KAAN SEZYUM
Bir hafta dediğiniz şey aslında çok da uzun bir zaman değil. Tabii ki neye göre kime göre. Türkiye gibi bir yerdeyseniz bir hafta sizin için iki saatte geçebilir. Gündem öyle bir eser ki, bi bakmışsınız koskoca bir hafta gitmiş hayatınızdan. O arada da neler oldu? Acayip süpersonik 3’üncü köprümüz açıldı, Suriye’ye girildi ama sıkıntı yok, savaş yok çünkü, bi arkadaşa bakıp çıkacağız.
Arada ana muhalefet partisinin başkanının konyovuna saldırıldı. Patlamalar matlamalar zaten fiks menü. Ha bir de güzel gözaltı ve tutuklama ortamı var, gazeteciler için.
Arada içişleri bakanı değişti. Bi şey oldu herhalde. Hatta artık dilbilimcilere bile paket olma fırsatı var! Tabii ki binlerce memur paketlenirken nedense Meclis tertemiz gibi. Temizdir herhalde.
Ha arada bir de doğanın doğrudan şirketlere pazarlanması gibi özetleyebileceğimiz bir madde 75 diye bir olay var.
Memleketi toptan satalım ki cebimize para girsin. Yaşasın memleket sevgisi!
Beterin beteri
Ülke yangın yeriyken bazen kendinizden daha kötü durumdaki yerlere bakıp ferahlamak gibi tuhaf davranışlar gösterebilirsiniz. Hemen kendinizi kötü hissetmeyin, sonuçta bir umuttur yaşatan insanı. Bakınız Suriye turizm bakanlığının Suriye tanıtım videosu (Benim videodan anladığım Suriye’de deniz suyu var ve üzerinden dron ya da helikopter uçurabiliyorsunuz. Nefis bir tatil sizi bekliyor. Yerseniz)
Adalet kürkün temelidir
Bir süredir ‘yargı bağımsızlığı’ tartışılıyor duruyor. Aslında neden tartışılıyor, tam da anlamış değilim. Bakınız şu adresten yargıtay başkanımızı bir tanıyalım önce.
Şimdi sadece bu bilgiler ışığında bile ‘Yargı bağımsız’ demek çok mantıklı gelmediğinden yargı bağımsızlığı tartışmasını da yersiz buluyorum. Çünkü olmayan bir şeyin tartışmasını yapacağımıza, daha yeni konulara geçmemiz lazım.
Alın işte adli yıl açılışına bakalım. Hop ne gördüm öyle? Cübbelerde delik yok, oradaki yargı mensupları cüppeleri ceket gibi iliklemeye çalışıyor. Yargı bağımsız mı diye tartışın isterseniz. Sanırım o cübbelerin tasarımında da ‘Kimseye iliklenmesin’ diye düğme kullanılmamıştı.
Neyse yeni yargı mensuplarımızın hepsine çengelli iğne hediye eden ilk parti kazanır.
Saygı, sevgi tamam, CB bulunduğunuz mekana geldiğinde bürokratik hiyerarşiye saygıdan ayağa da kalkılsın ama olmayan deliklere, olmayan düğmeleri geçirmeye çalışmak bence yargı bağımsızlığının dalağının yarıldığına işaret.
Ya da bu refleksi gösteren insanlar hayatları boyunca herkese saygıdan ceket iliklemekten farkında olmadan bu davranışta bulundular. Her türlü çok olumlu gibi gelmedi bana. Gün gelecek “Abisi o senin dediğin öyle değil, böyle olur. Adalet budur” diyecek insanın düğme ilikleme bağımlısı haline getiren sisteme sitemem var.
Buyrun bir de “Ayağa kalkayım mı, kalkmayım mı? Alkış bassam mı, basmasam mı? Sırıtsam mı, somurtsam mı? Ya ayağa kalkmak için çok mu geç kaldım acaba?” konulu video.
Sizin de işiniz zor yüksek yargı.
Radar var, gelme!
Radarıma bu hafta şöyle bir şey takıldı. Evet, ben kendimi uçak zannediyorum (RF-4E) tamam da bu ekip ne yapıyor tam çözemedim. Elma gibi asmışlar müzisyenleri. Sanat herhalde.
İstanbul çok bozdu yea!
Zamanında nasıl bir şehirde yaşıyormuş İstanbullular? Şehrin sembolü palamuttu. Bildiğiniz balık palamut. Sonra o palamutlar, o lüferler av yasaklarına binip çok uzaklara gittiler.
