FATİH VURAL
fatihvural35@gmail.com
Rock müziğin kült ismi Teoman, yeni albümü ‘Ben, Zargana, Deus Ex Machina’ ile bütün ezberleri bozuyor. 55 yaşındaki sanatçı, ‘Teoman Abi’ olarak anılmak ve öldükten sonra da unutulmamak istediği hayatının bu döneminde ‘eski Teoman’ın katarsisini gerçekleştiriyor, son albümüyle. Ticari kaygılardan uzak, tamamen kendisi için yaptığı bu albüm, Teoman için bir dönüm noktası. Hayatının birinci perdesini tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Hayat yolculuğu içinde artık mananın ve basitliğin peşine düşen Teoman yine de huzura varacağından şüpheli: “Benim gibi adamlar huzura eremez!”

Teoman, yöneltilen sorulara şöyle yanıt verdi:
*Son albümün ismi olan ‘Ben, Zargana, Deus Ex Machina’dan yola çıkarsak, iki kavram da semiyotik bir karşılığa sahip. Deus Ex Machina, Antik Yunan’da, tiyatroda oyun sıkıştığında düğümü çözmek için gökten inen tanrı ve gücü temsil ediyor. Zargana ise hep yüzeyde yüzen, çok kolay avlanabilen, güçsüz bir balık. Yani birbirlerinin zıttı, iki Teoman ile karşı karşıyayız. Yanılıyor muyum?
Gençliğimde, şu ankinden çok daha özgüvenli birisiydim ve kendime söylediğim şey şuydu: “Bir problem olursa ben hallederim!” ‘Ben, Zargana, Deus Ex Machina’ derken, eskiden olduğum kişiden bahsediyorum. Ama ben o eski Teoman değilim! Deus Ex Machina’yı gençliğimdeki o narsizmi anlatmak için kullandım: “Ben, kendi dünyamın bir tür tanrısıyım.” Artık öyle hissetmiyorum.
Zargana da aslında güçlü olmadığı halde “Ben güçlüyüm” diyen kişiydi. Ben cesur değildim ama hep cesur olmak isterdim. Hep ona uygun davranırdım. Biraz, kendini yitirmekle alakalı! Bir de müzik sektöründe kendimi yaratırken de, dış dünyaya açılırken de kendime verdiğim bir karardı o: “Ben başkaları gibi yapmayacağım, dümen suyuna gitmeyeceğim.” Tabii ki sevilmeye ihtiyaç duyan biriyim ama insanlar beni olduğum gibi sevsin gibi bir yerdeydim. “Madem ki kendimi açıyorum, ne düşünüyorsam onları söyleyeyim. Kendime özgü bir hakikat anlayışım var, ona uygun davranayım” diyordum. Zargana gibi açıkta olup, insanlarla sadece güvenli değil güvensiz alanlarda da buluşayım istiyordum. Ufak tefek, sıska oluşum nedeniyle de kendimi zarganaya yakın hissediyordum.
‘Büyük devrimlerin işe yaramadığını baştan gördüm’
*“Cesur değildim ama hep cesur olmak istedim” deyip inandığından ödün vermeyen o Teoman’ı çok net görüyoruz bu albümde: “Ellerimi kirletmedim ben başkaları için / Aç sınıfın lanetinden bana neydi? / Ben doyacaktım.” Kendi gerçeğini, “Berbat Bir Yıldı 1994” şarkısında anlattığı gibi açlığa ve parasızlığa bile kurban etmeyen Teoman…
Ben, eşitlik ve vicdan bakımından kendimi solcu hissediyorum. Ama solun tarihine baktığınız zaman orada inanılmaz çelişkiler var. Üzüldüğünüz ve eşitliğini istediğiniz insanlar, aslında sizinle aynı duyguları yaşamıyorlar. Bir başka şey daha var, “Ben, solcuyum!” diye çıkmak, çelişkilere neden oluyor.
*Ne tür çelişkilere?
Toplu hareketlere baştan beri karşıydım. 12 Eylül öncesini biliyorum. O zamanlar, iç kavgaların, ayrışmaların bir tür kovboyculuk hatta hobi gibi yaşandığını hissediyordum. Siyasetin sorunları çözücü değil aksine derinleştirici olduğunu çok küçükken kavradım. Başımda hiçbir zaman bir büyük olmadı. Babam çok erken öldü. Annem çok basit zevkleri olan, çok da derinliği olmayan biriydi. O yüzden kendimi yetiştirirken dünyaya baktım; belki de birileri beni ittirmediği için daha iyi kavradığımı düşündüm dünyayı, başkalarından. Her şeyi kendim çözmek durumunda kaldım. Ütopik siyasi hayallerin hiçbir şeyi çözemeyeceğini küçükken gördüm. Minik değişimlere inanıyordum ama büyük devrimlerin, siyasi ideallerin, hepsinin bir kavgaya neden olduğunu, sorunları derinleştirdiğini ve hiçbir işe yaramadığını baştan gördüm.
80 öncesindeki solculara kendimi bir şekilde yakın hissediyordum ama hayal dünyaları fazla çocukça geliyordu. “Madem kendimi eşitlik ve vicdan anlamında solcu hissediyorum, -ki sadece soldan aldıklarımla kendimi yaratmadım- başkalarıyla uzlaşmak zorunda olmadığım, adını da koymadığım bir ahlaki zemin ve hayat ihtimali yaratıp ona uygun davranırsam hem kendimi kurtarırım hem de değebildiğime değerim” diye düşündüm.
