LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
Tayyip Erdoğan siyasette kendisini destekleyenlerin ona yakıştırdığı ‘milletin adamı’ sıfatıyla yola çıkmıştı.
Taraftarlarının Erdoğan’a yüklediği misyon Erdoğan’ın politikalarının, üslubunun, yaklaşımının da belirleyici faktörüydü.
Yani kendisine yüklenen ‘milletin adamı’ misyonuna göre hareket edip buna halel getirecek her türlü politikadan, davranıştan özenle kaçınıyordu.
Çünkü dönemin mevcut güç odaklarına karşı verdiği iktidar mücadelesinde halktan aldığı destek onun için çok önemliydi.
İtirazları, eleştirileri görmezden gelmiyor, genel olarak toplumu özel olarak da kendi tabanını fazla rahatsız edecek politikalardan kaçınıyordu.
Çevresindekilerden tek bir kişinin bile ayrılıp gitmesine gönlü razı olmuyordu.
Mesela AK Parti’den ilk istifa edenlerden Abdüllatif Şener istifa kararı aldığında Şener’i bu istifasından döndürmek için bir hayli uğraşmıştı.
Çünkü partiye, onun politikalarına gönül veren, destek olan, onunla yol arkadaşlığı yapan her birey onun için çok önemliydi.
Son zamanlarda Erdoğan’ın tavrında, politikalarında ciddi değişiklik var.
Erdoğan uzun zamandır muhalif kesimden gelen eleştirilere, itirazlara kulak asmıyordu, bu bilinen bir durum.
Fakat son zamanlarda artık kendi tabanının eleştirilerine de kulak tıkıyor, onların hassasiyetlerini de görmezden geliyor.
Yerel seçimlerde ağır bir hezimet yaşandığı, partisinden istifaların olduğu, itirazların yüksek sesle dile getirildiği, insanların giderek daha fazla homurdanmaya başladığı bir dönemde bile itiraz edilen, rahatsız olunan konularda en küçük politika değişikliğine gitmiyor, küçük bir geri adım atmıyor.
Mesela ülkede yoksulluk dalga dalga yayılırken tabanda ciddi anlamda rahatsızlık yaratan, iktidarın kapıldığı lüks ve şatafat düşkünlüğünden milim geri adım atmıyor.
Diğer taraftan parti tabanında en yüksek eleştiri damada yönelikken, bu konuda da kulaklarını tıkayıp bildiğini okumaya devam ediyor.
Veya tabanda Pelikan denilen iktidar adına tetikçilik yapan grubun yaptıklarına yönelik hoşnutsuzluk doruğa çıkmışken, bu gruba mensup insanları koruyup kollamaya devam ediyor.
Dahası Egemen Bağış’ı Prag’a büyükelçi yapması.
Egemen Bağış… AK Partililerin bile zerre kadar sempati beslemediği, parti toplantılarında dahi görmek istemediği birini bunca itiraza rağmen büyükelçi yapması…
Mesele sadece yolsuzluk hassasiyeti de değil, “Bakar makara” diyerek kutsal kitabımızla alay eden Bağış’a yönelik tabanda oluşan dini hassasiyeti bile hiçe sayıyor.
Tabanı küstürmek, üzmek, partiden kopuşları hızlandırmak pahasına böyle bir adım atmaktan zerre kadar çekinmiyor.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki yukarda da dediğim gibi Erdoğan artık kendi tabanının bile hassasiyetlerini, eleştirilerini, itirazlarını duymuyor, görmüyor, dikkate değer bulmuyor.
Partisindeki istifaları umursamıyor.
Peki niçin?
Kişisel kanaatime göre Erdoğan artık siyasette yeni bir evreye geçti.
Kendini devlet görme evresi. Fransa Kralı 14. Louis’in, önerdiği vergileri “Devletin hassasiyetleri” diyerek onaylamayan parlamentoya yönelik söylediği iddia edilen “Devlet benim” evresi.
Geçmişte il-ilçe teşkilatlarına önem verirken sırtını onlara dayarken, şimdilerde dayandığı tek güç devletteki kendi atadığı kendi gibi düşünen, kendi gibi inanan, ona itaati esas alan kadrolar.
