MURAT SEVİNÇ
Altılı Masa neden bir anayasa önerisi hazırlamış olabilir?
Bazı tahminler yürütülebilir: Altılı Masa’nın ses getirecek ve birlik duygusu verecek bir tutum takınmadığı izlenimi yaratılıyor ya da hakikaten böyle bir durum var. Toplantıların sayısının artışı ile yarattığı ilgi ve heyecan arasındaki asimetri de aynı ‘uyarıyı’ yapıyor. Anayasa değişikliği önerisi, birlik duygusu ve geleceğe yönelik vaat sunma, umut verme ve kararlılık sergileme isteğiyle ilgili olmalı. Böylece “Gelince ne yapacaksınız?” sorusuna da bir yanıt verilmiş oluyor. Yalnızca ‘bir’ yanıt.
Dolayısıyla, şu koşullarda bir anayasa değişiklik önerisi üzerine yazmak, ancak onun ‘anayasa dışı’ amacını, siyasi ve doğrudan seçime yönelik hedefini kavrayıp değer verilmesi durumunda anlamlı olur. Yoksa, tüm bu ve benzeri metinler bir öneri niteliğinde ve Türkiye görkemli bir ‘anayasa önerileri’ mezarlığına sahip. Buna mukabil, önerinin sahiplerinin müstakbel iktidar olma olasılıklarının yüksekliği, elbette önümüzdeki metni çoğu muadilinden ayırıyor.
Neden ‘genel’ bir değerlendirme?
Çünkü öneri 156 sayfa! 80’in zerinde maddede değişiklik üzerinde uzlaşılmış. Her madde hakkında tez ve makaleler yazılabilir, nitekim konular üzerine kaynak sıkıntısı da yok. Ayrıntılı değerlendirme 156 sayfayı da aşar ve doğaldır ki, meraklı yurttaşı ilgilendirmez. Yorumun ‘genel’ olması kaçınılmaz. Yalnızca, konunun anlaşılmasına katkı sınacağını düşündüğüm bir-iki düzenlemeye değineceğim.
Önerilen değişiklikler şimdikinden iyi mi?
Abes bir soru. Evet. Kuşkusuz daha olumlu ve çok daha demokratik. İki nedenle: Hazırlayanlar bazı temel sorunları, açmazları çözmek istiyor ve o sorunların çözümüne yönelik somut bir şeyler söylüyor.
İkincisi, şimdi öyle bir anayasa (ve uygulama) var ki, yanına ne koysan daha demokratik görünür. Uzun yıllar önce, AKP’nin hazırlattığı anayasa taslağı (Özbudun Taslağı olarak bilinen) üzerine yapılan bir toplantıda taslağı eleştirince, çay molasında yanıma gelen, taslağın hazırlayıcılarından bir profesör bana Bektaşi fıkrası anlatmıştı. Üç kadeh şarap koymuşlar önüne ve “Seç bakalım hangisi en tatsızı?” demişler. O da ilk kadehten bir yudum almış, “En kötüsü bu,” demiş. Diğerlerinin tadına bakmadığı söylendiğinde, “Bundan daha kötüsü olmaz,” yanıtını vermiş.
O gün o hocaya katılmayıp “Beterin beteri vardır” sözünü hatırlatmıştım. Ancak bugün, 2017’de kabul edilen halihazırdaki metinle ilgili ben de benzer duygular taşıyorum.
Önerilen değişiklikler her derde deva mı?
Değil. Bu, eninde sonunda üzerine konuşulabilecek, kamuoyuyla paylaşılan bir ‘taslak.’ Her konuyu/başlığı kapsaması gerekmediği gibi, seçim sürecinde tüm sorunları gündeme getirmek, her biri üzerine anayasal-yasal düzeyde öneri yapmak, beklenebilir bir durum olmasa gerek. Önerinin en iddialı yanı, hükümet sistemi değişikliği içermesi. En zayıf yanı, bazı başlıklar üzerinde yeterince düşünülmediği ve bazı konulardan çekinildiği izlenimi vermesi.
Önerdiği değişikliklerin bir kısmı, ‘hayati’ konular olmadığı, ‘sade suya tirit’ nitelikleri nedeniyle önerilebilmiş belli ki ve bazı maddelerde güncel tartışmaların-gelişmelerin etkisinde kalınmış. Örneğin, milletvekili seçilme yeterliliğine ilişkin maddede (76), ‘çocukların cinsel istismarı’ gibi bir suçtan hüküm giyenlerin milletvekili seçilemeyeceği belirtilmiş. Güzel, kim buna itiraz eder, iyi hoş da, bugüne dek çocuk istismarcılığından hüküm giymiş biri vekil olmak istedi mi? Ya da, bir gün istese onu aday gösterecek bir parti var mı?
