Türk Tabipleri Birliği (TTB), iktidarın TBMM’de komisyona getirdiği yeni sağlıkta şiddet yasasının ‘hayal kırıklığı’ olduğunu belirtti.

TBMM’de geçen yıl kabul edilen yasa da sağlıkta şiddeti önlemeye yetmedi. Hemen her gün aciller, poliklinikler, aile sağlığı merkezlerinde hasta ve yakınları tarafından sağlık çalışanlarına şiddet uygulanıyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) şiddet ve şikayetler nedeniyle geçen sene 1200’den fazla doktorun yurt dışı başvuruları için TTB’den ‘iyi hal belgesi’ aldığını söylüyor.
İktidar tarafından TBMM’ye getirilmesi beklenen kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ilişkin tasarıda ağır cezalar öngörülüyor.
Ancak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Bazı şeyler asla eskisi gibi olmayacak” diye yorumladığı kanun teklifi hekimlerin yüzünü güldürmedi.
TTB’nin yazılı açıklamasında, “Ne yazık ki ne sağlıkta şiddet ne de malpraktis konularında beklentileri karşılayabilecek kapasitede değildir ve şimdiden hayal kırıklığı oluşturmuştur. Etkili yasal düzenlemelerin oluşturulabilmesi için TTB’nin önerileri tümüyle uygulanmalıdır” dendi.
TTB’nin önerilerinin bazılarını içeren teklifin yine de yetersiz ve sağlıkta şiddete bütünlüklü bir bakış açısından yoksun olduğu belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi: “Sağlıkta şiddetin azalabilmesi için en başta sağlıkta dönüşüm programıyla daha da bozulan sağlık sistemi ve buna bağlı ağırlaşan çalışma koşulları düzeltilmelidir. Sağlık sistemindeki tıkanma ve derinleşen ekonomik krizle birlikte belirgin artış gösteren sağlıkta şiddetin ortaya çıkış nedenlerini her yönüyle analiz etmeden yapılan göstermelik düzenlemeler, bize herhangi bir çözüm sunmayacaktır.”
Kurul kimin cezalandırılacağını seçecek
Açıklamada, kanun teklifinde yer alan Mesleki Sorumluluk Kurulu’nun malpraktis (hata davası) sorununu çözmeyeceği hatta yeni sorunlar getireceği öne sürüldü.
Teklifle, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Genel Kanunu’nda ek 18’inci maddedeki düzenlemeyle Sağlık Bakanlığı bünyesinde Mesleki Sorumluluk Kurulu oluşturularak tıbbi işlem ve uygulamalardan kaynaklı suçlar nedeniyle adli soruşturma yürütülebilmesi 2547 sayılı yasanın 53’üncü maddesine tabi olanlar dışında tüm sağlık çalışanları yönünden Mesleki Sorumluluk Kurulu’nun iznine bağlanıyor.
Kurulun üyeleri, sağlık bakanı tarafından belirlenen bakan yardımcısı, sağlık hizmetleri, kamu hastaneleri, hukuk hizmetleri, yönetim hizmetleri genel müdürleri veya yardımcıları, profesör veya doçent unvanlı biri dahili biri cerrahi branştan iki hekimden oluşacak.
Özel sağlık kurum ve kuruluşlarıyla vakıf üniversitelerinde görevli sağlık çalışanları yönünden 4483 sayılı yasanın 5’inci maddesine göre ön incelemede il sağlık müdürü ve yardımcılarının görevlendirilebilmesi sağlanıyor. Kurul kararlarına karşı 10 gün içinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nde dava açılabilecek, en çok üç ay içinde kesin karar verilecek. Halihazırda süren davalarda durma kararı verilerek ‘izin’ alınacak.
TTB’nin Mesleki Sorumluluk Kurulu’yla ilgili değerlendirmesi şöyle:
“Sağlık Bakanlığı’nın kendi politikasını belirleme yetkisinin elinden alındığı, tıbbi işlemin ne olduğuna Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın, geri ödeme yetkisiyle reçete edilebilir olana Sosyal Güvenlik Kurumu’nun karar verdiği bir sağlık hizmeti ortamı söz konusudur. Hekimin mesleki özerkliğinin tümüyle kısıtlanmaya çalışıldığı, sağlık idarecilerinden beklenenin ise sağlık çalışanlarının ‘ne söylenirse onu yapmalarını’ temin etmekten ibaret olduğu bir yapıda, sağlık hizmetinden kaynaklı kusurun bireysel ele alınması, sorunu çözmekten uzaktır. Yapılacak düzenleme ile getirilmek istenen kurul, sistemin koruyucularının kendi kusurlarını görünmez hale getirmesine yol açacaktır. Nüfusundan fazla acil servis başvurusu olan dünyadaki tek ülke olan, yılda 570 milyon başvurunun yapıldığı, kişi başına yılda sağlık kurumlarına başvurunun 10’a yükseldiği Türkiye’de; Mesleki Sorumluluk Kurulu, kimin cezalandırılacağını seçmek ve mevcut davaları ötelemek dışında anlamlı bir çözüm üretemeyecektir. Sağlık hizmetinden kaynaklanan kusurların kamusal olarak karşılanması, nedenlerinin araştırılarak çözüm yöntemlerine yoğunlaşılması gerekmektedir. Oysa getirilen kanun teklifi, malpraktis sorununa çare olmaktan çok yeni sorunları beraberinde getirecektir.