‘Öldürülmeleri, insanları kahraman yapmaz’
*Bu aslında ‘apolitik’ görünen ama basbayağı politik bir hâl. Yeni, iddialı bir söyleme sahip. ‘İki Çocuk’şarkınız tam da bunun göbeğine oturuyor. O şarkıda, jandarma er Zekeriya Önge’ye de, onu öldürdüğü iddiasıyla idam edilen akrabası Erdal Eren’e de bakan ve gören bir Teoman var: “Ateşi harlı delikanlılar / Ne şehit ne kahramanlar / Düşmansız bir savaşta / Düştüler, kalkmayacaklar…” Ama bunda da anlaşılamayan bir Teoman var sanki. Konser albümünüzde dinleyiciye bu olayın hikayesini anlatıyorsunuz ve kalabalık sessizliğe bürünüyor. Kontrpiyede bırakıyorsunuz. İnsanlara, “Ben sizin kafanızdaki Teoman imajına sığmam” diyorsunuz…
Erdal Eren bir kurban. Vurduğu söylenen, vurup vurmadığını bilmediğimiz Zekeriya Önge de bir kurban. Küçücük çocuğu siyasi bir tercihe iten o romantizm, iki cana mâl oldu! Hem kendisininki hem de Zekeriya Önge’ninki. Buradan yola çıkarak asıldığı için Erdal Eren’in kahraman yapılması bana çok saçma geliyor! Ne kahramanlık yapmış? Hiçbir şey yapmamış! Vurduğunu varsayalım, kendini kurban etmiş ama gencecik de bir çocuk ölmüş orada, 20’lerinde. Ben koskoca bir adamdım, o şarkıyı yazdığımda. Ona, ‘darağacında bir fidan’gibi aşırı romantizmle yaklaşmak yerine “Annelerinin rüyalarında / Öldükleri yaşlarıyla…” diyorum ben. Önünde sonunda bu çocuklar saçma nedenlerle kendilerini mahvediyorlar ve onları en çok seven, onlar için en çok üzülen annelerine ve babalarına olan oluyor.
İnsanlar kızacak belki ama Deniz Gezmiş’in asıldığı için kahraman olması ve bir sürü insanın o saçma kavgaya, o romantik hikâyeden dolayı katılması bana çok güzel gelmiyor. Daha makul insanlar olabilseydik, sorunlar çok daha rahat çözülürdü. İnsanları çektikleri acılar haklı kılmıyor! Ben solcuların özellikle 12 Eylül rejiminden sonra büyük acılar çektiğini biliyorum. Ama bu 80 öncesinde onların yaptıklarını haklı kılmaz! Sovyetler Birliği, Çin deneyimini görüyorsunuz… Buradan yol çıkıp Türkiye’nin de o yollara girebileceğini düşünmek, çocukça. Devleti değiştirmek gibi hayallerle 17-20 yaşındaki çocukların kafalarında yarattıkları minicik imgelerle günde 50-60 kişinin öldüğü kavgalara girmeleri, doğru değildi. Ben insani taraftan bakma taraftayım.
‘1980 öncesi konuştuklarımız bugünü anlamamıza yardımcı olabilir’
*Bu röportajı, sosyoloji eğitimi alan iki kişi olarak yapıyoruz. Ben bu Teoman’ı, kendini arafta gören Cemil Meriç’in yanında biri olarak okuyorum. Solu yobazlıkla, sağı cehaletle itham eden, münzevi Cemil Meriç’in yanında…
Benim kimseyle yan yana gelmeyi istemediğim birçok durum var. Amiyane tabirle söyleyeyim, yanına gittiğiniz adamların yaptığı dangalaklık size de sıçrıyor! O yüzden kendimi bireysel bir yere çekip mikro ölçeklerde cevap vermeyi istiyorum. Cemil Meriç’in o yalnızlığını çok çok iyi anlıyorum tabii ki! 80 öncesi konuştuklarımızın bugünü anlamamıza yardımcı olabileceğini düşündüğüm için bu örnekleri veriyorum.
*Dini ritüelleri bilen bir ailede büyüyen ve bunu açıkça hatıralarında paylaşan Teoman, sola yatkın hayranlarınca anlaşılamayabilir. Ama sağcı ve muhafazakâr hayranları da gece gezmelerini seven, alkol almaktan hoşlanan hatta dışarıdan bakıldığında bir hedonist gibi anlaşılabilecek Teoman’a yabancılık çekebilir. Bu zıtlıklar eminim ki kendi içinizde bir diyalektik yaratıyor ama bunun anlaşılmayı zorlaştıracağını, yolun başındayken düşündünüz mü?
İkisi de benim! Ben, kendimi hâlâ kendime tanımlayabilmiş değilim! Bu sabah (saat) 06:30’da kalktım. Sonra deniz kıyısındaydım. Benim bütün hayatım düşünerek geçer.
*Mazhar Alanson’un ‘Sanatçının Öyküsü’ şarkısındaki gibi mi?
Evet, benim bütün hayatım neredeyse öyle geçer. (Saat) 07:00’de deniz kıyısındaydım. Darmadağın uyanırım ben. Bir sürü düşüncelerle. Kendimi ancak saat 11:00’de falan formatlayabiliyorum, o günü geçirebilecek kişi olabilmeye.
*O dört saatte ne oluyor?
