
İHSAN DAĞI
@ihsandagi
Bu kötü Anayasaya göre bile yönetilmediğimizi biliyorduk da ‘nas’lara, yani ‘Allah’ın yasaları’na göre yönetildiğimizden haberimiz yoktu. Ekonomik krizin kendi yapımları değil ‘Allah’ın eseri’ olduğunu ispat etme telaşına düşen ‘iktidar İslamcıları’ sayesinde bunu da öğrendik.
Meğer ‘hüküm böyle’ olduğu içinmiş yaşadıklarımız. Geçim sıkıntısı, art arda gelen zamlar, her gün yeni zirve yapan dolar, işsizlik, açlık çeken derin yoksullar ‘hükm’ün eseriymiş. ‘Faiz’e ilişkin ‘nas’dan dolayı ekonomiyi türbülansta bırakmaktansa yere çakmayı tercih etmişler. Yoksullar demek ki ‘açlıkla, yoklukla sınanacaksınız’ muştusunu alanlarmış.
‘Müslümanca’ yönetince bir ülkeyi demek ki böyle oluyormuş!
Seçimlere doğru daha rasyonel ve pragmatik bir yol izleyeceği sanılan iktidar en muhkem olduğunu düşündüğü ‘din’ alanına çekilmiş görünüyor. Beklenti, kendilerinin temsil ettiklerini düşündükleri ‘din’in gölgesine sığınarak ‘selamete’ ermek; eleştiriden kaçmak, sorumluluktan sıyrılmak, halkı dinin sahiplerine itaate ikna etmek.
İktidar seçmeni dindar olabilir ama yine de onları açlıkla sınamasalar, yoklukla tehdit etmeseler iyi olur. İslamcılardır zira, ‘cennet için ölümü ve ahireti beklemeyin bu dünyada da hak ettiğiniz refaha, zenginliğe ve güce sahip olacaksınız’ diye yoksul Müslüman kitlelere seslenenler. İslamcıların bile toplumu din ile uyutmak yerine dinin üzerinden politikleşmeye davet ettikleri bir çağda ‘eski usul’ uyutma ve itaat taktikleri tutmaz.
Ama yine de deniyorlar, deneyecekler tabii. Dövizin artışını durduramayınca, durduracak mekanizmaları çoktan tüketince yüksek döviz kurundan bir ‘Türkiye ekonomi modeli’ çıkardığını iddia edecek kadar çaresiz kalmış bir iktidardan söz ediyoruz sonuçta. Elbette en iyi bildiklerini yapacaklar, yani siyasette tutunmak için dini referanslara ve dindarlara sarılacaklar.
Peki, böylesi derin bir ekonomik krizde dini yeniden iktidarın yedeğine almak her ikisini birden halkın gözünden düşürürse, ‘üzülmezler’ mi?
Laiklik boşa icat edilmiş bir ilke değil. Siyaseti ve devleti dini taassuptan koruduğu gibi dini de demagog siyasetçilerden koruyan, ‘kutsal’ı siyasete taşımak yerine kendi kutsallığında bırakıp onun saygınlığını güvence altına alan bir ilke. Nedense İslam ülkelerinde pek makbul görülmüyor. Siyasetçiler din ile siyaseti birbirine karıştırmaya pek meraklı.
Bu nedensiz de değil elbette; din adına konuşmak, dini temsil etmek muhalefetteyken güç katar siyasetçilere, iktidara geldiklerinde de sorumluluğu kendilerinden alıp, Tanrı’ya atma imkanı verir. Ama biraz da olsa demokrasi varsa ülkede, olup bitenlerden yönetenler sorumlu tutulur. ‘Allah’tan başka kimseye hesap vermem’ diyemez kimse. Egemen olan halktır, seçmendir. İktidarı verdiği gibi alır da. İktidardakiler, halkın önüne bir savunma hattı olarak dini çıkarırlarsa, ‘Hüküm bu, ben ne yapabilirim. Hükme göre yönetiyorum’ derlerse, halk o ‘hükm’ü de sorgular.
Herhalde inanan insanlar bundan kaçınmak isterler.
Siyasette konumlarını savunmak için ‘kutsal’a başvuranlar, paradoksal olarak dinin kutsallığını da ortadan kaldırırlar. Siyasette ‘araçsallaştırılan’ din, kutsallığını kaybeder, bir süre sonra siyaseten araçsallığını da. Yani her türlü tüketilir.
İslamcı gelenekten gelen siyasetçiler hala yaptıkları şeyin aslında dinsel olanı zedelediğini, sıradanlaştırdığını ve dünyevileştirdiğini anlamadılar.
Eğer dini siyasette kullanıyorsanız, onun her türlü tartışmaya açılmasına da razısınız demektir. Hem ben onun arkasına saklanayım, eleştirilmez olayım, itaat üreteyim hem de kimse kullandığım bu ‘araç’a laf etmesin olmaz.
Siyaset, müzakere, münazara ve münakaşadır sonuçta. Kutsalın değil seküler olanın, sekülerleşenin alanıdır. Bu alanda da konuşulmayan, tartışılmayan, sorgulanmayan bir ‘şey,’ yani ‘dokunulmaz’ yoktur.
İslamcıların ‘kutsal’ı siyasetlerine dayanak yapmaları, icraatlarını ‘nas’la, ‘hüküm’le açıklamaları siyasette tartışmayı ve ortak akıl aramayı kapatmak anlamına gelir. ‘Hüküm böyledir’ dedikten sonra artık tartışacak, hatta konuşacak bir şey kalmamıştır.
Ancak doğası çoğulculuk olan, farklı fikirlerin ve projelerin sürekli müzakere ve münazara edildiği siyasette tartışma kapanır mı ‘kutsal’a referans yapmakla, ‘hüküm budur,’ demekle? Hayır! ‘Kutsal’ın taşındığı siyasette artık o kutsal da ‘tartışmaya açılır’.
Sonuçta siyasette müzakere, münazara ve münakaşanın, İslamcı iddialarla kapatılması, din üzerinde yeni bir tartışmanın başlaması anlamına gelecektir. Bu, özellikle muhafazakar toplumlarda ve kimlik siyaseti bağlamında İslamcılara kısa vadede bir üstünlük sağlasa da, orta-uzun vadede dayandıkları dinselliği tartışmaya açacaklarından zeminlerini büsbütün kaybetme riski taşımaktadır. Ve geriye tek bir kutsalları kalacaktır; iktidar.