Kanun teklifine göre, idare tarafından tazminat ödenmesi durumunda, kamu sağlık çalışanlarına rücu edilip edilmeyeceğine, rücu tutarına ilgilinin görevinin gereklerine aykırı davranmak suretiyle görevini kötüye kullanıp kullanmadığı, kusur durumu göz önüne alınarak kurul tarafından karar verilecektir.
‘Hukuki karışıklıklar var’
Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan ve esasen teşkilat yapısına dair bir değişikliğin 3359 sayılı kanun ile getirilme gerekçesi açıklanmamaktadır. Bunun yanında 663 sayılı KHK’de yer alan Yüksek Sağlık Şurası’nın 703 sayılı KHK ile kaldırılması ve aynı kararnamenin geçici 8’inci maddesine göre kaldırılan kurulların yetkilerinin Cumhurbaşkanlığı’na veya yetkilendirilecek kurum veya makama devredilmiş sayılacağına dair düzenleme bulunması ayrı bir hukuki karışıklık içermektedir.
Öte yandan ilk olarak 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’yla kurulan Yüksek Sağlık Şurası, 181 sayılı Sağlık Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevlerine Dair Kanun Hükmünde Kararname’yle bakanlığın sürekli kurulu olarak yeniden yapılandırılmıştır. Esas olarak bakanlıkça verilen önemli sağlık konuları hakkında görüş bildirmekle görevli bulunan şura, 1219 sayılı kanun hükmüyle tıp mesleklerinin uygulanmasından doğan cezaî konularda görüş vermekle de görevli ve yetkili kılınmıştır. Ancak zorunlu bilirkişilik yetkisi Anayasa Mahkemesi’nin 22.10.2010 günlü ve 2009/69E.-2010/79K. sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Teklif ile 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun ile memurlar ve kamu görevlileri yönünden oluşturulan soruşturma izni uygulamasının tüm sağlık çalışanlarını kapsayacak şekilde genişletileceği ve tüm sağlık çalışanları için 4483 sayılı kanunun uygulanacağı belirtilmişse de bağlantılı diğer mevzuatta değişiklik yapılmadan getirilen değişikliğin tutarlı bir uygulama sağlamaya elverişli olamayacağı görülmektedir. Yine Anayasa’nın 129’uncu maddesine göre ‘Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir’ ve ‘Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır.’ Bu yaklaşımla, düzenlemenin bütünlüklü bir hukuki değerlendirme ve yaklaşımla ele alınmadığı görülmektedir.
‘Kurulda meslek örgütü temsilcisi yok!’
Kaldı ki zorunlu mesleki sorumluluk sigortası uygulamasının yeni uygulama ile uyumlu hale getirilerek bu şekliyle sürdürülmesi emek sömürüsünü devam ettirecektir. Kurul bileşenlerinin sayı ve niteliklerinin kurulun yetkisi ile uyumu, kurulda meslek örgütü temsilcilerinin yer almaması ve meslek icrasına dair değerlendirmenin tümüyle Sağlık Bakanlığı yöneticileri eliyle yapılması temsiliyet sorunu oluşturacak; ayrıca sağlık çalışanları üzerindeki siyasi baskıyı daha da artıracaktır.
Açıklamaya göre, TTB ve diğer sağlık örgütlerinin talepleri dün meclise getirilen ilgili kanun teklifine şöyle yansımıştı:
– Teklifle, Türk Ceza Kanunu’nun 113’üncü maddesine fıkra eklenerek sağlık hizmetlerinin engellenmesi durumunda cezanın altıda bir oranında artırılması öngörülmektedir. Maddede korunan hukuki yarar, hizmetin devamlılığıdır.
– Türk Ceza Kanunu’nun 86’ncı maddesindeki kasten yaralama suçuna eklenecek hüküm ile kadın sağlık çalışanlarına karşı görevleri nedeniyle işlenen suçlarda hem bu fıkra hem de 3359 sayılı yasanın ek 12’nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı artırım yapılması öngörülmektedir.
– Halihazırda 3359 sayılı kanunun ek 12’nci maddesinde yer alan sağlık çalışanlarına yönelik görevleri sırasında ve görevlerinden kaynaklı yaralama suçunun tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında sayılacağına dair hüküm asıl düzenleme olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100’üncü maddesine alınmaktadır. Maddede tutuklama koşulu olarak yaralama suçunun silahla işlenmesine dair hüküm de kaldırılmaktadır. Maddenin 3’üncü fıkrasına mevcut maddenin eklenmesi ve 3359 sayılı kanunun ek 12’nci maddesinin ilk fıkrasının yürürlükten kaldırılması teklif edilmektedir. Teklifin genel gerekçesinde hükmün ‘görünür hale getirilmesinden’ söz edilmektedir.”