Düşünüyorum genelde. Hayat üzerine düşünüyorum. “Ben kimim?” diyorum. Zannettiğimiz, olduğumuz ve insanlarla paylaştığımız farklı kişiliklerimiz var. Bunlar arasındaki büyük tansiyon beni rahatsız ediyor. Biraz daha çelişkisiz bir kişi olmaya gayret ediyorum. Hepimiz gibi benim de çelişkilerim var. Gün içerisinde bile düşüncelerim değişiyor ama ben bu çelişkilerinden utanan bir insan değilim. Onları da söyleyebilirim. Benimle dalga geçildiğinde rahatsız olan biri de değilim hatta onlarla beraber gülerim.
‘Özel olmak için entelektüel ya da ozan olmaya gerek yok’
*Sizi dekode edemedikleri için mi dalga geçerler?
Çok emin değilim neden olduğuna. Ama bu beni kırmaz. Beni, müziğimi sevmemeleri hoşuma gitmese de kırılmıyorum. Dalga geçtikleri zaman da kırılmıyorum. Benim içimde nefret ve ağzının payını vermek gibi hisler yoktur. Ara ara çıkar ama onları bastırırım.
*Peki, böyle bir Teoman, neden özellikle kadınlar için vazgeçilmez bir ikon? Boşluklarınız mı onlara cazip geliyor?
Diğer insanlardan üstün değilim. Yaptığım iş de, kişiliğim de kendini aşırı didiklemek üzerine. Ben kendimi özel zannediyorum ama bana benzeyen bir sürü insan var. Bunun için iyi bir ozan, entelektüel olmak da gerekmiyor! Ben yolun başında bir sürü insanı etkileyebileceğimi düşündüm aslında. “Beni anlamazlar, ben büyük sanatçıyım!” demiyordum. Hiç okumamış, cahil denilen bir insanın sezgilerinin çok güçlü olduğuna, hayatı kendi kafasında çok güzel kavramsallaştırdığına denk geliyoruz.
‘Paramparça’yı arkadaşlarım anlamadı ama Müslüm Gürses Anladı’
*Müslüm Gürses’in ve onun müziğinin tam da bu noktada önemli bir katalizör olduğunu düşünüyorum. Müslüm Gürses, arabeski “yoz müzik” olarak gören ya da ona yabancı entelektüel çevrenin gardını düşürdü mü?
Kendimle ilgili anlatayım… Ben yirmili yaşlarımda, kendini Batılı yerde konumlamış müzisyenlerden farklıydım. Hatta müzisyen arkadaşlarım anlatıyor, zamanında onlara Müslüm Gürses kaseti götürüp, “Oğlum, bu herifi dinleyin! Acayip bir adam bu!” derdim. Onların Müslüm Gürses’le buluşması, benim Müslüm Gürses’le Paramparça’da buluşmamdan çok daha evvel. Ben, Gencebay arabeskine de bakmış, benden beklenmeyen yerlere de gitmiş, başkalarının sonradan keşfedeceği Aşık Veysel’leri ya da ozanları çok daha önceden keşfetmiş birisiyim. O kadar büyük hayranlık duyduğum bir adamın yıllar sonra şarkımı söylemek istemesi beni havalara uçurdu.
*“Bugün benim doğum günüm / Hem sarhoşum hem yastayım / Bir bar taburesi üstünde / Babamın öldüğü yaştayım…” sözleriyle belki de hayatınızdaki en anlamlı şarkıyı istemesi sizi şaşırttı mı?
Benim kültürel seviyeme yakın bir sürü kişi, arkadaşlarım, özellikle düzenlemesi esnasında ve çıktıktan sonra Paramparça’ya vasat bir şarkı olarak yaklaştılar. Sizin söylediğiniz o sözler, onlar üzerinde hiçbir etki yapmadı. Müslüm Gürses, bir röportajında şöyle diyor: “Teoman’ın o şarkısını duydum. ‘Bir bar taburesi üstünde / Babamın öldüğü yaştayım’ dizeleri beni kalbimden vurdu. Tüylerim diken diken oldu.” Az önce anlattığım o sezgi gücü, aynı kültürel alandan geldiğimiz arkadaşlarımda yokken Müslüm Gürses’te vardı. Beni Müslüm Gürses’e bağlayan şey, arkadaşlarımı bağlamadı!
*Müslüm Gürses’in bir şarkısı var ki sanki onu ve sizi anlatıyor: “Ben keder üretir, dert yaratırım / Aleme ibrettir her bir satırım / Kırk yılın başında halim hatırım / Sorulsa ne yazar, sorulmasa ne?”
İşte, ben arkadaşlarıma, arabeske olduğum kadar yakın değilim! İşte bunlar, Müslüm Abi ile beni bağlıyor.