Böyle başkaca düzenlemeler saymak mümkün, kimsenin itiraz etmeyeceği, ancak güncelliğin etkisiyle oraya konulduğu belli ifadeler. Diyelim, 13’üncü maddeye eklenen “Hürriyet esas, sınırlama istisnadır” ifadesi, kulağa hoş geliyor; iyi de zaten bu bir ilke, orada yazmasa da, genel kabul gören bir ilke. İnsanlar öylesine bıktı ki artık her durumda ‘sınırlamanın esas alınmasına’, yazma ihtiyacı hissediyor belli ki.
Bu başlığın sorusuna nihai yanıt şu olsun: Her derdin devasını hukuk metinlerinde aramamak gerekir, siyasal ve toplumsal açmazların çözüm yeri, siyaset ve toplumdur, anayasa-yasa maddeleri değil. Aranırsa, akla gelen her çözüm anayasa metinlerine yerleştirilmek istenir, bu da anayasaları salı pazarına dönüştürür.
Önerinin ana yönü nedir ve parlamenter sistemin neresi güçlendiriliyor?
Metin, özellikle son yıllarda alınan hasarı gidermeyi hedefliyor, büyük ölçüde. Bunu yalnızca hükümet sistemini değiştirip parlamenter sisteme dönmekle, bir başka söyleyişle ‘tek adam’ rejiminden yeniden ‘meclis üstünlüğü’ ilkesine geçmekle değil, temel hak ve özgülükler rejimi ile yargı bağımsızlığını sağlamaya dönük düzenlemelerle de gerçekleştirmeye çalışıyor.
Muhalefetin ‘güçlendirilmiş’ sıfatına ağırlık vermesinin iki nedeni olduğu kanısındayım: İlki, ‘eskiye dönüş’ izlenimi vermemek. Oysa, eskiye dönüşün bazen hiç de kötü bir şey olmadığı kanısındayım; örneğin Tanzimat Fermanı’nda ‘müsadere’ (yani mala mülke el koyma) yasaklanıyordu ve 2023’te bu açıdan 1839’a dönsek hiç fena olmaz! Ancak muhalefet bu durumun ‘imaj’ zedeleyeceğini düşünüyor ki, anayasacıları değil, bu cilalı imaj devrinde olsa olsa iletişim danışmanlarını ilgilendiren bir konu.
İkincisi, muhalefetin, parlamenter sistemi iki başat ayırt edici niteliği olan bir hükümet biçimi olmaktan çok, genellikle bütüncül bir sistem olarak algılaması ve temel haklar-özgülükler ile yargı alanındaki değişiklikleri de ‘parlamenter sistem’ terimiyle birlikte anması. Dolaysıyla, Altılı Masa ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ derken, her seferinde ‘demokratikleşme’ demek istiyor aslında. Parlamenter sistem tercihi, o demokratikleşmenin yalnızca bir unsuru. Önerinin başat niteliği, hasar gidermeye ve demokratik toplumun önünü ‘bir ölçüde’ açmaya yönelik düzenlemelerden oluşması. Güçlendirilen ise parlamenter sistem değil, siyasal sistemin demokratik niteliği.
Önerinin zayıflık ve eksiklikleri kaçınılmazlıktan mı, siyasi koşullar nedeniyle mi, niyetten mi?
Farklı partiler-siyasi eğilimler bir araya geldiğinde, ortaya her konuda açık sözlü bir metin çıkmaz genellikle. Fakat önümüzdeki öneride, çekingenlik ya da ideolojik farklıkla açıklanması güç, “Acaba niyetleri bu mu?” sorusunu düşündüren durumlar var.
Yalnızca bir örnek: ‘Milletvekili seçilme yeterliliği’ başlıklı 76’ncı maddede ‘affa uğramış olsalar bile’ milletvekili seçilemeyecekler sayılırken, örneğin, terör eylemleri istisnasıyla ilgili ‘bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar’ ifadesi, şimdiki gibi duruyor. Bu ülkede, yeri geldi pazar esnafı bile terörle itham edildi ve TMK (Terörle Mücadele Kanunu)’nin nasıl yorumlandığı herkesin malumu. Hal böyleyken, Altılı Masa diyor ki, ‘affa uğrasalar da’ vekil olamazlar. Demek ki demokratikleşmenin sınırı, TMK!
