• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Tek kiple yazı geçmez

23/07/2023 12:12

MUSTAFA ALP DAĞISTANLI

mustdagistanli@gmail.com

“Bir varmış bir yokmuş” der masal. Başlangıç tekerlemeleri hala kulağınızdadır: “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Develer tellal iken, pireler berber iken… Ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken”…

Buradan anlıyoruz ki masal bize sadece eski bir zamanı anlatmayacak. Zaten “Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde” dediği de olur. Demek ki, zaman içinde ne zamanlar var!


Bir şey daha diyor bize masal: Aynı zaman içinde, hatta yaşanmakta olan an içinde başka, hatta aykırı konumlarda bulabiliriz kendimizi. Ninemin beşiğini başka türlü nasıl sallayabilirim ki? Bedenimiz bir yerdeyken aklımız başka bir yerde kalabiliyor, ruhumuz başka yerde olabiliyor. Hayat içinde ne hayatlar var!

Bir hikaye, bir olay, bir durum anlatırken de bu çoklu boyutun içindeyizdir aslında. Biraz da bu yüzden, kimi dilbilimciler, “zaman kipi” adlandırmasını yanlış buluyor, zamandan başka durumları da belirtiyor çünkü kip; onun yerine “zaman eki” demeyi yeğliyorlar.

İyi yazarlar, zaman kipini/ekini ustalıkla kullanarak, anlattıkları hikayeyi de, okuru da, hayatı da tekdüzelikten kurtarma becerisine sahiptir. Aziz Nesin’in Bir Sürgünün Anıları’nda gösterdiği ustalık şapka çıkarılacak cinsten:

“Şehre girişim, pek anlı şanlı oldu. Otobüs tam asfaltın alt başında durdu. Ellerim kelepçeli olduğu için, en son ben indim otobüsten… (…) İki candarma, tüfeklerini omuzlarına astılar, biri sağıma geçti, biri soluma…

(…) Asfalttan şöyle kırk elli adım gittik gitmedik, bir de baktım, yapılara bayraklar asılmış, pencerelerden kağıt fenerler, karpuz fenerler sarkmış. (…) Sonradan, Halkevi olduğunu öğrendiğim büyük yapıya doğru yaklaştıkça, kalabalık büsbütün artıyor. İki candarmadan daha insaflı olduğunu tahmin ettiğime,

– Hemşerim, dedim, kurban olayım, şu asfaltın ortasından gitmeyelim. Elbet bunun bir tenha yolu, yan sokağı vardır.

İki candarmadan insaflı olanı,

– Yörüüü!… diye sırtımdaki çıkını kakarak beni iteledi.

(…)

Bando çalmaya başlar başlamaz iki candarma kendilerini tutamayıp, uygun adımla geçit törenine katılmadılar mı!… Ben birara, herhalde utancımdan geride kalmış olacağım, biri,

– Hizaya baaaaak! diye bağırdı.

Bizden önde okullar, sporcular, esnaf birlikleri geçiyor. Her geçene ayrı ayrı alkış tutuluyor. Biz de onların arkasına takılmışız. Artık oldu olacak, dedim kendikendime, bundan kurtuluş var mı? Nasıl olsa Bursa beni tanıyacak, hiç olmazsa tam tanısın… Ben de candarmalarıma ayak uydurdum. Bando çalıyor, biz de uygun adım gidiyoruz. Davul güm güm ötüyor, biz de rap rap geçiyoruz.

(…)

Biz geçiyoruz.

– Geliyor, geliyor!… diye sesler duyuldu. Artık kim geliyor, kimi bekliyorlar bilemem… Tam Halkevi önüne gelince bir alkış da bize tuttular. Biz, alkışın da verdiği kuvvet ve coşkuyla, ortada ben, sağımda solumda iki candarma, uygun adımla boydanboya asfaltı geçtik, köprü başına geldik… Kalçadan adım çıkarmaktan yorulmuşum. (…) Candarmalardan biri,

– İyi geçtik… dedi.

Öbürü:

– İyi geçtik… diye tekrarladı.”

