H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Tiyatro
insanatinart@gmail.com
Perdeler açılınca oyunlar arasında bir koşuşturma başladı.
Her biri bu yazılarda yerini alacak.
Bu keyifli telaşın içinde mesele en son, bir saat aralıkla iki oyun seyretmeye kadar geldi.
İsimlerini yazmayacağım.
Neden mi?
Derdim oyunları karşılaştırmak değil, bugünün tiyatro dilinin ve metninin nasıl olması gerektiği hakkında biraz düşündürmek.
İki oyundan birini beğendim, birini beğenmedim.
Ancak perdenin açılışındaki emeğin ne demek olduğunu bildiğim için, “Oyun kötüydü” demeyeceğim.
Tabii ki unutmuyorum! Pandemi sonrasında bu ilk sezon. Can havliyle ve umutla ortaya çıkmış, tek kişilik ya da iki-üç kişilik küçük bütçeli; tiyatro gruplarını hayata döndürecek oyunların her birinin, her perde açılışının başımızın üzerinde yeri var.
Bertold Brecht, “Bir sanat eserinin değeri, yaşama sanatına ne kadar katkıda bulunduğudur” der.
İki oyundan biri bugünün tiyatro diline sahipti. Diğeri ise…
Bu ne demek?
Kökleri insanlığın ilkel olup olmadığını tam da bilemediğimiz fakat öyle olduğu söylenen, milat öncesi yıllara dayanan ve kadim bilgilerin sözlü olarak gelecek nesillere aktarılmasını önceleyen tiyatro, bugünkü temellerini Antik Yunan şehirlerinde buluyor. Tragedya’lardan başlayan yolculuğu Aristoteles’in ‘Poetika’sı ile kurallarını ve biçimi tanımlarken, 18.yy’da başlayıp bugünün tiyatro anlayışına ulaşıyor.
Sembolizmden, Dadaizme kadar her dönemin sanat akımlarından etkilenirken de klasik dönemden başlayan yolculuğuna politik, epik ya da absürd gibi içinde bulunduğu dönemin sosyal-ekonomik koşulları içinde kendi dilini ve biçimini de oluşturuyor.
O halde, soru şu…
Post-modern bir dünyayı, üstüne bir de post-pandemi günlerini ve dijital imparatorluğun hayatımızın bütün alanlarında fetihlerini yaşarken; dünyanın her yeri göçler, iklim krizleri, yoksulluk kaygılarıyla boğuşurken; bu dönemin tiyatro içeriği ve dili ne olmalı?
Tabii ki tiyatronun tarihsel süreci içinde ‘eğlendirici‘ olması süregelen bir niteliği. Bunun içerik ve biçimini ise, dönemi ve türü belirliyor…
Ancak tiyatro kökleri gereği ‘uyuşturucu’ değil aydınlatıcı, ‘unutturucu’ değil farkına varılmasını sağlayandır.
Doğru bir tiyatro metninde perde kapansa da oyun, izleyenlerin zihninde devam eder.
Hayatımız kuantum parçacıkları gibi bütün değerlerin, ilkelerin, doğruların yerinin kaybolduğu zamanlarda akıp giderken; yüzeysel metinlerle tiyatro izleyicisini ‘eğlemek’ mümkün, ancak ‘aydınlatmak’ tartışılır.
Tiyatro izleyen için yeni bir ihtimâl üretir.
Kimi zaman distopyadan yola çıkıp ütopya için ilham olur, izleyenleri o andan sonrasına hazırlar…
Hikâyenin kendisi değil, anlatma biçimi yenidir çoğu kez…
Benim izleyip beğenmediğim oyun, klasik aşk üçlüsü hikayesi, bir ‘erkek cinayetleri’ öyküsüydü. Etik cinayetler… Günümüz koşullarında çok daha farklı, katmanlı anlatmak mümkündü.
Ya seyirci neyi istiyordu? Hak ettiğini talep eden bir seyirci var mı?
Bir aşk üçgeni sahnede her zaman komiktir. Aynı zamanda etik dışı ve trajiktir de… Toplumsal, psikolojik ve ekonomik koşullar belirleyicidir.
Koşulların değişmediği ortamlarda insan davranışları da değişmez.
Ve bütün hikayelerin bugünün insanı için sahnede, katmanlı bir anlatıya ve yeni bir dile ihtiyacı var.
İnsanın bakınca değil, gösterilince gördüğünü unutmadan.