‘İnsanlara iyi gelmiyorum’
*Bu albümde beni en çok etkileyen; türbülanslarını, karanlığını ve yalnızlığını içeren birinci perdeyi kapattıktan sonra bütün açıklığıyla onu ortaya dökebilmiş Teoman’ın varlığı. Retrospektif yapıyor ama parçalı bir retrospektif. Örneğin, ‘Berbat Bir Yıldı 1994.’ Şarkıların birçoğunda ‘anlaşılamayan ama bunu zerre kadar da umursamayan bir adam’ var. Anlaşılamadığı için de terk edilen bir adam bu: “Hiçbir şeye saygın yoktu senin / İnsanlara da, kendine de / Sen kesici bir maddesin / Kendini kes sadece, keseceksen / Yaklaşma insanlara…” Artık aşık olamayan şarkısındaki bu sözleri, bir kadının, Teoman’a gerçekten söyleyebileceğini düşündüm…
O şarkıyı yazarken sadece kendi duygularımdan yola çıkmadım. “Belki de zannettiğim Teoman’la insanlara birtakım hisler yaşatan Teoman ayrıdır” dedim. Suçlandığım şeyleri sanki ben söylüyormuşum, onları kabul etmişim gibi de söyledim. Açıkçası orada bahsettiğim kadar negatif bir kişilikte görmüyorum kendimi. Ama biraz kabullendim, benimle ilgili söylenenleri. Bir de kavramları fazla didikleyen, ondan sonra da o kavramların gücünü biraz dağıtan bir kişiyim. Biraz yakından bakarım, sonra o kavramlar birdenbire gerçekliğini yitirir benim için. “Fazla mı anlam yükledim” derim. “Yaklaşma insanlara” derken, ben biraz uzağımdır insanlara. Bazen onlara çok iyi gelmediğimi de fark ederim.
*Neden iyi gelmezsiniz?
Çok inandıkları klişeleri biraz parçalarım! Bu da insanları rahatsız ediyor. Kendime de tersten yola çıkarım ve acımasızım. Aslında yapmak istediğim, insanlara kendilerini iyi hissettirmek; ama onlara biraz fazla yaklaştığımda “kendine inanç”, “kendine güven” gibi kavramları yok ettiğimi fark ediyorum. Yıllar geçti… Eskisi kadar hoyrat değilim bu konularda. Sadece insanlara değil, kendime de acımasız olmamaya çalışıyorum artık. Daha şefkatli yaklaşıyorum.
‘Entelektüel bilgiye ihtiyacım kalmadı’
*İnsanların duymak istemediği sözleri duyunca tepki vermesi, sizi münzeviliğe iter miydi?
Evet. Hatta şu anda bir roman yazıyorum. Kafa dergisinde de tefrika ediliyor. Yavaş yavaş yazıyorum çünkü asıl amacım raflarda yer alması değil! Şarkılarımda anlatamadığım şeyleri, düşünce formunda çok daha rahat anlatayım diye düşündüğüm bir şey. Bana çok benzeyen roman kişisi de aynı benim yaptığım gibi kitaplarının 21. Yüzyıl’dan öncekilerinin hepsini atmak istiyor. “Bütün bu entelektüel kavramsallaştırmalar, bunca bilgi, beni insanlardan uzaklaştırıyor” diye düşünüyor. Aşırı didiklemek, klişeleri bozmak, insanların geçmişe dair temelsiz düşüncelerini sarsmak, açıkçası insanlardan uzaklaştırıyor beni.
*Şems’in Mevlânâ’ya yaptığı gibi… Onun bütün kitaplarını suya atıyor ve “Aşk ilmi, medresede öğrenilmez” diyor. Mevlânâ’yı kendi sözlerini söylemeye çağırıyor…
Ben de şu anda öyle bir şey yapmayı düşünüyorum. Hatta biraz evvel kafede bir arkadaşımlaydık. Buna benzer şeyler söyledim. Artık benim entelektüel bilgiye ihtiyacım yok! Koskoca adamım. Kendi içimde de çelişkilerle dolu bir havuz yarattım. Buradan daha çelişkisiz, daha duru, daha saf ne çıkarabilirim, diye bakıyorum. Romanda tam onu yapmıyorum özellikle. 10 yıl önceki Teoman’a benzeyen bir karakter yarattım. O karakterden bugüne kadar getirip romandaki kişiyi, artık o kitaplarla değil de huzura, daha safça olan duygulara dair bir şeyler yapmaya niyetliyim.
Yıllardır kendime anayasalar çizerim. İnsanların zannettiği gibi sadece kafasına göre takılan adam değilim ben! Yaşımın gerçekliğini bulmaya çalışıyorum.
‘Artık büyük hayallerim yok’
*Bu gerçeklik arayışına dair sizi kırılmaya uğratan neydi?
Bir manasızlık, bir değersizlik duygusu: “Her şey manasızsa o zaman ben de değersizim” Bu tip şeyler bende majör depresyonlara yol açıyor. Ama o depresyonlardan daha güçlenmiş olarak çıkıyorum. Çok da kaçmıyorum yani. Artık büyük hayalleri olan birisi değilim. Eskiden öyleydim. Artık değilim! Daha büyük yer kaplamaya yönelik hırslarım vardı. Artık daha duru birisi olmaya niyetliyim. Hüzne çok çabuk giden, melankolik birisiyim ben. Hüzne doğru giderken ondan kurtulup birden kızgınlaştığımı, hoyratlaştığımı, kendimi ve etrafımı kırdığımı da fark ediyorum. O kişi olmak istemiyorum artık! Daha itidalli biri olarak “Bundan sonra hayatımı nasıl yaşarım?” düşünen, değiştiğinin farkında olan bir adamım. Herkes bir değişimin, eski yüklerinden kurtulma ihtiyacının peşinde. Ben de onlardan birisiyim. Bu albüm o yüzden beni çok rahatlattı. “Oh” dedim, “Müzikal anlamda sonunda kendimi ilk defa tarif edebildim.”