Kitabın “Beklenen Adam” başlıklı bu ilk bölümü -di kipiyle başlıyor; Aziz Nesin, kendi hayat-zaman’ını, kendi yaşadığını – di kipiyle anlatıyor. Bursa’ya indiğinde başka bir hayat-zaman çıkıyor karşısına. Karşılaştığı şey tamamen kendi dışında olduğu, o gelmeden kotarılmış bir durum olduğu için -mış kipiyle sahneyi tasvir ediyor. O sahne içinde kendisinden tamamen başka bir hayat yaşamakta olanları gözlemliyoruz, Aziz Nesin’in gözünden. İki farklı dünya: özgür, şenlikli insanların dünyasının karşısında bir sürgünün dünyası. Bu iki dünya birbirine geçtiğinde o da -yor kipiyle anlatmaya koyuluyor. Caddeyi geçip o şen dünyadan çıkar çıkmaz da yine -di kipine dönüyor. Demek ki, fiillere taktığımız zaman ekleri zamanı belirlemekten ibaret değil, durumu da ortaya koyabiliyor, bununla da kalmayıp aynı zamanda yazarın psikolojisini taşıyor, dahası, okurun psikolojisini de yönlendiriyor.

Oysa, okuru yazının, anlatılan hikayenin, ortamın içine çekmek için en iyi kipin -yor olduğu düşünülür genellikle. Ama gördüğümüz gibi, Aziz Nesin bu okuru alıp götürme işini birden çok kipe yüklüyor. Buradan çıkarılacak ders şu: Tek kiple yazı geçmez. Tek kiple yazmak da sıkıcı, öyle bir yazıyı okumak da.

Peki ama Sait Faik bunu bilmiyor muydu? Sait Faik’in “Onunla” yazısını okumaya başladığımda, sürekli -yor’la gitmesini yadırgamıştım:

“Bana soruyor:

– Balıkların yüreği var mıdır?

Sabahattin’in motorundayız, çaparimizde sopa gibi kolyozlar.

– Olmaz olur mu be?

– Yoktur işte.

– Yüreksiz yaşanır mı?

-Bizim bildiğimiz manada değildir onların kalbi.

Kolyozlar sandalın döşemelerini dövüyor. Ben onu alaya alıyorum. Balıkların al karnını gösterip:

-Bu kan nereden çıkıyor öyleyse? diyorum.

– Sen lakırdıdan anlamazsın ki… diyor.”

Yine de, bir iş var bu işin içinde, diye düşünmüştüm. Orhan Veli’nin ölümü üzerine baştan sona -yor’la yazdığı bu yazının ortalarına doğru şu paragrafı görünce iş değişti, işkillenmekte haklı olduğumu anlayıp sevindim:

“Bir yerde okumuştum. Bir Fransız gazetecisi birçok sevdiği arkadaşının ölümünden söz açarken bir türlü mazi sıygasını kullanamıyordu. Onun için bu sıygayı ben de kullanamıyorum. Gazetelerde romanları çıkan, makaleleri döşenen, dergilerde şiirleri alt alta dizilen ne kadar sağlar var ki onlardan istediğimiz kadar ‘dı, dı’, ‘mış, mış’ diye söz açabiliriz. Hepimizden günün birinde ‘dı, dı’ diye konuşulurken ondan her zaman halin içinde konuşulacak. Dilimin usta, tatlı, çok az gelmiş şairlerindendir canım Orhan!”

-yor’da ısrar, akıp giden zamana isyan demek, şimdiki zamanı sonsuza doğru genişletmek demek, “canım Orhan”ın ölümünü kabullenememek demek.

Sürekli -yor’la yazılmış bir yazıdan daha sıkıcı bir şey varsa, o da baştan sona -yordu’yla yazılan yazıdır. -yordu, -yor gibi, bir tanıklık belirtiyorsa anlamlıdır, yerliyerindedir genellikle, aksi takdirde bu yazılar bir yapaylık, uzaklık duygusu verir; yazarı dışarıdadır, okuru da içine alamaz.

