MURAT SEVİNÇ
İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
Yıllar önce Anayasa Mahkemesi (AYM), özellikle parti kapatma davalarında bir klişeyi olur olmaz sarf etmeyi çok severdi: “Devlet tektir, ülke tümdür, ulus birdir.” Yaşını başını almış anayasa hocalarımız kendi aralarındaki sohbetlerde bunlara ‘düm-te-ka’ kararlar derdi!
Bir de malum, milliyetçilerin ‘dost ve kardeş ülke’ Azerbaycan için kullanmayı sevdiği ‘tek millet, iki devlet’ tanımı vardır. Geçen hafta İlham Aliyev’in tebaasına yönelik serzenişi gündeme geldi. Ermenistan’la savaş isteyen, meydanlarda bağırıp çağıran on binlerce uyruğuna sitem etmiş Azerilerin reisi! Demiş ki: “Kaç kişinin gönüllü olarak yazıldığını sordum ve ‘Yaklaşık 150 kişi’ cevabını aldım. Onlardan 60’ı zaten çatışmaların yaşandığı Tovuz’dan. Ama… Binlerce kişi toplanmıştı.” Meğer Azeri tosuncuklar miting meydanında “Savaş savaş’ diye bağırıp ortadan kaybolmuş. Bu haberi okuyunca, Azerbaycan halkıyla ‘tek millet’ olma ihtimali bana da hayli ikna edici göründü!
İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
Özellikle ‘milletin’ tekliği ilkesi, Türk ulus devletinin alâmetiydi. İmparatorluktan arta kalanları bir arada tutabilmek için ‘keşfedilen’ ve ‘tutunulan’ Türk kimliğini kabul ettirebilmenin yolu, yöntemi. 1924’te idari olarak üniter yapıyı, yurttaş tipi olarak ise sınırlarını ‘Diyanet’in çizeceği Sünniliği benimsemiş Türklerden oluşan (oluşması amaçlanan!) yeni devletin ‘kuruluş’ tercihi.
Dolayısıyla ‘tek millet’ ile kastedilen, farklılıkları kabul görmüş, özgür ve mutlu yurttaşların ‘birliği’ değildi ve geçen zaman zarfında da olamadı ne yazık ki. Belli bir yaşın üzerindeki okurun kolaylıkla hatırlayacağı gibi: “Ne mozaiği ulan, mermer mermer!” Hal böyleyken ‘tek millet’ sloganına her zaman üstü açık ya da kapalı bir ‘ulan’ eşlik etti. Tek millet ülküsü başka türlü sürdürülemezdi ve bu denli karmaşık bir coğrafyaya üniforma giydirebilmek için hem eğitim, hukuk, kültür gibi muhtelif alanlarda ‘bir örneklik’ sağlamaya, hem de kendisine şu ya da bu gerekçeyle gönül vermiş, adanmış insanlara, o insanların elindeki sopaya ihtiyaç vardı. Halen var!
Tarihimizde ‘sopasız’ dönem pek yok gibi. Asıl sahibi olan asalak burjuvazi, sopasını farklı isimlere emanet etti çok partili yaşamda da. 1977’deki küçük arızayı ise hızla onarmasını bildi! Sermaye, o sermeyenin sopasını sallayan siyasetçi, siyasetçinin gözde yazarı, çizeri, basını hep var oldu.
2002’de siyasal İslamcılar, sınıf desteği bakımından benzeri nadir görülür bir ‘ulusal’ ve ‘uluslararası’ tezahüratla iktidar oldu. İlk kez ‘laik’ Cumhuriyet düzeninin ‘anti-tezi’ bir siyasal ideoloji başa geçti. O anti-tezin toplumdaki karşılığının hiç de zayıf olmadığı görüldü yıllar içinde. Laik Cumhuriyet yönetimlerinin halının altına süpürdükleri orada yaşamayı sürdürüyordu nihayetinde.
Antisemit Necip Fazıl’ın şiir ve konferanslarıyla yetişmiş hınç dolu kadrolar, yıllar içinde çok çeşitli gruplarla ittifak kurup sonunda, üzerlerinde eğreti duran demokrasi gömleğini de çıkararak, varlığını ancak ‘normu’ dahi umursamayan saf bir Türk-İslamcılık ile sürdürebileceğine karar kıldı. Sonuç ortada…
İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
Bu ‘sonucun’ ya da gelinen yerin, ezcümle ‘yeni rejimin’ gereksinim duyduğu ‘yandaş’ tipi, geçmişten farklılıklar barındırıyor. Eski rejim, ‘batılı’ hukuk, sanat, dil, insan ve kurumlara gönül vermiş bir yönetici tipi ile okumuşlar tabakası yaratmıştı. Yeni Türkiye inşasını nicedir ilan etmiş olan hâlihazırdaki iktidar ise varlığını sürdürebilmek için, öncekine fazlaca benzemeyen bir ‘tek tip karaktere’ mecbur ve o ‘tip’ dışında hiç kimseye, en ufak bir kişilik emaresine tahammül göstermesi mümkün değil.