‘Serseri Teoman’dan ‘Teoman Abi’ye…
*Bir katarsis, bu albüm…
Evet. İçimden öyle bir akıttım ki onu bu albümle, birdenbire rahatladım. Artık bu akıttığım kişi olmak zorunda değilim! Onu albüme koydum, ondan bahsettim ve daha duru bir yere geçebilirim.
*Bu albümle perdeyi çekerken, bundan sonra bilginin değil, manayı içinde barındıran hikmetin de peşinde olan bir Teoman var… ‘Ben, Zargana, Deus Ex Machina’da ‘mana’ kelimesini çok kereler kullanmanızdan da anlaşılıyor bu. Kot pantolonlu, deri ceketli, bot giyen ve gece alemlerinde boy gösteren Teoman’dan; takım elbise ve kundura ayakkabı giyen, baba olduktan sonra daha uzun yaşaması ve kızıyla daha fazla vakit geçirmesi gerektiğini düşünen, sabahları erken kalkan, yürüyüş yapan, sağlıklı bir hayatın peşine düşen Teoman’a… Değişimin gerekliliğini nasıl kavradınız?
Bu albümü yapacak enerjiyi yavaş yavaş bulabildim. Kafam çok karışıyordu. Pandemiden sonra yine majör depresyonlarımdan bir tanesinde -ki en ağırıydı… Benim içimde hiç bitmeyen bir huzursuzluk var. Tam anlamıyla huzura erebileceğime dair inancımı da yitirdim! Ama huzursuzluğu minimize etmek belki imkân dahilindedir. İnsanlar hep mesleğim üzerinden bu huzursuzluğu yaşadığımı zannediyorlar. Öyle değil! O sadece bir meslek! Bu albümün de mesleğimle bir ilgisi yok. Çok alternatif, ticari olmayan bir albüm. Benim ticari boyutum çok güçlüdür konserlerimde. Bir zenginlik ya da star gibi yaşamayı hedeflesem zaten onu yapabilecek çok güçlü bir geçmişim var. Ben daha manalı bir şeylerin peşindeyim. Bunu başka şarkılarımda da kullandım.
Ben bir ‘Teoman müessesesi’ne sahibim. Ki ona da ihtiyacım var çünkü kendimi işe yaramış hissediyorum. Geçmişten gelen güçlü repertuarım var ve onu insanlara sunuyorum, onlar beni seviyorlar ve konserlerime geliyorlar. Güzel bir ekiple müzikal anlamda üst düzey bir şey sunuyorum. Kapsamlı bir Türkiye turnesinde, 6-7 bin kişi, benim ürettiğim şeyler çerçevesinde para kazanıyor. Benim bankaya ne kadar para soktuğum değil, buradaki konu. Onun haricinde olan şeyleri düşününce ben bir Teoman müessesinin CEO’suyum, aynı zamanda o müessesenin sahneye çıkan adamıyım. Hem duygusal hem de ekonomik bir şirket yönetiyorum kendi şartlarıma göre. Adil, eşitlikçi, saygıya dayalı. Artık sahneye ‘serseri Teoman’ değil, yaşımın gereği dinleyicime bir ‘Teoman Abi’ gibi çıkarsam bu beni daha da rahatlatır gibi hissediyorum. 55 yaşındayım artık. Teoman Abi’yim! Her gece dışarıdaki adam değilim.
Barış Manço’yu hatırladığımızda ne güzel içimiz ısınıyor. Özkan Uğur keza… Cenazesine gittim ve çok duygulandım. Benim için çok özel bir adamdı. İnsanların içini onlar gibi ısıtmam ve bu dünyadan göçtüğümde onlar gibi adımın anılması beni çok memnun eder gibi geldi.
‘Babam öldükten sonra ailem huzur bulmadı’
*Zamanınızın azalması, sizi kaygılandırıyor mu?
Evet. Bir yaştan sonra zaman çok hızlı geçiyor. Hayatta pek de bir şey olmuyor ve ölüme yaklaştığımı hissediyorum. Bu beni açıkçası çok korkutuyor. Ölümden korkmayan cesur adamlardan değilim!
*Ölüm sizi neden korkutuyor?
Açıkçası tam tahlil edemiyorum. Çocukluğumdan beri büyük korkum, ölüm. Onu mantıki şeylerle açıklayamıyorum.
*Bu korkunun, iki buçuk yaşında iken babanızı kaybetmenizle nasıl bir ilgisi var?
Büyük ilgisi var! Ben iki buçuk yaşından sonra babasız bir evde, ağır depresif bir anne ile büyüdüm. Böyle bir şey yaşayınca o huzursuzluk duygusu, ölümün her şeyi mahvettiği düşüncesi sirayet ediyor. Aslında mahvetmiyor ama size bu zerk ediliyor aile ortamında! Ondan sonra da ben bir daha huzurlu olamadım.
Gün içerisinde ölüme dair düşünceler bana belki elli, yüz kere geliyor. Ölümümü, geçen zamanı, zamanın hızını, gelecek korkusunu, mantıksız olmasına rağmen şu anda da yaşıyorum.
*’Eski Teoman‘ın uyuşma isteğinin arkasında biraz da bu mu vardı? Ölümün gölgesinde büyütülmüş olma duygusundan kaçma ve onu unutma arzusu…
Bahsettiğin gibi insanlar zaten aslen melankolik ve korkak insanlar. Onlardan biri de benim! (Gülüyor) Tabii ki öyle.