Ziya Osman Saba, yakın arkadaşı Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölümü üzerine, 1956 sonunda Varlık dergisinde ardarda dört sayı yayınlanan bir yazı yazmıştı: “Cahit’le Günlerimiz.” Bu uzun yazıda Ziya Osman birçok geçmiş zaman eki kullanıyor kuşkusuz; bunlar genellikle bilgi verdiği cümlelerde karşımıza çıkıyor; ama metnin belirgin kipi, tartışmasız, -yordu’dur. Bu -yordu ekini asıl olarak Cahit Sıtkı’yla beraber yaşadıklarını anlatırken tercih ediyor:

“Yalnızca iyi şiiri değil, usta şairi de sezmesini bilen Cahit, gene Cumhuriyet gazetesine, bir akşamüstü, zamanın kapalı yaka üniforması içinde, genç, narin bir subayı, İran basmalarından çıkma bir şehzade gibi getirip şair Fazıl Hüsnü diye tanıtıyor, dağlarca şiir yazacak bir eli, bana ilk defa Cahit sıktırıyordu.”

Ama kendisinin yer almadığı pek çok Cahit Sıtkı anekdotunda da -yordu’yu kullanıyor:

“Makalelerde incelenen şiirler, Semih Lütfi Kitabevi tarafından, Ömrümde Sükut adını taşıyan ince bir kitap halinde yayımlandı. Yıl, daha 1932 idi. Cahit ilk kitabını, o üç makaleyi yazana [Peyami Safa], “büyük dostum” hitabıyla ithaf ediyordu. Kitabın çıkmasında ‘büyük dost’un büyük yardımları dokunduğu muhakkaktı. Zira Cahit, telif ücreti almamışsa da baskı masrafını da ödememişti. Bu da o zamanlar için büyük şeydi. Yalnız kitabevi sahibi, şaire, Ömrümde Sükut’undan üç-beş taneden fazla vermemiş olacak ki, Cahit, arkadaşlarına hediye edeceği kitapları, satış fiyatı olan otuz kuruştan satın almak zorunda kalıyordu.”

-yordu yaşanmışlığı, tanıklığı verir, ama tabii bunlar için -yordu’ya mahkum olduğumuzu söylemek istemiyorum, Ziya Osman’ın nasıl kullandığını, bu zaman ekine neler yüklediğini göstermek istiyorum. Ziya Osman, -yordu’yla yazarak, Cahit Sıtkı’yla bağını, kendi o anda orada bulunmasa bile nasıl bir yakınlık, bağlılık, taşıdığını vurguluyor.

Ayrıca yazıklanma duygusunu da yüklüyor bu zaman ekine. Sait Faik’in -yor’unda arkadaşının ölümünü kabullenememe vardı, inançlı bir insan olan Saba’nın -yordu’su ise Tarancı’nın gidişini tevekkülle karşılıyıp bu kaybın acısını yükleniyor, yazısını o yükle yazıyor. O kadar ki, kendi şimdiki zamanını, bu yazıyı yazdığı anı da hüzne, kaybın acısına kurban ediyor:

“… Cahit, şimdi ara sıra o çapkınca bakışlarıyla, gözlerimin önünde; bana da gülümsüyordu…

Şimdi o aramızdan büsbütün ayrılmışken, bütün o geceler yanında bulunmayışıma da ben yanıyordum!”

Sanki sedece Cahit Sıtkı değil hayatı ardında bırakan, Ziya Osman da…

Aslında, bir zaman takısı birden çok zamanı anlatır, anlatabilir. Ahmet Benzer, Türkçede Zaman, Görünüş ve Kiplik kitabında bunu örnekleriyle gösteriyor. Birkaç dağınık örnek vereyim.

Geçmiş zaman için kullandığımız -di eki, pekala konuşulan anın bilgisini de verebilir:

“Elif geldi.”

-di ekini gelecek zaman için de kullanıyoruz. Söz gelişi uzaktan çağrılan biri, karşılık olarak:

“Vardım!” diye seslenir.

Şimdiki zamana işaret eden -yor ekini de geçmiş zaman için kullandığımız oluyor:

“Dün akşam Beyoğlu’nda yürüyorum, kimi görsem beğenirsin.”

