan G20 toplantısından, dünya için beş yıllık kalkınma planı çıktı.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dünyanın en büyük 19 ekonomisinin ve AB’nin temsil edildiği grup, toplantı kapanış bildirisinde önümüzdeki beş yılda küresel ekonomiye 2 trilyon dolarlık bir katkı yapma hedefini açıkladı. Böylece dünya ekonomisine 17 trilyon dolarlık ABD gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 12’si veya 800 milyar dolarlık Türkiye ekonomisinin iki buçuk katı kadar bir büyüklük eklenmesi amaçlandı.
ABD’nin işi bitti, söylem değişti
Hedefin kendisi ve ulaşılabilirliği tartışılır olsa da, temel bir söylem değişikliğine işaret ettiği kesin. Bu değişikliğin sonuç bildirisinin altına imza atan Türkiye dahil pek çok ülke için etkileriniyse önümüzdeki dönemde izleyeceğiz.
Sydney toplantısıyla bir yerde G20, 2008 küresel krizinden bu yana üslendiği görevinin de sonuna geldi. Temelleri 25 yıl kadar önce atılan G20 aslında uluslararası bir istişare grubundan daha fazlası olma şansını son küresel krizle birlikte yakaladı.
Bağlantıları sınırlar ötesine taşan dev banka ve mali kuruluşların dünya ekonomisi için yarattığı sistemik risk yeni bir işlev kazanmasına kapı açtı. ABD ve Kanada’nın başını çektiği gelişmiş ülkelerin girişimiyle oluşum, dünya ekonomisinde payı artan belli başlı gelişmekte olan ülkelerin de katıldığı bir politika koordinasyon platformuna dönüştü.
Krizin zirve yaptığı 2009-2011 yılları arasında geçer akçe olan mali disiplin, yapısal reform ve düzenleme konularının gündemde tutulmasında G20’nin katkısı oldu. Ancak ABD’nin para politikasında değişikliğe gitmeye başladığı 2013 yılı sonu itibarıyla bu söylem miadını doldurdu.
Türkiye de ‘haşarı çocuk’
Mali disiplin ve yapısal reform gereksinimleri ülkeden ülkeye değişiyordu. Üstelik bu konuları daha fazla gündemde tutmanın ABD’nin bütçe tavanı açmazından AB’deki büyüme krizine, Çin bankacılık sektöründeki risklerden Türkiye’nin cari açığına kadar bir dizi küresel sistem sorununun çözümüne kısa vadede bir faydası yoktu.
Öte yandan gelişmekte olan ülkeler son aylarda yaşadıkları mali çalkantıların sorumlusu gördükleri para politikasından dolayı ABD’ye yönelik eleştirilerini artırıyordu. ABD Merkez Bankası FED ise politikasını kendi ülkesinin gereksinimlerini gözeterek oluşturduğunu, diğer ülkelerdeki olumsuz gelişmelerden sorumlu tutulamayacağını savundu.
Hatta FED Başkanı Janet Yellen’in katıldığı bir senato komitesinde dünya ekonomisinin ‘haşarı çocukları‘ arasında Türkiye’nin de adı geçti.
Şapkadan tavşan çıktı (mı?)
G20’nin Sydney toplantısı böyle bir arka planla başladı. Sonuç bildirgesi ise ABD’nin kendine dönük eleştirileri şapkadan tavşan çıkararak savuşturduğunu ortaya koyuyor.
Bu sonucu getiren emareler son bir yılda belirginlik kazandı.
Her şeyden önce, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin kriz dönemi politikalarının, ekonomilerini sürdürülebilir bir büyüme ve istihdam artışına kavuşturmakta ne denli etkili olacağı şüpheli. Gelişmekte olan ülkelerin içine saplanacakları düşük büyüme seyri de devam eden yapısal sorunlarının çözümünü kolaylaştırmayacak.
Hal böyle olunca, ABD bu noktada ‘atın ölümü arpadan olsun’ diyerek G20 üyelerini, politikalarında büyüme vurgusunu artırmaya davet etmiş görünüyor. Küresel yatırımcı iştahının azaldığı bir dönemde risk algısı artmış Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu davete nasıl icabet edebileceğini öngörmek ise zor.