SEÇİL TÜRKKAN
secilturkkan@gmail.com/@secilturkkan
Taksim’e yapılacak cami için bugün gösterişsiz ama ‘huzurlu’ bir temel atma töreni yapıldı. Alışılanın aksine tenha olan bu açılış neye delalet, önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Fotoğraf: Reuters
İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün Taksim Meydanı’na camii projesine 19 Ocak tarihinde verdiği onaydan kamuoyu 6 Şubat’ta haberdar olurken, 11 gün içinde yani bugün bir temel atma töreni yapıldı. Çalışmaların en az iki yıl sürmesi bekleniyor.
Açılışlarında genellikle gösterişli, uzun zamana yayılan ve büyük bütçeli bir tanıtımı tercih eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu açılışı, diğerlerine nazaran soluk geçti. Ne basında ne de insanlarda büyük bir coşku gözlendi.
Ve tabii eklemek gerek, açılışta ‘halk’ da yoktu.
Eski Taksim, yeni Taksim

Fotoğraf: DHA
Basın bülteni olarak geçilen tören atma töreninin gerçekleşeceği haberini dün aldıktan sonra, bugün buluşma vaktinden yarım saat sonra meydandayız.
Güneşli bir günde Taksim, eski günlerine nazaran artık daha az sayıda misafiri ağırlıyor. Hatta uzun zamandır meydanda değişmeyen tek yeni şey, Taksim Yayalaştırma Projesi’nin yarattığı inşaat karmaşası.
Yıkık dökük AKM binası, çevik kuvvet polisleri, TOMA ve çiçekçiler ‘bilindiği gibi’ yerinde duruyor.
Ortama takım elbise hakim

Fotoğraf: DHA
Cami projesinin yapılacağı alana doğru yürümeye başlayınca takım elbiseli insanları görmeye başlıyorum. Belediye görevlileri, sivil polisler ve korumalar çemberler oluşturarak sohbet ediyor. Açılışın bittiğini düşünürken alanda halen kalabalık olduğunu görüyorum ve inşaat halindeki alana bir kadın polisin beni üstünkörü aramasından sonra giriyorum.
Konuşmaları ve şerbet dağıtılan bölümü kaçırsam da esas meselenin biraz sonra yaşanacağı basın mensuplarının hareketlerinden anlaşılıyor.
Ne de olsa ‘iyi fotoğraf’ hepimizin ortak mesleki kaygısı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş temel atma törenini gerçekleştirecek.
Başka bir köşede basına yaptığı açıklama biten Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’a turuncu inşaat yeleği giymesi için yardımcısı tarafından veriliyor ve kendisine “Haydi Başkanım” deniyor, “Açılışı yapacağız.”
Topbaş bareti ve yeleğini giyip delgi makinesinin operatör koltuğuna oturmuş bile. Temel atma töreni, delgi makinesi marifetiyle yerin altından az miktarda toprağın çıkarılıp basın mensuplarının fotoğraf çekmesiyle sona erecek.
İş cinayetleri geride mi kaldı?

Fotoğraf: Reuters
İşçilerden birinin yanına yaklaşıp soruyorum: “Bu işlem tam olarak neye sebep oluyor?”
Şöyle bir yanıt alıyorum: “Şimdi zemini güçlendirmek ve yerin üç kat altına inmek için buraları önce deleceğiz. Sonrası inşaat.”
“Siz kimsiniz?” diyorum, sanki bilmiyormuşum gibi. “Biz Sur Yapı’nın taşeronuyuz, burada çalışacağız” diyor.
İster istemez, belki de mesleki deformasyonla aklıma iş güvenliği geliyor, sorumu yöneltiyorum. O yanıt veremeden başka bir işçi söze karışıyor “Burada iş güvenliği olmadan düğmeye basmayız, herhangi bir işe başlamayız. Her şey güvenlikle başlar” diyor ve ekliyor: “Burada bir ibadethane yapmaya çalışıyoruz, 40 yıldır düşünüp yapamamışlar.”
‘Taksim camisi’ projesini üstlenen Sur Yapı’nın adı en son 2012’de işçi ölümleriyle gündeme gelmiş, Ümraniye’deki inşaatta ölü bulunan dört işçinin ailelerine ‘dava açmamaları karşılığında’ 75’er bin lira ödendiği ortaya çıkmıştı.
Sur Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Altan Elmas ise 9 Ocak tarihinde verdiği bir söyleşide “Güçlü bir Türkiye için başkanlık sistemine geçmek şart’ diyerek oyunun rengini belli etti.
Çevik kuvvetin ‘eski’ mekanında tenha kalabalık