Geniş zamanı belirten -ar/ır ekini gelecek zaman için de kullanırız:

“Annemler yarın gelir.”

Şimdi Çetin Altan’ın Al İşte İstanbul’undan şu paragrafa bakalım:

“Surları izliye izliye Edirnekapı’dan Ayvansaray’a doğru iniyoruz. Sağ tarafta yarısından çoğunu kurtların yediği çürük bir kayısı gibi ortasından ayrılmış mezarlık kalıntıları. Yere yatmış taşlar, çarpılmış taşlar, kırılmış taşlar. Onların arasından geçen yoldan Eğrikapı’ya döndük. Eğrikapı’nın adı Bizanslılar zamanında Karrios Kapısı’ydı. Sonradan buraya yapılan Hazreti Hafız’ın türbesi kapının bir kısmını kapadığı için adına Eğrikapı dendi. Kapının dibindeki mezarlık duvarına dayanmış, siyah çarşaflı yaşlı bir kadın dileniyordu. Bulunduğu yerin tapusunu çıkarmışçasına profesyonel bir edası var. Fotoğraf objektiflerinin üstüne döndüğünü görünce öfkelendi. Peçesiyle yüzünü örtüp kollarının arasına gömüldü.“

-yor ekiyle kurulmuş ilk cümle bizi de yazarın şimdiki zamanına sokuyor. Yetti. Hep -yor’la devam etmesi gerekmiyor artık. Dördüncü cümle -di ekiyle (di’li geçmiş zaman?!) kurulmuş, ama aslında eylem anını (şimdiki zamanı) işaret ediyor. “Eğrikapı dendi” diye biten cümle ise geçmiş zamanı belirten -di ekiyle kurulmuş olsa da, aslında, geniş zaman; o zamandan beri buraya Eğrikapı denir, deniyor…

Bütün bu paragraf gayet rahatlıkla -yor ekiyle yazılabilirdi, yadırganmazdı. Ama öyle yazı ancak acemi yazarların kaleminden çıkar ve öyle yazıyı ancak berbat yazılarla zehirlenmiş okurlar yadırgamaz. Bu paragrafı bir de hep -yor’lu cümlelerle okuyalım da ne kadar tekdüze, sıkıcı, yorucu olduğunu görelim:

“Surları izliye izliye Edirnekapı’dan Ayvansaray’a doğru iniyoruz. Sağ tarafta yarısından çoğunu kurtların yediği çürük bir kayısı gibi ortasından ayrılmış mezarlık kalıntıları uzanıyor. Yere yatmış taşlar, çarpılmış taşlar, kırılmış taşlar. Onların arasından geçen yoldan Eğrikapı’ya dönüyoruz. Eğrikapı’nın adı Bizanslılar zamanında Karrios Kapısı’ydı. Sonradan buraya yapılan Hazreti Hafız’ın türbesi kapının bir kısmını kapadığı için adına Eğrikapı deniyor. Kapının dibindeki mezarlık duvarına dayanmış, siyah çarşaflı yaşlı bir kadın dileniyor. Bulunduğu yerin tapusunu çıkarmışçasına profesyonel bir edası var. Fotoğraf objektiflerinin üstüne döndüğünü görünce öfkeleniyor. Peçesiyle yüzünü örtüp kollarının arasına gömülüyor.”

Va-Nu da Bu Dünyadan Nazım Geçti’de, 1921’de Nazım Hikmet’le İnebolu’dan Ankara’ya gitmek için çıktıkları yolculuğu anlatırken ilk günün ızdırabını şöyle özetliyor:

“İnebolu’dan çıkışta ilk gün boyuna yokuş tırmandığımız için, yorgunluğumuz son aşamaya vardı. Sekiz saatte otuz kilometre aldığımızı hatırlıyorum. Dağları kaplayan ormanlar arasından geçmiştik. Biz yükseldikçe karın kalınlığı artıyordu. Menzil gelmedi, gelmedi. Meşhurdur ki Anadolu’da: ‘Köy nerede?’ dersiniz. Köylü dayı sakalı ile işaret eder: ‘Nah şurada.’ Yarım saat, bir saat gidersiniz. Hala görünürde bir şey yok. Tekrar sorarsınız, yine bir sakal işareti. Bizim genç katırcı da çene işaretleriyle bizi oyalıyordu.”

