GİZEM SEHER
@gizem_seher_
Gazeteci Tuğba Tekerek, sekiz yıl süren araştırmasını ‘Taşra Üniversiteleri: Ak Parti’nin Arka Kampüsü’ adıyla kitaplaştırırken, akademi dünyasına da yepyeni bir kavram kazandırdı: ‘Outlet üniversite’. Dün ilk bölümünü yayımladığımız söyleşi bugün de devam ediyor.

Kitabınızda ele aldığınız konulardan biri de Yalova Üniversitesi’ndeki Gülen yapılanması. Bu yapılanma üniversite eğitimini nasıl etkiledi?
Yalova Üniversitesi’ndeki Gülen yapılanmasını dava üzerinden takip ettim ve bu dava normalde görünmez olan kadrolaşmaların ortaya çıkması açısından son derece önemliydi. Örneğin, üniversitede Tıp Fakültesi olmayan dönemde Meslek Yüksekokulu’nun yaşlı bakım programından ya da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden profesörlük unvanı alan doktorlar olmuş. Bu süreçler kitabına uydurularak yapıldığı için Gülen yapılanması davası olmasa ortaya hiç çıkmayacaktı belki de. Ayrıca bu davayı takip ederken Gülen yapılanmasının üniversitelere nasıl sızdığını da gözlemlemiş oldum ki bugün de kadro alımları benzer şekilde liyakati dikkate almadan yapılıyor.
Üniversiteleri ziyaret ettiğiniz sırada sivil polislerle de karşılaştığınızı anlatıyorsunuz…
Ben sivil polisin benim üzerimdeki takibini net olarak gördüm ki öğrenciler de gözetlendikleri ve baskı altında oldukları bir ortamdan bahsediyorlar. Örneğin, Bingöl Üniversitesi’nde ‘uluslararası‘ denilen ancak sadece üç Müslüman ülkeden araştırmacının geldiği ve simültane çeviri olmayan sadece yabancı katılımcıların çalışmaların kısa bir çevirisinin okunduğu bir sempozyuma katılmıştım. Bir sempozyum düzenleniyorsa dışarıdan da katılım mümkün olmalı ancak bu üniversitelerde kontrol çok önemli. Sivil polislerin ve güvenlik görevlilerinin her şeyi kontrol altında tutmaya çalıştığı ve kontrolleri altında olmayan bir şeyi tehlike olarak görüp hemen etrafını sardıkları, “Siz kimsiniz, kimin için çalışıyorsunuz?” sorularını sordukları bir ortam var. Sadece sohbet ettiklerini söyleyerek bana sorular sormuşlardı, ben de aynı şekilde “Buradaki Kürt öğrenciler ne yapıyor?” gibi sorularla onları konuşturmaya çalışmıştım. Yalova Üniversitesi’nde kütüphaneyi kullandığım sırada da dışarıdan olduğum fark edildiğinde takip edilmiştim. Benzer örnekleri üniversitedeki muhalif öğrenciler de anlatmıştı. Örneğin, bir öğrenci okuldan çıktığında sivil polis onu takip ederek ismiyle sesleniyor. Böylece “Seni takip ediyoruz” mesajı veriliyor.
Üniversite yurdunda Kuran kursu hocası
Peki, bu üniversitelerde nasıl bir kampüs yaşamı var? Verdiğiniz çarpıcı örneklerden biri yurtlardaki ‘manevi rehberler.’ Kimdir bu rehberler ve yurtlarda nasıl bir işlevleri var?
Üniversite yurtlarının her birinde en az bir manevi rehber var ve bu rehberler öğrencilerin psikolojik, ailevi ya da akademik sorunlarını çözmek için çalabilecekleri tek kapı konumunda. Manevi rehberler öğrenciler için bir anlamda abla, abi gibi sunuluyor ama aslında bu rehberler öğrencileri dine teşvik etmek üzere orada bulunan Diyanet görevlileri.
Kitaptaki manevi rehberlerle ilgili bölümü Diyanet TV’nin programlarını izleyerek yazdım. Örneğin, bir rehber bir öğrencinin başörtüsünü çıkarmak istediğini ve aylarca onunla konuşup ikna ederek bundan vazgeçirdiğini, din konusunda son derece sorumlu bir hale getirdiğini anlatıyordu. Manevi rehberlerin sabah namazına uyandırma timleri kurmak veya başörtüsü takmaya başlayan öğrenciler için kutlama yapmak gibi uygulamaları da var.