Partili il başkanlarının ilçe başkanlarının yerini valiler kaymakamlar aldılar.
Üniversiteler, okullar, yargı, yerel idareler… Bütün bürokrasi mülakat oyunlarıyla Erdoğan’a itaati esas alan eski AK Partili teşkilat mensuplarıyla dolduruldu.
Devlet parti devletine dönüşürken parti de devlet partisi oldu.
Nihayetinde “Milletin adamı” diye yola çıkan Erdoğan ‘devletin adamı’ oldu, daha doğrusu devlet oldu.
Erdoğan için artık millet yok devlet var.
Bu nedenle milletin ne düşündüğü, neye itiraz ettiği, neyden hoşlanıp neye kızdığının da bir önemi yok.
Erdoğan için artık parti teşkilatı yok, bürokratik teşkilat var.
Topluma yapacağı hizmeti anlatan, ulaştıran bir anlamda o lider için çalışan yüz binlerce kişiden oluşan bir yapı bu.
İstediğini görevden alabilir, istediği kişiyi istediği göreve atayabilir, bu konuda kimsenin görüşünün, itirazının zerre kadar önemi yok.
Kendi tabanındaki insanlar yoksullukla boğuşurken kendisi istediği gibi lüks ve şatafat içinde yaşar, ülkede yoksulluk dalga dalga yayılırken yardımcılarına 80 milyon liraya makam aracı almakta bir beis görmez.
Çünkü esas olan tek bir kişiye göre şekillendirilen devlettir halk değil.
Artık ona inanan, onu destekleyen, onunla beraber yol yürüyen aydınlar, gazeteciler, yazarlar yok, kadrolu tetikçiler var.
Kimsenin övgüsüne de yergisine de kıymet vermeyen, en doğrunun ne olduğunu kendi bilen ve bu doğrularını da devletteki ona inanan kadrolarıyla uygulayacağını, bunun da yeterli olacağını düşünen bir lider var.
Onun yaptıklarını sorgulayan, itiraz eden parti teşkilatı yok, onun her dediğini emir telakki eden, onun gibi düşünen atanmış on binlerce kişiden oluşan bürokratik kadro var.
Bir anlamda ülke Irak ve Suriye’dekine benzer bir Baas rejimine de geçmiş oldu.
Lider var, o lider etrafında itaate dayalı örgütlenmiş bir devlet ve o devletin izin verdiği kadar konuşabilen, fikir beyan eden ama bunun dışında olup bitene karışmayan bir halk var.
Toplumun sözcüsü olan, halkın taleplerini, itirazlarını, eleştirilerini konu eden medya yok, devletin yani o liderin çıkarını koruyan devlet medyası var.
Evet, Erdoğan’ın dahası ülkedeki siyasetin yeni evresi bu.
Tarihteki bütün otoriter liderlerin kaçınılmaz olarak vardığı evre bu.
Bir anlamda sondan bir önceki evre.
Kendi tabanının bile hassasiyetlerini, itirazlarını dikkate almayıp kendi görüşünü, yaklaşımını, tek doğru zannedip sırtını, oluşturduğu bu yeni devlete dayayarak varlığını sürdüreceğini düşünen Erdoğan’ın gözden kaçırdığı bir mesele var.
Türkiye 16. yüzyılda “Devlet benim” diyen Kral Louis’in Fransa’sı değil.
Günümüz toplum yapısı ile 16. yüzyıl toplum yapısı, dünyası aynı değil.
Kaldı ki Türkiye, parti devletine dönüşen 70’li, 80’li yılların Irak’ı Suriye’si de değil.
Teknoloji gelişti, iletişim araçları çeşitlendi, dünya değişti, toplum farklılaştı.
21. yüzyılda ‘devlet benim, ben ne dersem o olur’ anlayışı ile ülke yönetmeye çalışmak ‘halk zaten cahil onlar için neyin doğru, yararlı olduğunu en iyi ben bilirim’ anlayışı ile toplumun hassasiyetlerine, itirazlarına, eleştirilerine kulak tıkamak o siyasetçinin sona yaklaştığının en bariz göstergelerinden biridir.
Burada asıl mesele o liderin iktidarının sonu gelirken kişiselleşmiş devlet kendini bu sondan nasıl kurtaracağı meselesidir.