Onbir cümlelik paragrafta beş ayrı zaman takısı!

İyi ama Türkçede yazılmış en iyi röportajlardan birine, “Kaçakçılar Arasında 25 Gün”e Yaşar Kemal şöyle başlıyor:

“Tam beş gündür, sabahtan akşama kadar, bu kahvede oturuyorum.”

Böyle kalsa iyi, 60 sayfalık metin hep -yor’la devam ediyor. Yaşar Kemal, 1951’de, bu röportajı yazmak için Antep’e gitmişti, kaçakçı kisvesine bürünüp aralarına karışmaya çalışıyordu. Becerdi. Onlarla beraber kaçağa da çıktı üstelik. Bu macerayı yaşayıp bitirdikten sonra hikayesini yazdı, ama hiç bilmediği bir hayatın içine girip yol alırken, bizi de bu heyecanlı hikayeye ortak etmek için sanki yaşarken anlatıyormuş gibi yazdı. Biz de onunla beraber atıldık bu serüvene böylece. Gün gün, saat saat yanındaydık; -yor okuru yanında tutma sürekliliğini sağlıyordu. Röportajın sonuna doğru, kendisinin de ilk kez kaçağa çıktığı bölümü ise artık an be an anlatıyor:

“Atlar uçuyor. Karanlık gece ve yıldızlar… Yıldızlar savruluyor… Yumuşak toprak… Korku… Bu anda korku siliniyor yürekten… adam ölümü aklına bile getirmiyor. Yalnız bir merak: Ne olacak acaba?

Atlar karanlığa bulaşmış, atlar karanlığı sürüklüyorlar.

Birden oldu olacak…

Kurşun sağanağı… Daha önce at ürkmüştü de ben anlayamamıştım. Ben farkında olmadan at kendiliğinden sapıyor pusuyu… pusu… Kurtuldum pusudan… Kurşun kaynıyor. Gece, bir kızıl ateştir… makinalılar homurdanıyor. Atın karnı yere değecek gibi… öyle hızlı… Hüseyin nerede kaldı acep? Hüseyin… Daha bir “anam” diyen olmadı. Demek ki kimse vurulmadı şimdilik.

(…)

Pusu geçiliyor. Tam kulağımın dibinden bir kurşun daha… yeni bir pusu mu? At, şaha kalkıyor. Kurşun, kurşun… Ölüm kokuyor… burnuma… anam, hakkını helal et, anam!

(…) Nereden çıkmalı. Teslim… Yarılmaz bu ateş çemberi… açık yer bırakmamışlar… kurşunu kesip, atı dolduruyorum. Ne olur olur.

At yaydan çıkmış gibi, kulağımın dibinde kurşunlar… Arkadaşlar… Arkadaşlar nerede?

Arkamda bir yangın kalıyor. Bir demir sesi… nala çarpan bir demir sesi… burası hududu ayıran demiryoludur. At, demiryolunun üstünden karşıya süzülüyor. Arkadaki yangın… ve çatırtı hala devamda… biz kurtardık yakayı… ya arkadaşlar? İyi biliyorum ki Suriye çölündeyim. Şimdi de Suriye askerleri… ter içine batmışım. Cayır cayır yanıyorum. Sürüyorum atı, başını bırakmışım atın, sürüyorum içerilere. Bir sağa, bir sola… nereye gitmeli?

Kuşkusuz başka anlatım ustalıkları da var burada: endişeyle, korkuyla, telaşla uçuşan düşünceleri karşılayan kesik kesik, kimi zaman tamamlanmamış, kimi zaman tamamlansa bile bir sonrakine yamanmış cümleler; kalemi fırça gibi kullanıp önümüze koyduğu resim, ne önümüze koyması, bizi içine attığı resim; yapmacık ve fazlalık taşımayan ifadeler… Ama işte bütün bunlarla beraber -yor’un terkisine okuru da oturtup koşturuyor, artık at mıyız, süvari miyiz karışıyor, “ter içine batmışız”.

