Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
D. Harvey’in ifadesiyle; “Kentleşme her zaman sınıfsaldır. Kapitalizmde kentleşme bir artı-ürünün harekete geçirilmesine dayalı olduğundan kapitalizmin gelişimi ile kentleşme arasında yakın bir bağlantı ortaya çıkar. Sürekli yeniden yatırımın sonucu kapitalizmde kentleşmenin büyüme çizgisiyle paralel olarak artı-üretimin bileşik oranda genişlemesidir.”
Kentleşme, sermaye birikiminin üst sınıflar için inşa edilen kentlere akıtılmasını sağlar. Kentlerde kimlerin yaşayabileceği veya yaşayamayacağı sermayenin yönlendirmesine tabii kılınır. Özellikle sanayinin çözüldüğü yerlerde, işçi sınıfının kentle kurduğu yaşam ilişkileri de dağılır. Yeniden bir çitleme başlar. Ve sınıf mücadelesi artan bir biçimde kentlerde vücut bulmaya başlar.
Yapılı çevreyi iyileştirme ve onarma ihtimallerinden önce yıkıp yeniden inşaya dayanan Türkiye gibi kentleşme pratiği olan ülkelerde, inşaat sektörünün kendisi de türlü biçimlerde can alır.
Bugün kent hakkını, sistem içinde hak talebine indirgeyen yaygın bir yaklaşım mevcuttur. İşçiler, emekçiler, kadınlar, LGBTİ+ bireyler, çocuklar, gençler, yaşlılar, hayvanlar vb. türlü toplumsal dilimler için kent hakkı talep ederek kentte bir yaşam dengesi kurulmaya çalışılmaktadır. Oysaki sistemin kendisi, krizleri yaratan, sorunun yerini değiştiren ve kök sorunu çözmek yerine, soruna tabii kılan bir yol izlemektedir. Bu bağlamda talep siyaseti de kapitalizmin kurucu dinamiğidir. Tıpkı sistemin ürettiği ayrımcılıklar gibi.