Yeni rejimin Şevket Süreyya ve Yakup Kadri’si değil, Yeni Şafak yazarları var. Cumhuriyet’i ve Hürriyet’i değil, Akit’i var. Safiye Ayla’sı ve Müzeyyen Senar’ı değil, Demet Akalın’ı var. Vehbi Koç’u değil, Mehmet Cengiz’i var. Gırgır’ı değil, Misvak’ı var. Tarık Zafer Tunaya ve Mümtaz Soysal’ı değil, Burhan Kuzu’su var. Falih Rıfkı Atay’ı değil, Selvi’si var…
Şimdinin makbul ‘karakteri’ eskisinden farklı olarak bir ‘idealle’ kurduğu büyük ölçüde mantıkî ya da duygusal bağlarla hareket etmiyor. Düşüncelerinden ve hatta duygularından arındığı, benliğinden vazgeçtiği ölçüde makbul/işlevsel. Şu anda iktidar ana çekirdeğinin çevresinde yer alanların herhangi bir konuda ‘kendi düşüncesi’ var mı? İradesi? Mutlak teslimiyet sergilemeyen hiç kimseyle sürdürülemeyecek bir yönetim tercihi bu ve söz konusu nitelik, aynı zamanda ve kaçınılmaz biçimde iktidarın kaderini de tayin ediyor.
İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
Bakın tüm bakanlar ve AKP’li siyasetçiler, yaptıkları açıklamalarda Erdoğan’ın adını anmak zorundalar. İzni ve desteği olmadan evlerinin yolunu bulamayacak haldeler. Yokluktan entelektüel muamelesi yapılan bir yandaş yazar, kapatılan Şehir Üniversitesi hakkında twit atmış, kendi kampından tepki gelince özür dileyerek silip yeni bir twit daha yazmış. Sonra onu da silmiş ve bu türün genellikle yaptığı gibi, ‘Allah’tan başkasından korku duymadığını’ belirtmiş! Rejimin muhtaç olduğu ‘karaktere’ nefis bir örnek.
Birkaç yıl önce de bir TRT çalışanı, yıllar öncesinde kaleme aldığı bir kitaptaki bazı ifadeler gündeme gelip de tepki çekince, telaşlanıp o tarihte doğru şeyler yazmadığını itiraf etmişti! Ha keza, Türk Tarih Kurumu başkanının durumu. Nasıl özür dileyeceğini bilemediği gibi, Erdoğan isterse istifa edeceğini ilan etti. Zaten başka türlü ayrılamazdı makamdan. ‘Demokratik devletin sağlam bürokrasisinin sıradan bürokratı’ gibi davranamaz. Nitekim beklenen talimat geldi! Basın tek manşet atıyor, TV’ler tek program yapıyor…
Sayısız örnek vermek mümkün. Asgari ‘irade’ sahibi oldukları, küçük de olsa bir ‘şahsiyet’ emaresi sergiledikleri an, bulundukları makamı, gücü, geliri kaybederler. Sorgusuz sualsiz adanmak zorundalar. Onların da yeni rejimin de başka çaresi yok. Bu yüzden, bir iki istisnai isim dışında, partiden ayrıldıkları ya da atıldıklarında artık posaları çıkmış olduğundan sözleri de pek itibar görmüyor. Herhalde siyasetçi karikatürü olarak ancak bir süre daha meşgul edecekler sahneyi.
İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
Ezcümle, artık yeni rejimin beklentisi olan tüm benliğiyle adanmış ‘tek karakter’ ile karşı karşıyayız. İstanbul Sözleşmesi hakkında bir fikri yok örneğin bu karakterin. Metni okumuşluğu da. Bazı sarıklı cüppeliler ve başta Perinçek olmak üzere müttefikleri karşı çıktığı için karşı olması gerektiği inancında. (Haberdar olan dindar kadınlar da Sözleşme’yi savunuyor zaten.) Sözleşme’nin ‘eşcinselliği’ özendirdiği propagandasını yapan ve her şey bir yana ‘eşcinsellerin, eşcinselliğe özendiği için eşcinsel olduğunu düşünen’ zekâ düzeyini ise bir yana bırakıyorum tabii.