Bu 1967’de İstanbul:
Bir de ‘Bluefish’ adında bir belgesel geliyor. Tanıtımına bir bakın, belki ilginizi çeker.
Geç ya da geçme ama vazgeçme
3. köprü açılışından daha bir gün sonra ilk ölümlü trafik kazasını yaşadık. Demek ki en son teknolojiyi de kullansak, şoförler güncellenmeyince olmuyor. Ama dediklerine göre kazaya, köprü ortasında kafaya göre durup selfi çeken insanlar sebep olmuş. Olsun, mukadderat. Allah bizi, onları, şunları affetsin. Hooop!
Hazır 3. köprü demişken ‘Ekümenopolis’ diye nefis bir belgesel var. Onun 3. köprü bölümüne bir bakın isterim. Bakalım yeni köprü İstanbul trafiğini ya da ekosistemini nasıl etkileyecek. Bilim mi yaman, milli irade mi derseniz? Tabii ki tercihim milli iradeden yana. Sonuçta biz bitti demeden bitmiyor.
Belgeselin hepsini izlemek istemezseniz 3. köprüyle ilgili bölüm 34:18 gibi başlıyor. Alın bu da direkt o zamana yolculuk linki:
Bu arada 3. köprü için devlet günlük 135 bin otomobil geçişi için hazine garantisi verdi. Ola ki günde 135 bin araç geçmedi, üstünü yine milli irade ödeyecek. Vergiler yine yurttaşlardan çözülecek.
Bu nasıl bir fizibilite ve işletmecilik yaklaşımıdır, tam çözemedim, umarım bunun arkasındaki ekonomik dehayı bir gün çözebilirim.
Gündem durmuyor! Az önce de köprünün çevresindeki ilk orman yangını haberleri gelmeye başladı. Orman vasfından çıksın o köprü yolu kenarındaki araziler de biraz inşaat yapalım. Adım adım mükemmel bir geleceğe gidiyoruz.
Neyse ki yangın kontrol altına alınmış.
Yeni bakanınızı nasıl alırsınız?
Her şey birdenbire oldu
Bombalar birdenbire patladı
İnsanlar birdenbire öldü
Cenazeler birdenbire kalktı
Maden birdenbire çöktü
Bir gecede birdenbire
Eski dostlar düşman oldu
Hepsi birdenbire
Çünkü ben salağım
Evet, artık gündemle ilgili yazı değil, şiir yazacağım. Ceyhun Yılmaz ya da Tuna Kiremitçi gibi takılmak istiyorum artık.
Ne olduysa birdenbire bir geçen gece içişleri bakanımız Ala, görevinden ayrıldı. Arada herhangi bir istihbarat zaafı yaşanmadı, herhangi bir canlı bomba saldırısı olmadı, herhangi bir olay yerine ambülanstan önce TOMA gelmedi, vatanın herhangi bir yerinde güvenlik güçleri mahallelere girip baskınlar yapmadı ama birden bire Efkan Ala görevini bıraktı.
En merak ettiğim şey bu. Neden şimdi?
Yerine gelen yeni bakanım da eskiden reyiz için pek iyi konuşmamış… Bence sorun yok, çünkü politika tutarsız olmak demek. Biraz çevrenize bakın, inandığı değerleri yıllar içinde onlardan ayrılmadan savunan bir politikacı var mı? Bugün ak dediğinde yarın kara demeyen tek bir lider var mı? Sonuçta yeni bakanımız da şimdi değişmiş, gelişmiş yerli ve milli bakanlık mertebesine erişmiştir. Kendisine hayırlı mesailer dilerim.
Biraz da mesihlik
Hatırlar mısınız, eskiden siyasi islamın yıldızının henüz tam parlamadığı ilk yıllarında Meclis’ten sarı peleriniyle gelip mesihliğini ilan etmişti.
Sonraları kendisini genç nesiller ‘fıkrasına gülünmeyen adam’ olarak tanıdı.
Ben ise tarzıyla ve açıklamalarıyla kendisine hep şüpheyle yaklaştım. Neyin ne olacağını kim bilebilir.
Neyse uzun lafın kısası bu hafta kendisi de (kendi bilgisi dahilinde paylaşımlar yapan bir hesaptan) durumu malum yere bağladı. Hadi hayırlısı.