*Buna ilişkin annenizle bir hesaplaşma yaşadınız mı? Bu, kendi içinizde de olabilir…
Güçsüz, depresif bir karakter. Zor şartlarda büyümüş birisi. Kendini didiklememiş birisi. Acısından nasıl kurtulur, onu düşünmemiş birisi. Ağır depresif bir hayat sürmüş. Şu anda da öyle annem. 91 yaşında ve ağır depresyonda. Çok yüksek, kırmızı reçetelerle yatakta. Ölmekten bahsederken, geçen gün bana ölüm korkusu olduğunu da söyledi. Hem ölmek isteyen hem de ölümden korkan, ağır depresif bir anne!
*Evlat Teoman’a ne hissettiriyor bu?
Onun için çok üzülüyorum. Yapacak bir şeyim yok. Yarın ona gideceğim. Ona gittiğim zaman, o günüm çok zor geçiyor. Ama gitmek zorundasınız. Evlatsınız!
‘Babalığı görmediğim için bir baba ne yapar bilmiyorum’
*Baba Teoman?
Ben bir baba figürü görmediğimden bir baba ne yapar bilmiyorum! Çocukken bende ağır bir güvensizlik duygusu vardı. Kendimi, tek başına bırakılmış, hayattan ve insanlardan korkan bir çocuk olarak hissederdim. Benim bu hissettiklerimi çocuğum hissetmesin diye onunla konuşuyorum. Ona, özellikle güvenli bir alanda olduğunu, onun yanında olduğumu hissettirmeye çalışıyorum. İstediğim sıcaklığı kuramadığımı hissediyorum. Babalıkta da yetersizlik duygularım var. Yarın ona da gideceğim.
*İkinci perdenin açılmasında, babalık kimliğinin de etkisi oldu mu?
Bu tam da ikinci perde değil aslında. Ben birdenbire bir şeyleri becerebilmiş birisi değilim. Ne olacağını hep beraber göreceğiz. Ama kendime dair, “Bir şeyleri hallederim de bundan sonra mutlu yaşarım” gibi bir şey düşünmüyorum. Çabam sürecek. “Kavgam hiç bitmeyecek” dediğim de bu aslında. Benim gibi adamlar tam anlamıyla huzura eremez. Ama çalışıyorum işte!
‘Bundan sonra iddiam, basitlik üzerinden olacak’
*Beyazıd-ı Bistami’nin bir sözü var: “Hakikat aramakla bulunmaz ama bulanlar hep arayanlardır.” Sizin arayışınız da ezber bozan bir yerlere varabilir mi?
Ben kendimi aşırı tanımlama taraftarı değilim. Özellikle kendi içimde olan şeylerle ilgili konuşayım… İnsanlara bir şeyi anlatmak isterken, onun yanındaki başka şeyleri söyleyemeyeceksem, o şeyi anlatmaktan vazgeçiyorum. Ama benim manevi şeylerle ilişkim sıfır boyutunda değil! Benden binlerce yıl önce yaşamış insanla aynı dertleri yaşıyorum. Her tarafa da bakıyorum! Kendimi herhangi bir yere kilitlemiyorum. Ben, Teoman’ın gerçekliğini bulacağım! Ama hâlâ arıyorum!
*O gerçekliği ararken bilginin yetmeyeceğini ve ötesine yani hakikate götürecek irfanın yoluna geçmeniz gerektiğini nerede fark ettiniz?
Şöyle dedim kendime bir, iki ay evvel. Bu albümü yapıyordum ve içime çok sineceği belliydi. Müzikal olarak her şeyimi anlatabileceğim bir son albüm olacağını baştan keşfettim. “Sonunda kendimi tam olarak ifade edebileceğim!” dedim. Sonra dedim ki, “Bundan sonra iddiamı ‘basitlik’ üzerinden kurayım kendimle ilgili.” Bazen kendimi kibirli hissederim. Bu bana iyi gelmiyor. “Kendimi, kendime daha iyi tarif edeyim ve ‘alçak’ şeylerde tarif edeyim” dedim. “Ben bir sanatçıyım” yerine “Ben diğer insanlarla aynı kavgaları sürdüren kişiyim” Arada bir yaptığım kibirli çıkışlardan madem rahatsız oluyorum… Hatta kendime zaman bile verdim. “Madem ki bu albüm benim kendi çapımda şaheserim -bunu büyük harflerle söylemiyorum- madem ki müzikal bir şeyin sonuna geldim, bundan sonra bakış açımı değiştireyim. O eski, hırslı, haksızlığa uğramışlık hissiyle kızgın ve melankolik kişi olmayayım artık. Daha rahat biri olayım” dedim, kendime. Madem ki ben artık Teoman Abi’yim, gençlere güzel bir şeyler söyleyeyim, istedim. Çok ilginçler. Her şeyimi didikliyorlar. Onlara alçak gönüllü bir Teoman Abi olmak istedim.
Magazinciler beni çevirdiğinde onlara, insanları gülümsetecek şeyler söylüyorum. “Ne yapıyorsunuz”dediklerinde “Boş boş dolaşıyorum” diyorum. “Evlenmeyi düşünüyor musunuz” diye soruyorlar, “Evet, 70 yaşından sonra düşünüyorum” diyorum. İnsanlara sıcak bir kişilik göstereyim diyorum. Bunu kendi içimde de söylüyorum. Yazdığım romanda da kendimi olduğumdan daha şapşal yazıyorum özellikle. (Gülüyor) Kendimi, olduğumdan daha zayıf bir karakter olarak yazıyorum. Hatta ben hiçbir zaman alkolik olmadım aslında! Alkolle yoğun bir ilişkim olduğu halde. Ama romandaki kişiliği de alkolik yaptım. Ona daha çok hata yaptırayım diye. Bu yaptığımla sıcak bir Teoman Abi intibaı bırakmak istedim.