Fotoğraflar: DHA
Temel atma töreni sırasında oldukça olumlu bir hava esiyor. Huzurlu bir tören. Ülke TV, TRT, NTV, İBB muhabirleri ilk göze çarpan basın mensuplarından. Ortamda en fazla üç kadınız.
‘Halk’ ya da daha önce de dediğim gibi ‘açılışlarda görmeye alışık olduğumuz kalabalık’ orada olmasa da, Gezi Parkı eylemleri sonrasında çevik kuvvete tahsis edilen alanda “Başkanım, dualarımız sizlerle, inşallah, çok şükür” kelimelerini sık duyarak törenin sonuna geldiğimizi fark ediyorum.
AKM planını Tabanlıoğlu hazırlıyor
Gergin olmayan ama yine de tetikte, konuşmaya müsait bir güruhun arasından Ahmet Misbah Demircan’ı yakalıyorum.
AKM ile ilgili olarak Mimar Murat Tabanlıoğlu’nun bir proje hazırladığını biliyorum ve bir soru sormak istediğimi söyleyince, beni kibarca reddediyor: “Şimdi değil, sonra konuşalım bu işleri.”
Bu hamle aslında iyiye delalet. Çünkü böylece bir söyleşi için kendisinden söz alıyorum. Önümüzdeki hafta içinde basın danışmanı ile haberleşeceğiz.
Sanırım Demircan bu kez her soruma yanıt verecek.
Adeta Türkiye değilmiş gibi.
Net bir talep sonrası: 6 dakikada ret
Ayaküstü aldığım bu sözün peşinden koştum, hem de aralıklarla ve aylarca denebilecek bir süreyle. Sonunu bile bile ama kendimi şaşırtmaya çalışarak, olumluca.
Önce 28 Şubat tarihinde attım bir e-posta. Cevapsız kalınca, 13 Mart’ta Basın Danışmanı İlhan Çabukol’u aradım. Konuyla çok ilgililermiş gibi duran bir telefon konuşması yaptıktan sonra, talebimi yinelediğim bir mail atıp yine yanıt alamadım.
En son 5 Nisan tarihinde mecburen kısmen sert bir dille yeniden e-posta yazdım. Postalarımın ulaşıp ulaşmadığını, ulaşıyorsa bana bir yanıt vermelerini istediğimi, söyleşiyi yapmayacaksak da en azından bunu net olarak ifade etmelerini, bu kovalamacaya bir son vermek istediğimi belirttim.
2 ay boyunca ‘beklediğim’ yanıt işte bu mesaj sayesinde toplam altı dakika sonra ‘yoğunluk’ gerekçesiyle geldi. Yine reddedilmiştim.
Garip değil mi? Hem sadece ‘kendi’ medyana konuşup, hem de kutuplaşmadan söz etmek. Ya da önce söz verip, sonra biraz süründürmek, ardından söz verdiğin söyleşiye olumsuz yanıt vermek. Ya da belki orada söz vermek ve gazetecinin bu durumun peşinden zaten koşmayacağını düşünmek, kişileri kolayca geçiştirmek.
Garip mi? Değil.
Adeta ‘Türkiye’ gibi…