Fıkranın başındaysa, bu kez ‘affa uğrarlarsa seçilebilecekler’ kategorisinde, ‘taksirli suçlar hariç bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olmak’ hükmü, olduğu gibi bırakılmış. Allah aşkına, bu memlekette adliyenin önünden geçene dahi o civarda bir ceza veriliyor zaten. 1995 anayasa değişiklikleri esnasında, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in Anayasa’daki bu ‘engelin’ ilk hali üzerine sarf ettiği sözleri hatırlatmak istiyorum: “…Eğer, böyle bir hüküm, demokrasiye yeni kavuşan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde olsa idi, Mandela, bırakınız cumhurbaşkanı olmak, milletvekili bile olamayacaktı. Eğer, 12 Eylül döneminde, askeri yönetim dönemindeki mücadelem dolayısıyla aldığım cezalara bir iki ay daha eklenseydi, ben de, bugün, huzurunuzda bir milletvekili olarak konuşabilme olanağından yoksun kalacaktım… Bu hükmün tamamıyla kaldırılmasını diliyorum.” Yeterli sanırım.
Metnin bir ideolojisi var mı?
İdeolojisiz metin olmaz, kuşkusuz önümüzdeki de, klasik burjuva-liberal hak ve özgürlükler düzeni öneren, ancak öneride altı partinin kaygılarını yatıştırmayı da amaçlayan bir metin. Yatıştırma kaygısı ister istemez her sözü yavanlaştırır. Burada, metnin değindiği konular kadar, değinmedikleri, kaçındıkları, adını anmadıkları daha belirleyici. Eğer gözümden bir şey kaçmadıysa, örneğin ‘sosyal haklar’ konusu bir kez daha görmezden gelinmiş gibi, birkaç sözcük değişikliği yapılmış.
Yine, her ne kadar parlamenter sisteme geçiş öngörülse de, cumhurbaşkanının ‘halk tarafından seçilme’ usulünün benimsenmesi, Altılı Masa’da, CHP dışındaki beş partinin talebi/ağırlığı olmalı. CHP dışındaki partiler, MSP-AKP-DP ve AP’nin mirasçıları ve Türkiye sağının-İslamcısının tarihsel dileklerinden biri, devlet başkanının halk tarafından seçilmesidir. Metne sağ-merkez sağ havasını veren başlıca tercihlerden biri.
Okuduğunuz yazı yeri değil, ancak cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesi gerektiğini, halk oyuyla seçilmiş bir cumhurbaşkanının artık ‘yansız’ ve ‘sembolik’ yetkilerle yetinmeyeceğini, ısrarla hatırlatmak gerekir. Türkiye’de ‘solun’ anayasa tercihleri, her zaman ‘sağa’ nazaran doğru oldu. Anayasa tarihine şöyle hızlıca bir göz atmak yeterli. Türkiye sağının özellikle ‘devlet başkanlığı’ konusundaki hayallerine daha fazla mesai harcamak (ki on yıl sonra, bir kez daha, ‘hay Allah’ diyecekler!) şart olmasa gerek. Güçlü meclis, güçlü bakan kurulu isteniyor ise devlet başkanı da o güçlü meclisin seçtiği kişi olmalı.
Hazır ‘ideoloji’ demişken, örneğin metinde ‘özgürlük’ yerine ‘hürriyet’ sözcüğünün tercih edilmesi de ideoloji ve sağlanan ‘uzlaşma’ konusunda fikir verici. Bunlar ayrıntı gibi görünen, ancak sanıldığı kadar ayrıntı olmayan konular. Bakınız, 1982 Anayasası’nın hazırlığı esnasında yaşanan, “hürriyet mi demeli, özgülük mü” tartışması.
Son olarak, kavramları tahrif etmeyi göze alarak, bu ve benzeri metinlerin tümünün ‘hukukçu ideolojisine’ sahip olduğunu söyleyebilirim. Sorunların çözümü için, hukukun teknik ve soğukkanlı araçlarına sarılmak. Önümüzdeki metin özelinde buna, Türkiye’deki ‘liberal anayasacıların’ bıraktığı izi eklemek gerekir. Tümüne yönelik olmasa da (liberal anayasacılık çizgisinin itiraz edeceği, eksik bulacağı çok şey var), özellikle yüksek yargı organlarının yapısına ilişkin, diyelim, üyelerin belirlenmesinde TBMM’ye ağırlık verilmesi (AYM’nin 22 üyesinin 20’si, Hakimler Kurulu’nun 15 üyesinden sekizi TBMM tarafından seçiliyor) söz konusu hattın savunduğu bir yöntem. Kaynağında ‘yargı vesayeti’ ve ‘demokratik meşruiyet’ tartışması var. Yargıçların belirlenme yönteminin çok önemli olduğunu, ancak Türkiye’deki bağımsızlık ve yansızlık sorununun asıl olarak buradan kaynaklanmadığını düşünüyorum.