Sonu gelmeyen -yor’larla yazılmış bu röportajın okuru yormamasının başka bir nedeni de var tabii. Bu uzun hikaye sayısız diyalogla, bu diyaloglar içinde başka zaman takılarına sahip alt anlatımlarla bezeli. Röportajın eksenini oluşturan -yor’lu anlatım işte bütün bu katman katman hikayeye sarsılmaz bir bütünlük sağlıyor.

Anlattığınız hikayeye, duruma uygun zaman takısı/kip değişimleri yazıya dinamizm getirir, kıvraklık kazandırır, genellikle düşünüldüğünün aksine akıcılık sağlar. Yazı avadanlığımızdaki araç gereçlerden zaman ekleri durağan şeyler değildir.

Kategori:Agora, Vitrin-mobil

Tüm yazılar: Mustafa Dağıstanlı

SON HABERLER

Putin İstanbul'a gelmiyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yarın (15 Mayıs) İstanbul’daki barış müzakerelerine katılmayacak.

Türkiye Kupası Galatasaray'ın

Ziraat Türkiye Kupası finalinde Trabzonspor’u 3-0 yenen Galatasaray kupanın sahibi oldu. 

ABD, Türkiye'ye 305 milyon dolarlık füze satacak

ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye toplam 305 milyon dolarlık füze satışına onay verildiğini açıkladı.

İlk kez bir hastalığın toplam yükü çıkarıldı: RSV'nin maliyeti 24 milyar lira 

Türkiye’de ilk kez bir hastalığın toplam ekonomik yükü çıkarıldı. Özellikle bebeklerde ağır seyredebilen ve ölümlere yol açabilen respiratuar sinsityal virüsün (RSV) ülkeye toplam maliyeti yaklaşık 24,2 milyar lira. 

İstanbul'da suya yüzde 10 zam

İstanbul’da suya her ay yapılan Tüketici Fiyat Endeksi’yle (TÜFE) Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) oranındaki zam haricinde yüzde 10 zam geldi.

Elon Musk, Twitter'ın logosunu değiştiriyor: Kuşlara elveda
Çocuk intiharları son iki yılda yüzde 40 arttı

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 752 gündür hapiste

YAZARLAR

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

Yeşil zeytini neden yemedin Sait?

Ayhan Tinin

Editör eksikliği fazlalık yaratır

Mustafa Dağıstanlı

Anne dediğin başlangıçtır

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Dilsiz bir ülkenin çığlığı

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Sırrı Süreyya Önder'in 'Cumhuriyet' eleştirisi üzerine…

Murat Sevinç

Silmek isteseler de silemezler

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

GÜNÜN 11’İ

Pınar Erişen: İnsanları 'elitist ve seçkinci' diye aşağılamak geri kalmış toplumların ortak hatası

Esfender Korkmaz: Hükümetin sıcak para sevdası geçmezse, ekonomik istikrar hiçbir zaman gelmeyecek

Mustafa Yalçıner: Ortadoğu'ya gezisine rağmen Türkiye'ye gelmiyor ve dışişleri bakanını yolluyor

Fatih Yaşlı: Lozan'la derdi olan diğer aktör Türkiye İslamcılığıdır

Alaattin Aktaş: Merkez Bankası'nın on günde 15 milyar net kayba uğradığını söylemek yanlış olmaz

Yusuf Ziya Cömert: Öcalan DEM'in başına mı geçecek?

Zeynep Aktaş: Altın ve döviz bazlı fonlar portföy dengesi sağlıyor

Recep Genel: Avrupa'da en çok gayrimenkul alan milletler arasında Türkler ön sıralarda

Çiğdem Toker: Şu ana kadar 'terörsüz Türkiye' kavramının demokratik değerleri içerdiğine dair bir emare göremedik

Elif Çakır: Hakikaten de Bahçeli sözünün eri çıktı

Öztin Akgüç: Yabancı sermayenin yararından çok sakıncaları

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×