Bir başka rehber ise toplantılara katılmamaya karar veren bir öğrencinin peşini bırakmayıp mesajla, telefonla, odasına giderek ve bölümünün kapısında sabahtan akşama kadar bekleyerek takip ettiğini anlatıyor. İzlediğim manevi rehberlerden biri eski bir Kuran kursu hocasıydı ve kursa gençlerin gelmediğini anlatıyordu. Gençler Kuran kursuna gitmese de üniversite için gittikleri yurtta Kuran kursu hocasıyla karşılaşabiliyor.
Gözlemlerinize göre bu manevi rehberler öğrenciler üzerinde etkili oluyor mu?
Bazı öğrencileri etkiliyor ama çoğunlukla öğrencilerin bu uygulamalara yönelik ilgisi sınırlı. Bir yandan da yurttaki şehir gezileri, film gösterimleri gibi pek çok kültürel ve sosyal aktiviteyi manevi rehberler düzenliyor. Bu nedenle öğrencilerin yaşam alanında son derece egemen bir konumdalar, egemen olmaları için imkan sağlanıyor ancak öğrencilerin ilgisi hem yurtlarda hem da kampüs genelinde sınırlı.
Kitabınızın en ilgi çekici bölümlerinden biri de taşra üniversitelerindeki kadın öğrencilerle görüşmeleriniz. Bu üniversiteler taşradaki kadınlar için ne sağlayabiliyor?
Taşra illerine ve ilçelerine yayılan üniversiteler ve birimleri, üniversitelerde başörtü yasağının da kalkmasıyla daha önce üniversiteye gitmeyi hayal bile edemeyen yoksul ve muhafazakâr ailelerdeki genç kadınların üniversiteye erişmelerine imkân sağladı ve bu çok önemli bir imkân.
Örneğin, Ağrı’da konuştuğum bir kadın öğrenci üniversitesindeki eğitimden şikâyetçiydi ancak Erasmus programıyla Avrupa’ya gitmişti. Eğitim genelde niteliksiz olsa da öğrenciler bir hoca bulup ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyor. Kimisi iş bulup mesleklerini de yapabiliyor. Yine de bu üniversiteler büyük ölçüde erkek egemen kültürün yeniden üretildiği yerler. İlahiyat Fakültelerinde kadınlar ve erkekler ayrı okutuluyor, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nin kantininde kadınları ve erkekleri ayıran bir paravan bile vardı. Taşra üniversitelerindeki eğitim genç kadınların ufuklarını açıyor, ancak bu açılma çok sınırlı kalıyor.
Üniversite eğitiminin niteliksiz olması buraya gelen gençleri çok büyük bir hayal kırıklığına da uğratıyor, bu gençler mezun olduklarında ne yapıyorlar?
Örneğin Giresun Üniversitesi’nin ilçelerinden birinde tıbbi tanıtım yani ilaç pazarlama okumuş, sonra da babasının otomobil tamir atölyesinde çalışmaya devam eden bir gençle görüşmüştüm. Psikoloji mezunu bir genç garsonluk yaptığını anlatmıştı. Böyle örnekler var, ama acil tıp teknisyenliği okuyup KPSS ile atanmayı başarırsa mesleğini yapan ya da taşrada psikoloji okuyup yurtdışında yüksek lisansa giden örnekler de var. Çok karanlık bir tablo çizmek istemiyorum. Niteliksiz bir eğitim olsa da gençler tırnaklarıyla hayata tutunup bir şeyler yapmaya çalışıyor.

‘Asıl tehlike akademik özgürlüğün olmadığı bir modelin normalleşmesi’
Kitabı okuduğumuzda da sadece karanlık bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Hatta özellikle genç akademisyenlerin gelmesiyle yaşanan bir değişimden bahsediyorsunuz. Sekiz yıllık bir araştırma sürecinde bu üniversitelerde gördüğünüz değişimler nelerdi?