‘En güzel hikâyem’
*En Güzel Hikâyem’in yaptığınız albümler içinde çok özel bir yeri var, derinlik olarak…
‘Ben, Zargana, Deus Ex Machina’yı da En Güzel Hikâyem’in devamı gibi düşünebilirsiniz.
Tam da bunu söyleyecektim, ağzımdan aldınız. O albümde eksik olan, bu albümle tamamlanmış gibi…
Evet. En Güzel Hikâyem, benim de çok sevdiğim bir albümdü. O adamın yirmi yıl sonraki halini anlatıyorum şimdi. Senin tarafından öyle gözükmesine de sevindim.
‘İstesem çok daha fazla para kazanırım ama manayı kaybederim’
Sizin yaptığınız bu albüme benzer bir şeyi, kendi karanlığıyla yüzleştiği ‘Bir Devam Filmi (Siyah Beyaz Türkçe Dublaj)’ albümüyle Feridun Düzağaç da yapmıştı. İçinde ‘Yürüdüm’ gibi bir şaheser olmasına rağmen albüm anlaşılamadı ve diskografisi içinde en az satan, en az anlaşılan albüm oldu. Muhtemelen ‘Ben, Zargana, Deus Ex Machina’ da benzer bir kaderi yaşayacak. Bu gerçek, Teoman’a doğru yolda olduğunu söylese bile ‘Teoman müessesesi’ni kaygılandırmıyor mu?
O müessese bir taraftan başarıyla yürüyor hatta benim fiziksel ve psikolojik kudretim yetmediği için biraz aşağıda tutuyorum. O müessese sürekli yukarı giden bir grafikle yürüyor zaten. Müessesenin sahibi benim. Bu albümde bencil olabilirim ama ne yapılacağına ben karar veririm. (Gülüyor)
“Teoman’ın Koyu Antolojisi” diye başka bir konser serisi de yapıyorum. Bu albümün şarkılarının da yer alacağı, daha ağır bir başka projem var. Ben müzikal anlamda tek bir kişi değilim! Hem bir rock yıldızıyım hem de bir şarkı yazarıyım. Bunlar birbirine ters gibi gözükseler de ikisini de çok iyi yürütebilecek durumdayım artık. 19 yaşından beri bu işle uğraşıyorum. Bu kadar sene buralarda benim kadar sürtüyorsanız bu da doğal.
Müzisyen arkadaşlarıma diyorum ki, ‘Koyu Antoloji’ ile en alternatiflerimize gideriz ama öbür taraftan herhangi bir konserde insanları eğlendirmek de bize yeterli olsun. ‘Ben sanatçıyım’ afra tafrasına girmeyelim. Bedavaya, sadece halkı eğlendirmek için çıktığımız konserler de bizi kibirden kurtarır. Biz hepsini yapacağız çocuklar. Biz tek kişi değiliz!
Ticari anlamda çok güçlü bir yerdeyiz. İstesem ay içerisinde bunun iki katı konser de yaparım ve daha çok para kazanırım. Ama o zaman işimizin manasını kaybetmeye başlıyoruz. Biz daha manalı, daha kompakt, daha butik bir şeyle hem kendimizi yürütürüz hem de kâr maksimizasyonunu planlamamak bana iyi geliyor. O başka bir sınıfın bakış açısı. Ben o sınıftan değilim!
*Albüm az satarsa, klipler az izlenirse “Doğru bir şey yaptım” diyecek misiniz?
Bu, her an dinlenecek bir albüm değil ama o tip hisleri olan insanlar için konuşursam, benim katarsisim onlarınki de olabilir! Benim pozisyonumda bir insanın da aynı acılardan geçiyor olduğunu bilmek, insanlara bir rahatlık sağlar. Ben başkalarında da görüyorum. Tolstoy ne büyük bir karakter olmasına rağmen hayatının bir döneminde ne büyük dertler çekmiş. Öyle birini görünce insana bir rahatlık geliyor. Bu albümün dinlenmesinin zor olduğunu ama bazen insanlara iyi gelebileceğini düşünüyorum. Çok dinlemesinler zaten!
*Bu gerçekten son albüm mü olacak?
Konsept olarak son albüm. Ben burada söylediğimi aşmayacaksam bir tane daha konsept albüm yapmama ihtiyaç yok. Açıkçası bu albüm beni o kadar iyi tanımlıyor ki ticari, kolay şarkıların olduğu başka bir albüm yapmak da içimden gelmiyor. Sadece kendime şöyle dedim: “Bu konserin artistik boyutu da benim eğlencemi etkilemesin.” Mesela filmlere arada şarkı yapıyorum. Şarkı yapmak benim için çok kolay. Filmin konusunu ve adını verin bana, yarım saatte ona çok güzel bir şarkı yapabilirim! Böyle şeyler olursa eğlenceyi kaçırmayayım diye kendime verdiğim bir aralık var. Geçen sene Çağan Irmak’a yaptım, böyle bir şarkı. Beni sadece şarkıcı olarak çağırdıklarında da yaptım.