Dilbilgisinde çığır değil de…
Hazır dikkat çekici tivitlere göz atmışken. Favori Anayasa Profesörüm Burhan Kuzu’nun yeni test ettiği bir dilbilgisi hatasını halkla buluşturduğu tivit çok önemliydi.
Kendi diline bu kadar uzak insanların daha da önemli yerlere gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Karşınızda Burhan Bey’in yenilikçi imla hatası!
Tırnakta son nokta
Son olarak tırnaklardan oluşan ekranlardan geleceği görmek konulu projesiyle Adnan Bey ve benim favori kediciklerim Tülay Hanım’ın vizyoner tivitini sizlere sunuyorum. Elveda bilim kurgu. Hoş geldin nail-art.
Dünya konuşsun, biz gıybetini yapalım
Her gün savaş, patlama, demokrasinin parçalanması gibi sorunları olmayan ülkelerde konuşulan konulardan biri de Kenzo’nun ünlü yönetmen Spike Jonze’a çektirdiği klipti. Yok klipte Andie Mekdavıl’ın kızı çok güzelmiş de, koreografisi nefismiş de, falan filan. Aslında çok derdi olmayan insanların da derdi böyle tuhaf alanlar.
Ben şöyle diyeyim, fikrimce reklam ajansı Kenzo için bi şeyler düşünürken Spike Jonze’un zamanında Fatboy Slim için çektiği şu videoyu anımsadı…
Sonrasında da “Ya bizim markaya da bunun aynısının güzel kızlısını yapalım” dedi.
Bulunduğu ortamdan sıkılan kız Esra Erol’un programındakiler gibi çıldırır ve olaylar gelişir. Alın Kenzo reklamı. Bi şey mozaikleyecek değilim. Sanki bu reklamı izleyince hemen Kenzo alacak ya da Andie Makdavıl’ın kızı gibi dans etmeye başlayacaksınız. (Kesin ip var)
Alın size ikisinin mikslenmiş hali bir de…
500 saat müzik var, dinlerseniz
Sizlere bir hafta yetecek kadar malzeme vermediğimi düşünüyordum. Ta ki şu çalma listesini bulana kadar.
Modern cazın sesini yaratan kayıt teknisyeni Rudy Van Gelder’ın kaydettiği albümler toplaması. Art Blakey, Herbie Hancock, Dexter Gordon, Jimmy Smith, Freddie Hubbard, Wayne Shorter, Sonny Rollins, Bud Powell listedeki isimlerden sade birkaçı.
Kendinizi caz müziğine çok yakın hissetmiyorsanız, sizin için de haftaya bir şeyler ayarlayabilirim (Ya da bir önceki haftanın çalma listesine bir göz atabilirsiniz).
Ekran başında yaşlanmak isteyenlere
Yaz bitti, tatile de gidemediniz, cepte para da kalmadı. O zaman oturun dizi izleyin. Sizlere bu hafta birkaç dizi önerip sıvışıyorum. Henüz izlemediyseniz bu dizilere bir göz atın.
1. The Night Of…
İlk sezonu taze bitti. Gergo (yazar burada Burhan Kuzu’dan esinlenerek ‘Gerilim’ yerine olmayan bir kısaltma üretmeye çalışıyor) tarzında cinayetli minayetli. True Detective havalarında bir dizi. Tırsan Lojistik yani!
2. The Get Down
Hip-hop ve scratch kültürünün oluştuğu yıllarda kentsel dönüşüm içindeki New York’un Fikirtepesi’nde yaşayan gençler ve müzikal maceralarını konu alıyor. 1 sezon çekildi, bi oturuşta izlersiniz.
3. The Roadies
Müzikli, rahat, meh işte diyebileceğiniz bir dizi. Ne derseniz deyin, ben dizideki keko romantizmi ve müzik sevgisini seviyorum. En azından Vinyl gibi palavracı değil. Roadie deyip de geçme, onun da bi gönlü var.
4. Stranger Things
Sevretmeyeni tartaklıyorlar. Bir sezon çekildi, şimdi 2. sezonu yolda. 2016’da çekilmiş modern bir X-Files bölümü gibi de düşünebilirsiniz. Gizemli mizemli (Sonunda bu dizi de her şeyi paralele bağladı, o da ayrı).
Bu da 2. sezon tanıtımı
Bize her gün Stranger Things bi yandan da.
Sevgiyle ve hayatta kalın.