15 Temmuz öncesinde bu üniversitelerdeki kadrolar boşken cemaatler çok etkiliydi ve dini ortam çok yoğundu. Araştırma görevlilerinin odalarına tek tek gelinip cuma namazı için cemaatlerin camilerine çağrıldığı bir ortam vardı. Yıllar içinde öğretim üyesi yetiştirme programıyla gelen genç akademisyenler bazı bölümlerde kayda değer bir ağırlık oluşturdular. Ayrıca 15 Temmuz’dan sonra AKP ipleri daha çok eline aldı ve cemaatler bu kadar rahat at koşturamaz oldu. Bu nedenle kısmen iyileşen bir tablo olduğunu söylemek mümkün. Örneğin, daha önce akademisyenlerin takım elbise giymesini isteyen rektörler vardı ama şimdi kapri pantolonla üniversiteye giden genç akademisyenler var.
Yine de bu üniversiteler hala özerk değil. Genç bir akademisyen iyi bir eğitim almış olsa ve mesleğini hakkıyla yapmak istese de örneğin derste ailenin ne olduğu konusunu istediği gibi anlatamadığını söylüyor. Eskiden ‘Çocuksuz aile olur mu, bir eşcinsel çift ve çocukları bir aile midir’ diye öğrencilere sorup beraber serbest düşünme egzersizi yaptırabilirken bugün bir öğrencinin Cimer’e ya da bölüm başkanına şikâyet etme ihtimali nedeniyle bunu yapamadığını anlatıyor.
Bu üniversiteler hiyerarşinin çok yoğun olduğu yerler ve dekanla aranın bozulmaması gibi kaygılar da var. Özetle, taşra üniversitelerinde iyileşmeler olsa da buralar hala siyasi iktidarın uzantısı ve asıl tehlike de akademik özgürlüğün olmadığı böyle bir üniversite modelinin normalleşmesi.
Kitabınızı tam da bu modelin normalleşmesine, üniversitelerin ‘outletleşmesine’ karşı direnen Boğaziçi Üniversitesi direnişine adıyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Size Boğaziçi Üniversitesi’nden bir akademisyenin Tweet’i ile cevap vereyim: “Hukuk fakültesinin başında fizik profesörünün, yönetim kurulunda da makina ve endüstri mühendisliği profesörlerinin bulunduğu, Mühendislik Fakültesinin dekansız kaldığı Boğaziçi Üniversitesinin Beden Eğitimi Bölümünün başına hukuk hocası getirilmiş.” Bu tam bir taşra modeli. Boğaziçi Üniversitesi hocalarının direndiği ve görünür kıldığı pek çok şey aslında taşrada yıllardır oluyor. Taşrada olanlar geldi geldi ve bugün Boğaziçi’nde bir direnişle karşılaştı. Bu direniş, tüm bunları görünür kılması açısından çok önemli.
Peki, özerk bir akademik için ne yapılabilir?
Bu soruya da eski YÖK başkanı Yekta Saraç’ın sözüyle yanıt vereyim. Saraç, üniversite eğitimini iyileştirmek için önce üniversite öncesi eğitimin niteliğinin artırılması gerektiğini söylemişti. Bartın Üniversitesi Moleküler Biyoloji Bölümüne 2021 yılında giren bir öğrencinin biyolojiden, fizikten ve kimyadan yaptığı net sıfır. Bu öğrencileri üniversiteye taşıyarak o bölümden nitelikli moleküler biyologların yetişmesini bekleyemeyiz. Bu nedenle önce üniversite öncesi eğitim ele alınmalı. Üniversite sistemindeki şişkinliği budamak, ilçelerde ekonomik kalkınma için fakülte ve yüksekokul açmanın mantıksız olduğunu kabul etmek gerekiyor. Üniversitelerde artık çok büyük bir ağırlığa ve yaygınlığa sahip olan İlahiyat Fakülteleri’ni olması gereken yere, diğer fakülteler gibi eleştirel bilimsel çalışmalar yapan birimlere dönüştürmek önemli. Kısacası üniversitelerin özerk yapılar ve akademik özgürlüğün olduğu yerler olarak baştan aşağı yeniden yapılandırılması gerekiyor.

1976 yılında Maraş’ta doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Adana’da geçirdi. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nde lisans eğitimi aldıktan sonra aynı üniversitede Modern Türkiye Tarihi Yüksek Lisans Programı’nı tamamladı. İş hayatında bir süre ekonomist olarak çalıştı. Gazeteciliğe 2006 yılında Milliyet gazetesinde adım attı, daha sonra Taraf gazetesine geçti. Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından verilen Yılın Başarılı Gazetecisi Ödülü’nü iki kez aldı. 2014 yılından bu yana serbest gazeteci olarak yerli ve yabancı medya için çalışıyor.