Eskiden bazı durumlarda kendini aşırı kollama gibi bir şey hissederdim, “Bu bana yakışır mı” diye. O duygudan da çıktım açıkçası. O soru hiç de tevazuu içermiyor. Eğlenceli, hoş, özenli şeyler yapabilirim ama bu albümü aşmaya çalışmam!
*Kendi içinde ‘kendini aşırı kollayan’ Teoman bir tarafa, dışarıda daha cool, umursamaz gibi algılanan bir Teoman da var, özellikle medya ayağında. Bu albüme konu olan Teoman’ın o doğal halini, onlar bir tavır, bir sarkazm hatta bir kibir olarak algıladılar ve karşı saldırıya geçtiler. Yanılıyor muyum?
İnsanlar çok kızgın geliyor bana. Ben kendimi çok önemli biri olarak saymıyorum ama illa ki sevme, nefret etme, kızma gibi aşırı duygular peşindeler. Her şeyi bir tarafa bırakalım, ben insanlar üzerinde sıcaklık yaratan bir figür olmak istiyorum. Her zaman da o tarz bir şey istedim. Umarsızlık… Yaptığım işin çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Ama bu da mesleğim. Ona özen göstermezsem de kendimi iyi hissettiğim bir tarafım beni rahatsız ediyor. Bana geçmişte çok büyük haksızlıklar yapıldı. Bundan sonra da yapılacak. Ama ben insanlara kızmamaya, nefret etmemeye, had bildirmemeye niyetliyim. O bahsettiğiniz şeyi bir kibir olarak görmeselerdi çok daha rahat bir ilişkimiz olurdu. Ama genç muhabirler çok daha tatlılar ve saygılı davranıyorlar. Geçmişteki o kızgın ve insanı alaşağı etmek isteyen biraz vahşi figürler yok artık. Belki de yaşım büyüdüğü için böyleler.
*Konser ve albüm düzleminde bu kadar üretken olmaya devam ederken, 90’ların ortalarından itibaren sizinle birlikte Türk rock’ını bir yere taşıyan figürler yavaş yavaş sahneden çekiliyor. Özlem Tekin, müzikten tamamen kopmuşa benziyor. Şebnem Ferah da uzun bir suskunluk halinde. Onların bu geri çekilişini nasıl izliyorsunuz?
İkisi de çok yetenekli, çok güzel şeyler yapmış ve daha da fazlasını yapabilecek insanlar. Adam Phillips, günümüz insanının en büyük probleminin “benim potansiyelim” mefhumu olduğunu söylüyor. Hepimiz iş anlamında potansiyelimizin maksimumunu vermek zorunda değiliz, bu bize yettiyse eğer. Özlem için konuşmayacağım, o çok önceden bıraktı ama Şebnem’in harika bir kariyeri oldu. “Ben artık hiçbir şey yapmıyorum” dese bile bu gerçek değişmeyecek. O kariyeri sürdürüp sürdürmemesi önemli değil. Ben karar versem bu akşam bir tane hit şarkı çıkarırım. Peki, bunun bir anlamı olur mu acaba? Paramparça ve İstanbul’da Sonbahar klasmanında bir şarkı çıkarmak zor tabii… Herkesin kararı kendine. Özlem gayet huzurlu bir hayat sürüyor. Muhtar azası da olmuş. Şebo ne yapıyor bilmiyorum ama keyfinin yerinde olduğu söyleniyor. Keyfi yerindeyse bir şey yapmasına da gerek yok!
‘Kendime yön verecek bir kitap yazıyorum’
*Teoman’ın geçmişini önümüze serdiği bir albümü var artık. Peki geleceğine dair bir projesi var mı?
Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler’ine benzer ‘Teoman’ın Düşünceleri’ gibi bir şey yazıyorum. Artık kendimin kitabını yazmaya niyetliyim. Yavaş yavaş başladım ona. Basmak ya da başkalarına söylemek için değil, kendimin uyacağı bir kitabı yazıyorum. “Bundan sonra dünyaya nasıl bakayım, nasıl bir yoldan gideyim” gibi sorulara cevap aradığım ve sadece kendime yön verecek bir kitabı yazma sürecine girdim. Başlangıcını yazdım.
‘Gelecek Teoman’ımı daha rafine birisi yapmak istiyorum. Onu da sanatçı Teoman olarak yazmıyorum. İnsan olarak yazıyorum, hayata dair yapacağım şeyleri. Onun içerisinde, olmayı istediğim kişiye gitmeye çalışacağım. İnsanlara da sunmayı düşünmüyorum. Kendimi formatlamak üzere yapıyorum bunu.
*Mananın peşine düşmüşken bir gelecek projeksiyonu çizmek, gözünü an’dan öteye çevirmek…
Ben onlara uyamayacağım! Hiçbirimiz çelişkisiz değiliz. Ben derli toplu, rafine ve manalı bir hayat sürmek istiyorum. Hayat, manasız biliyoruz ama ‘Manalı bir hayat benim için nasıl olur’un peşine düşüp kendimle pek kavga etmemeye niyetliyim bundan sonra.
*İsmiyle müsemma şarkınıza ve Adam Phillips’e atıfla, sizi ‘ziyan edilmemiş potansiyelinize’ yaklaştıracak da bu mu?
Bir tanecik hayatımız var. Kusurluyuz. Deha değiliz. Ama yapabileceklerimizi yapmak bize iyi gelecek. Bunu da “Başkaları beni beğensin” kaygısıyla yapmamak ama!