Altılı Masa kapsamlı bir anayasa değişikliği mi yoksa yeni bir anayasa mı öneriyor?
Bilmiyorum. Metinden anladığım, kapsamlı bir değişiklik. Böylece, bu aşamada gereksiz olacak ‘kurucu iktidar’ ve ‘ilk üç madde’ gibi tartışma konularına girmemek mümkün olmuş. Yeri gelmişken, ileriki zamana bırakacağım ilk üç madde ve ‘kırmızı çizgi’ meselesine ilişkin, konunun anayasacılar ve siyaset bilimciler arasında, siyasetçilerin düşündüğü gibi tartışılmadığını hatırlatmak, şimdilik bununla yetinmek istiyorum.
İktidar kanadından yönelen eleştiriler nasıl ele alınıp yanıtlanmalı?
İktidar kanadından yönelen yorum ve eleştirilerin bir önem taşımadığı kanısındayım, hal böyleyken, eleştiriler şu aşamada ele alınmasa ve yanıtlanmasa da olur. Ayrıca, eğer muhalefet TBMM ve cumhurbaşkanı seçimlerini kazanırsa, AKP’lilerin parlamenter sistem ısrarının yeni iktidardan daha yoğun olacağından kuşku duymuyorum. Bugün söylediklerinin tam tersini savunacaklar, ‘parlamenter sistem fun club’ kuracaklardır.
Devamı nasıl gelir?
Değişiklik önerisi, adı üzerinde, bir öneri. Aylar, hatta belki yıllar alacak bir anayasa tartışması ve sistem değişikliği sürecinin ilk adımı. Bu adımın, müstakbel iktidardan gelmesi ve her şey bir yana hâlihazırdaki hükümet sisteminin terk edilip yeniden ‘müzakereci’ bir yol benimseneceğinin ilan edilmesi, meclis üstünlüğüne yapılan vurgu, başlı başına çok önemli bir kazanım. Neyin kaybedildiğinin ve dolayısıyla neyin yeniden kazanılması gerektiğinin gayet iyi anlaşıldığını görüyoruz.
Artık mesele, gündemdeki sorunların yalnızca teknik hukuksal düzenlemelerle çözülemeyeceğini, tartışmak, tartışabilmek için anlamak ve kabullenmek gereken ‘hukuk dışı’ faktörler olduğunu her fırsatta, bunaltıcı biçimde yineleyerek hatırlatmak, tartışmaların yönü üzerinde belirleyici etki yapabilmek.
Son söz
Öneri, bir emek ürünü ve temel haklar (kişi ve kurumlar -örneğin partiler- bakımından), devlet örgütlenmesi/hükümet sistemi, yargı bağımsızlığı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (örneğin, canı sıkılınca kayyım atamanın imkansızlaştırılması) konusunda olumlu değişiklikler içeriyor. Kuşkusuz, metnin lafzına ve ideolojisine yönelik eleştirilecek şeyler de var, ancak sergilenen niyet, çaba ve metnin işaret ettiği ‘asıl yön’ görmezden gelinmemeli.
Görülmesi gereken bir başka somut gerçek, anayasa tartışmalarına hem sosyalist ve liberal solun, hem Kürt siyasi hareketinin her fırsatta dahil olması, sesini duyurması gerekliliği. Altılı Masa ve solun anayasalara bakışında ortak noktalar olduğu gibi farklılıklar da var ve her adım, tepeden bakmayan, iri söz hevesi taşımayan, yalnızca haklılığın değil oy oranlarının ve güç ilişkilerinin de göz önünde bulundurulduğu yeni tartışmalar için fırsat bilinmeli.
Anayasa tartışması, kupkuru metinler hakkında konuşmak değildir. Siyasal-toplumsal gelişmenin vardığı yerin, tarihsel açmazların, güncel çekişmelerin, sınıf mücadelesinin, çözüm önerilerinin konuşulabilmesi için fırsat sunan bir mücadele zeminidir. Yalnızca kurulmuşa değil, kurulması gerekene, kurulmak istenene dairdir.
Öneri: Korkut Boratav Hoca’nın koşullar ve seçimler üzerine görüşlerini içeren şu kısa haberi okumanızı öneririm.