Aynı karakter, herhangi bir zeminde gördüğü gökkuşağı renklerinden de rahatsızlık duyuyor. Daha doğrusu velinimet gördüğüne lâyık olabilmek için, renklerin bir araya gelişinden rahatsız olunması gerektiğine inanıyor. Tekrar: Bir ‘ilkeye,’ ‘kanaate’ ve ‘özsaygıya’ sahip değil.
Rejimin muhtaç olduğu ‘tek karakter,’ bir ‘fert’ değil. Ağzından çıkanın, rejimin o anki tercihini yansıtması dışında hiçbir önemi yok. ‘Düşüncelerini’ açıklayan yetişkin insanlar görmüyoruz. Tek bir sesin daha da çok yankılanmasını sağlamaya çalışan, zihinsel ve duygusal bakımlardan ergenliği atlatamamış bir karakter.
Şimdi o ‘karakter’ internetle ilgili düzenleme yapma, yapılanı canhıraş savunma peşinde. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen acayipliği savunduğu gibi. Erdoğan bir başka sistemde karar kılarsa, onu da ölesiye savunacağı gibi.
Gündemdeki sosyal medyaya ilişkin düzenleme TBMM’de elbette kabul edilecek. Gel gör ki artık aklı başında hiç kimsenin ciddiye almadığı bir yöntemde ısrar ediyor iktidar: Anti-demokratik bir heves söz konusu olduğunda mutlaka ‘Batı’dan bir örnek bulmaya çalışıyor. Barolarda da aynı şeyi yaptılar. Ya bulamıyorlar, ya da yalnızca bir sistem açısından anlamlı olabilecek uygulamayı ‘çarpıtarak’ aktarıyorlar. Yaman Akdeniz’in Birgün’de yayınlanan düşüncelerini okumak isterseniz, buyurun. Ezcümle, hiç hazzetmedikleri batı, mecbur kaldıklarında başvurdukları bir medeniyet oluveriyor.
Zamanında, İslamcı (ve diğer bazı) partiler hakkında kapatma davaları açıldığında, Yargıtay başsavcılarının iddianamelerinde bir iki ‘Batılı’ ülkeden örnek yer alırdı. Onların da parti kapattıklarını anlatabilmek için. Özellikle, “Almanya’da da partiler kapatılıyor” derlerdi. Doğru olmasına doğruydu da, Almanya’da yalnızca iki parti kapatıldığını ve son kapatma kararının 1956 tarihli olduğunu söylemeyi ihmal ederlerdi! Görünen o ki, eski ve yeni rejimin fedaileri arasındaki benzerliklerden biri bu: İkisi de âleme aptal muamelesi yapmakta son derece hevesli…
Günümüzde büyük ölçüde bir siyasal hareketin ‘seçmenine’ indirgenmiş, haliyle devletin kuruluş aşamasındaki işlevinden ‘dahi’ soyutlanmış ‘tek millet’ idealinin bugün vardığı yerde, yeni rejimin ‘tek karakter’ tercihinin bir süre daha laik/seküler Cumhuriyet’i tepetaklak edecek önerilerin ve heveslerin peşinden koşacağını tahmin etmek güç değil. Üstelik artık, onlarca yıl öncesinin asgari hukuksal güvencesi ve hukuk karşısında ‘eşit’ muamele görme/yapma, yapılmıyorsa da öyle görünme ısrarı söz konusu değil.
Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürüldüğü, halen yürürlükte olan anayasa gereği Cumhuriyet’in birliğini temsil eden siyasetçinin açılışta Kuran okuduğu, bir kamu görevlisi olan Diyanet İşleri başkanının elinde kılıçla minbere çıktığı gün, İzmir ve Anıtkabir’de ‘Lozan’ anmaları çeşitli gerekçelerle yasaklandı. Daha ne desinler, ne yapsınlar, niyetlerini nasıl anlatsınlar…
‘Nihayetinde başaramayacak olma ihtimalleri’ ile ‘çok şey yaptıkları/yapmaya devam edebilecekleri’ gerçeğini birbirinden ayırmak gerekiyor. Aksi halde, Aziz Nesin’in “Du bakali n’olecak?” adlı hikâyesindeki zavallıya dönüşmek işten değil!
İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
İstanbul Sözleşmesi: Göz atmak isteyenler için buraya bırakıyorum.